Düşünce yapısı - 18
Yazar: Oğuz Adanır
Standartları görece düşük demokrasiler ya da çağdaş bir demokratik düzene geçmeye çabalayan ülkelerde eşitlik kavramı her zaman özgürlükten önce gelmiştir. Çoğunlukla geleneksel düşünce yapısı ve davranışlardan henüz tamamıyla kurtulamamış ve sözcüğün gerçek anlamında çağdaşlaşmayı başaramamış bu toplumların özgürlük kavramını sanıldığı kadar önemsemedikleri hatta onu çıkarları gereği istedikleri gibi deforme ve dejenere ettikleri görülmektedir. Oysa yalnızca eşitlikten söz eden bir toplum demokrat değildir, olamaz da! Zira eşitlik düşüncesi, kavramı ya da anlayışının ilk sahibi ilkel toplumlardır.
Birbirlerine kan ve soy bağıyla bağlı olan bu insanlar kendilerini kardeş olarak nitelendirdiklerinden hepsi aynı değere sahip olduklarını düşünmüş ya da inanmışlardır. Zamanla deforme edilen bu düşünce hiyerarşik ya da kast tipi, sınıflı, vs kurallara boyun eğen yapılanmalara yol açmıştır. Modern toplumların özgürlük ve eşitlik ilkelerini ön plana çıkardıkları çağdaş demokrasi anlayışı bu noktadan sonra başlamıştır. Modern toplumlar kardeşlik, eşitlik gibi eski kavramları dönüştürüp onlara yeni anlamlar kazandırmışlardır.
Modern toplumların insanları artık kardeşlik değil yurttaşlık şemsiyesi altında bir araya gelmektedir. Yurttaşlar büyük bir çoğunlukla gelenek, görenek, töre adet gibi kurallara boyun eğmek yerine eşitliğe dayalı çağdaş hukuk, hak, özgürlük ilkeleri ya da yasalar çerçevesinde birbirlerine karşı yükümlü ve sorumlu olmayı kabul eden bireylerdir. Bireyleşmeyi henüz başaramamış toplumların çağdaşlaşma ve demokrasi ilkelerini yaşama geçirmekte zorlandıkları görülmektedir.
Özgürlük kavramını içselleştirememiş hala çevre baskısı, mahalle baskısı, farklı düşünceleri ve düşünenleri her biçimde mahkum eden bir anlayışın egemen olduğu bir toplumda gerçek anlamda bir özgürlük kavramının varlığından söz edilemez. Günümüzde sözü edilen özgürlük kavramı modern bir kavramdır. Aydınlanma döneminde yaygınlaşmaya başlamış ancak ilk ortaya çıktığı dönemde egemen iktidar tarafından çok sert bir şekilde bastırılmıştır. Örneğin, Fransa'da bu dönemin ansiklopedistleri ve diğer özgür düşünceli yazarların kitapları ev ev aranıp toplanarak Paris meydanlarında yakılan devasa ateşlerde yok edilmiştir.
Voltaire, Descartes, Montesquieu ve daha birçok aydın ve yazar bu dönemde kelle koltukta gezmiştir. 19. Yüzyıl'da hemen bütün özgürlük arayışı içindeki Avrupa ülkelerinde insanlar baskısı yüz binleri bulan yasak kitapları gizlice okuyarak modern özgürlük ve eşitlik kavramının yaygınlaşıp, olgunlaşmasına katkıda bulunmuşlardır. Örneğin Pasteur gibi dini bütün bir bilim adamı asla inancıyla bilimi birbirine karıştırmamıştır. Ondan yaklaşık iki yüzyıl önce yaşamış Newton da dinine sıkı sıkıya bağlı bir insan olmakla birlikte doğanın yasalarıyla tanrının yasalarını birbirlerine karıştırmamak gerektiğini söylemiştir. Sonuca baktığımızda özgürlüğün kısıtlandığı ya da dışlandığı tüm ülkelerde mücadele kazanılarak çağdaş demokratik hak ve özgürlükler kabul edilmiştir.
Modern özgürlük kavramı özetle düşünce, dışavurum ve davranış özgürlüğü olarak tanımlanabilir. Doğal olarak bunlar demokratik yasalar çerçevesinde tanımlanan ve uygulanan özgürlüklerdir. Hemen her demokraside özgürlük sınırlıdır ve sorumluluk içerir. Ancak sınırlar ve sorumluluk keyfilik içermez, yönetimden yönetime değişmez. Değiştiği zaman olumlu ve insani değerleri yükseltme yönünde bir değişime uğrayabilir yoksa olumsuz ve bu değerleri küçümseme ve sınırlama yönünde değil. Örneğin, inanç özgürlüğü çelişkili bir deyimdir zira inanmak bir anlamda insanın belli dogmalara kendi arzu ve iradesiyle boyun eğmesi yani özgürce düşünme, dışavurma ve davranmayı yadsıması demektir. İnançlar gerçek anlamda hiçbir zaman yasaklanamaz. Çünkü bu insanın duygularını yasaklamak türünden bir şeydir. Olsa olsa inancın maddi, biçimsel görünümlerine müdahaleden söz edilebilir. Başka bir deyişle tarihin de bize gösterdiği gibi yalnızca biçimsel ya da tözsel olanın görece engellenmesinden söz edilebilir yoksa içerik ya da özün değil.
Modern özgürlük kavramının en çok ön plana çıktığı alanlardan biri bilimdir. Hiçbir modern/çağdaş toplumda üniversite iktidarla içli dışlı ve yalnızca onun hizmetinde olamaz. Ancak özgür bir beyine sahip üniversite ülkesi ve insanlığın geleceği, refahı için çalışır. Özgür bir beyin demek hiçbir şeyi akılcı düşünce süzgecinden geçirmeden, sorgulamadan, tartışmadan kabul etmeyen bir beyin demektir. Özgür bir beyinle üniversite arasında bağ kurmaktan yoksun politikacılar olsa olsa o ülkede bilimin yerinde saymasına hizmet edebilirler.
Adlarına yakışacak şekilde evrensel bilgi, teknoloji, sanat vs üretecek üniversitelerin özgür beyinlere sahip, bilimsel yöntemlere hakim, çalışkan, ahlaklı, disiplinli, nitelikli, yetenekli, yaratıcı araştırmacı, akademisyen, bilim insanlarına sahip olması gerekir. Günümüz dünyasında bilim demek aynı zamanda para demektir. Gelişen teknoloji dediğimiz zaman bunun kendi kendine gelişmediğini geri planda devlet ve özel ya da vakıf niteliğindeki kurum ve kuruluşlar tarafından desteklendiğini bilmemiz gerekir.
Günümüz Türkiye'si tarihsel anlamda daha önce hiç görülmemiş sayıda üniversiteye sahipken bilimsel yaratıcılık ve üreticilik açısından genel dünya sıralamasında ne yazık ki son sıralarda yer almaktadır. Yalnızca mühendislik, tıp gibi alanlarda belli bir düzeyi yakalayabilmiş birkaç üniversite dünya sıralamasında ilk beş yüz arasına girmekte ancak bu sıralama yıldan yıla değişebilmektedir.
Şöyle sıradan bir bilgi bile ülkemiz üniversite öğretim düzeyini ve niteliğini anlamamıza büyük katkıda bulunabilir. 2017 yılında tüm kamu üniversitelerine ayrılan pay ile tüm Amerikan üniversitelerini değil yalnızca Harvard Üniversitesi'ni ekonomik düzeyde karşılaştıralım. Mal varlığı 45 milyar dolardan fazla olan bu üniversitenin geçtiğimiz yılki bütçesi 5 milyar doları aşmıştır. Bu bütçenin yaklaşık üçte biri bağışlardan oluşmaktadır. Bu vakıf üniversitesinde devlet katkısı yok denilecek düzeydedir. Harvard'ın bir CEO'su, bir başkan ve yardımcıları vardır. Hemen tüm fakültelerindeki bölümler görece bağımsız araştırma yapma olanaklarına sahiptir. Her konuda dünya liderleri yetiştirebilen Harvard Üniversitesi'ne 2017 yılında yaklaşık 40 bin öğrenci müracaat etmiş ve bunların ancak yüzde beşi kabul edilmiştir.
Türkiye'de geçen yıl 108 kamu üniversitesine ayrılan bütçe toplam 25 milyar 570 milyon Türk lirasıdır! Dolayısıyla üniversiteler Türkiye'de ekonomik bir özgürlüğe sahip değildir. Bu üniversitelerin öğrencileri kendileri tarafından değil aracı bir kurum tarafından seçilip yerleştirilmektedir. Bu kurumun amacı Türkiye'de bilimsel bilginin, teknolojinin, sanatın gelişmesi ve ülke kalkınmasına katkı sağlamak değil sokakta genç kalmasın üniversiteye yerleştirelim böylelikle terörist, it, uğursuz olmasını engelleriz türünden anlaşılması olanaksız çağdışı bir yaklaşımdır. Oysa sonuçları düşünülmeden geliştirilen bu eğitim-öğretim anlayışı nedeniyle ülkede büyük çoğunlukla niteliksiz diplomalı-mutsuz-işsiz sayısı hızla çoğalmakta ve ellerindeki kağıt parçasını onu veren topluma karşı bir nitelik göstergesi olarak dayatmaya çalışan gençler kendilerini bu duruma düşürenlere diş bilemeye başlamaktadırlar.
Genel anlamda özgür bilimsel, nesnel düşünceyi yaygınlaştırmaya yönelik bir ilköğretim ve lise eğitim sistemiyle bunun devamı olarak nitelendirilebilecek bir yüksek öğrenim anlayışı ve politikası olmadığı için ortada bir sistemin de bulunmadığı söylenebilir. Bir eğitim sistemi demek ülkedeki tüm paydaşların katılımıyla, onların fikirleri sorularak tartışılarak, gelecek ve gelecekte doğabilecek ulusal gereksinimler öngörülerek hazırlanan onbeş, yirmi, otuz yıl gibi orta ve uzun vadeli planlar yapılarak bunların uygulanması demektir. Sözcüğün gerçek anlamında ülke ve ulusun çıkarlarının ön planda tutulduğu bir eğitim sisteminin bambaşka bir Türkiye'nin oluşmasına çok büyük bir katkıda bulunacağına şüphe yok. Sevdiği işi yapan mutlu ve özgür insanlar mutlu ve özgür bir toplumun oluşmasını sağlar tersi doğru değildir.
Özgür ve mutlu bir toplum olabilmek için önce özgür beyinlere sahip olmak gerekir. Evrensel bilginin ya da bilimin başlangıç noktası özgürlüktür. Gerisi demagoji ya da yalandır. Başka bir deyişle ekonomik bir özgürlüğe sahip olmayan üniversiteler bir bakıma düşünce özgürlüğüne de sahip değildir. Savaş, yokluk, vb koşullarda kıtlık, parasızlık yaratıcılığı körükleyebilir ancak kronik parasızlık yaratıcılığın körelmesinden başka bir şeye yol açmaz. Öte yandan tepedekilerin genellikle bilimsel liyakata bakılmadan ideolojik tercihler doğrultusunda atanması bu ideolojinin tüm üniversitelere dayatılmasına ve sonuçta istisnalar dışında korkan, tedirgin olan, bilimi değil gücü elinde tutanı önemseyen, vs ciddi bir kesimin yalnızca belli bir görüşe uygun, onu savunan yanlı yani yanlış bilgi üretmesine neden olmaktadır. Bu şekilde yapılanan bir üniversite ne ölçüde evrensel bilim, teknoloji, sanat vs üretebilir? Bu üniversitelerin dünya sıralamasında yükselme şansları olabilir mi? Dayatma, zorlama, baskı, tehdidin yoğunlaştığı bir kurum üniversiteye değil, daha çok bir tutuk evine benzetilebilir. Bu türden yerlerde evrensel bilgi üretimi ya yoktur ya da istisnadır!
Böyle bir ülke modern/çağdaş ülkeler arasında kendisine nasıl bir yer edinebilir? Bir ülkede eğitim-öğretim aynı zamanda çağdaş akılcı bir ahlak anlayışına boyun eğmek zorundadır aksi takdirde ülkemizde olduğu gibi lisansüstü çalışmaların hemen tüm aşamalarında insanlardan ahlak kurallarına uyduklarına dair yazılı yemin etmeleri istenmektedir. Oysa zaten çağdaş akılcı bir ahlak anlayışına boyun eğen bir eğitim sistemiyle yetişmiş bir insandan böyle bir yemin belgesi istemenize gerek yoktur. Hem de üniversite gibi ülkenin beyni olarak adlandırılan bir kurumda! Üniversitedekiler bu durumdaysa insan toplumun halini merak etmeye cesaret edemiyor. Ne var ki her gün olan bitenler bu konuda az da olsa bir fikir veriyor.
Bir toplumun düşünce yapısı ve ahlak anlayışı onun bilimsel, politik, sanatsal düşünce özgürlüğünü hangi ölçüde önemsediğinin de en önemli göstergesidir. Genelde felsefeden hemen hiç hoşlanmayan, kitap satın alsa da nadiren okuyan, üniversite diploması ya da öğretim elemanı kartvizitini akademik bir simgeden çok bir üstünlük, gösteriş göstergesi olarak kabul eden ve ettirmeye çalışan bir toplumun alması gereken ne kadar uzun bir yol olduğu ortada. Kolay gelsin!