Düşünce yapısı - 19
Yazar: Oğuz Adanır
Geleneklerine bağlı toplumlar töreler, görenekler, ritüeller ve adetlerinin kölesidirler. Dolayısıyla dogmatik, fanatik özellikler taşıyan bir kafa yapısına sahiptirler. Geleneklerine körü körüne boyun eğen topluluklar yaşamı, doğayı, kendilerini, vs sorgulama gibi bir gereksinim duymazlar. Zira tüm soruların yanıtları atalar ya da daha önceki kuşaklar tarafından verilmiştir. Bir bakıma kusursuz bir evrende yaşayan bu insanların özgürlük duygusu ve kavramıyla bir ilişkileri olamaz.
Bu insanlar modern toplumların sözünü ettiği anlamda bir özgürlük düşüncesine sahip olamazlar. Dolayısıyla kendileri dışındaki bir gücün egemenliği altına girdiklerinde ve bu durumdan hoşnut olmadıklarında yapmaya çalıştıkları tek şey bu durumdan kurtulmaktır yoksa özgürleşmek değil. Kurtuluş ise meydan okuma ve şiddete başvurarak, belli bir fidye ödeyerek, egemenlerin düşmanlarıyla işbirliği yaparak ya da egemenlerle bir tür gelenek, görenek, töre akrabalığı kurarak gerçekleştirilebilir. Hiç kuşkusuz başka yöntemlere de başvurulabilir ancak bizim açımızdan önemli olan bunun bir özgürleşme değil, bir kurtuluş olarak görülmesidir. Çünkü özgürlük başka bir şeydir.
Özgürlük özellikle modern toplumlar ve modern bireylere özgü bir kavramdır. Bu kavram ilk olarak Ortaçağ filozofları tarafından 13. Yüzyıl'da gündeme getirilmiş ve 17. Yüzyıl'a kadar çeşitli şekillerde açıklanmıştır. Örneğin: İnsanın hiçbir dayatmaya boyun eğmeden yalnızca kendi iradesine boyun eğmesi, dokunulmazlık ve ayrıcalıklara sahip olmak, toplumsal bir gruba tanınan en üst düzeyde bağımsızlık, bir efendiye bağımlı olmayan insan, hapiste olmayan insan, insanın bir dayatmaya boyun eğmeden davranma olasılığı, yurttaş olarak kabul edilen her insana tanınan politik haklardan yararlanma, vs.
Doğal olarak bu açıklama ya da tanımlamaların yaygınlaşması ve toplumların büyük bir kesimi tarafından kabul görmesi için Aydınlanma dönemi de dahil olmak üzere yüzlerce yıllık bir çaba sarf edilmesi gerekmiştir. Başka bir deyişle sözcüğün gerçek anlamında özgür olabilen ve bu duyguyu görece dolu dolu yaşayabilen insanlar yalnızca modern toplumların bireyleridir. Çünkü demokratik ilke ve kurallara uygun bir eğitim gördükten sonra reşit bir insan olarak bu ilke ve kurallara uygun bir şekilde sürdürdükleri yaşantı sayesinde özgürlüğün nasıl bir duygu olduğunu anlayabilmeleri mümkün olmaktadır.
Özgür reşit insan görece demokratik ilkeler, kurallar, adetler ve yasalar çerçevesinde belli düşünce, dışavurma ve davranış biçimlerinin dayatılması durumunda bunları sorgulayan ve özgür iradesinin uygun bulmadıklarını kabul etmeyen insandır. Böyle bir ortamda hiç kimse bir diğerine ne düşünmesi, nasıl düşünmesi, nasıl davranması gerektiğini söyleyemez. Aksi takdirde o insanın demokratik ve özgür bir ortamda değil bir baskı ve dayatma ortamında yaşadığını kabul etmek gerekir.
Demokrasi ve özgürlük demek çok seslilik demektir yalnızca monarşi, çarlık, padişahlık, faşizm, komünizm, diktatörlük gibi totaliter düzenler çok sesliliğe izin vermez ya da muhalefetin sesini tamamıyla kesmeye çalışır. Demokratik, özgür toplumlarda ülkenin iyi yönetilmesi için yönetim neyi doğru yaptığını neyi yanlış yaptığını anlayabilmek adına eleştirilmeye ihtiyaç duyar. Böyle bir ortamda muhalefetin gelişigüzel eleştiriler yapması değil ülke çıkarlarına uygun yapıcı ve çağdaş öneriler sunması beklenir.
Modern toplumlarda özgürlük, demokrasi ve eleştiri kavramları deyim yerindeyse hava, su kadar önemli yaşamsal birer gereksinimdir. Bu üç kavram bilinçli insan olmayı zorunlu kılar. Çağdaş uygarlığın bir parçası olmak isteyen modern toplumlar bireylerini olabildiğince bilinçli insanlara dönüştürmeye çalışırlar. Standartları düşük demokrasiler bilinçli yani özgürlük, demokrasi ve eleştiriyi bir gereksinim olarak hissedecek, kabul edecek ve yaşamlarına geçirecek yurttaşlardan pek hoşlanmaz. Bu yurttaşların oranını olabildiğince düşük tutabilmek amacıyla eğitimin niteliğini elinden geldiğince düşürür. Eğitim evrenine dogmatik düşünce yapısını, bu düşünce yapısının ürettiği çağdışı hurafe ve inanışları sokmaya çalışır. Okuryazar insanla bilinçli insanı bilerek ve isteyerek birbirine karıştırır. Oysa okuryazar olmak cehaletten kurtulmak değil cehaletten kurtulmanın anahtarına sahip olmak demektir. Bu anahtarı doğru kullananlar bilinçli insanlara dönüşebilirken kullanmayanlar okuryazar cahillere benzerler.
Çağdaş, modern dünya gelenekler, görenekler, töreler ve adetler değil, özgür akıl ve akılcılığın ürettiği yöntem ve uygulamalara boyun eğer. Bu yöntem ve uygulamaları dışlamak demokrasi, özgürlük ve insan haklarını dışlamak demektir. Dünyamızın söz gelişi bir yandan demokratik bir dünyaya benzemeye çabalarken bir yandan da neden iki yüze yakın diktatöre yaşam hakkı tanıdığını anlamak kolay değil. Toplumların cehaleti, vurdumduymazlığı, kısa vadeli kişisel çıkarlarını uzun vadeli demokratik, özgür ve insan haklarına boyun eğen bir düzene yeğlemesi onu ve böyle bir özlem çeken diğer insanların içine düştükleri kısır döngüden kurtulmalarını sağlamıyor. Bu insanlar çıkarlarını bilinç, eşitlik, özgürlük duygularına yeğleyerek çocuklarının, torunlarının geleceğini de ipotek altına aldıklarını sanki görmezden geliyorlar.
Günümüz Türkiye'sinin en önemli sorunlarından biri bilinçli yurttaşlara sahip olmamaktır. Bir ülke ancak bilinçli, nitelikli insanlarının sayısını çoğaltarak çağ atlayabilir. Aksi takdirde pek çok dünya ülkesi için binlerce yıl önce başlatılan bir tartışmayı güncelleyip yinelemekten başka bir seçenek olmadığı söylenebilir.
Yaşadığı çağa özgü koşullar çerçevesinde bu tartışmayı başlatanlardan biri olan ünlü bilge Platon kendisine demokrasiden söz edenlere demokrasinin esas ilkesi halkın egemenliğidir. Ancak halkın idarecilerini iyi seçebilmesi için yetişkin ve iyi eğitim görmüş olması zorunludur. Demokrasinin kötülüğü herkesin iktidara gelme konusunda eşit hakka sahip olmasından kaynaklanır. Halk için bundan daha büyük bir kötülük olamaz. Hasta adam hekime, pabuçlarını onartmak isteyense tamirciye başvurur.
Oysa demokraside içi davul gibi boş olmakla birlikte çok ses çıkartan, yüksek perdeden nutuk çeken biri boş vaatlere, kurnazlıklara başvurarak halkın gözüne girebilir. Böyle birini karmakarışık devlet işlerini yönetmeye yetkili sayıp, bir anda iktidar koltuğuna oturtmak ve kör cahil bir halka nasıl davranması gerektiğini söylemesine izin vermek bir topluma yapılabilecek en büyük kötülüktür. Çünkü eğitimsiz kitleler demagogların türemesine ve zamanla bunların diktatörleşmesine yol açabilir.
Oysa o toplumda seçkin insanlar da vardır. Bunlar iyi eğitilir ve kendilerine fırsat tanınırsa iyi lider olurlar. Örneğin, filozof krallar bir devleti çok iyi yönetebilir. Dolayısıyla filozoflar kral, prens ve krallar da filozof olmayı öğreninceye kadar insanlar yaşadıkları şehirlerde kötülüklerden kurtulamazlar der. Bu ünlü düşünüre göre insanlar doğuştan ispiyoncu, kıskanç, kavgacı ve genelde güvenilmez yaratıklar olduklarından önerdiği bu düzene razı olmazlar. Dolayısıyla kıskançlık, düş kırıklığı, dargınlıklar er ya da geç devrimlere yol açar.