Çoban
siyah bir kuzu yalnızlığı güdüyordu
ak sürüsünün içinde siyah
bir kuzu yalnızlığı
kavalı ne kentli ne köylü
kırık dalın hüznüydü
nasıl akarsa su
nasıl yağarsa yağmur
öylesine uzun soluklu
sevda izi sürmüştü bu güne değin
bunca birikimden sonra ancak
sevda vurur adamı ansızın
.......................................................
Çınar Çığ
![](http://kentyasam.com.tr/wp/wp-content/uploads/images/2017/201712052250274083.jpg)
Hasankeyf'i ilk kez 2003 yılında gezdim. O yıllarda daha çok gezilir, bilinir bir yerdi. Meraklı gezginler her yeri doldurmuştu. Yarım gün yerel genç rehberler ve çocuklar eşliğinde dolaşmıştım. Ta o zamandan bu özel yerin sulara gömülecek olmasının ateşi içime düşmüştü. Gömülmeden bir kez daha görmek ve vedalaşmak en büyük düşümdü. Bu düşümü bir ay önce gerçekleştirdim. Ilısu Barajı'nın yapımı bitmek üzere ve yakında Hasankeyf sular altında kalacak. Yeni Hasankeyf kurulmuş, yerleşilmeye başlanmış.
Türkiyeli ve dünyadan birçok duyarlı insan Hasankeyf'in sular altında kalmasını istemiyor. Bu nedenle yıllardır birçok öneri üretildi. Gösteriler yapıldı. Bilimsel araştırmalar sunuldu. "Baraj yapılmasına karşı değiliz ama Hasankeyf'i de kaybetmek istemiyoruz. Bu nedenle barajın yeri değiştirilmelidir" denildi. Ne yapıldıysa olmadı.
![](http://kentyasam.com.tr/wp/wp-content/uploads/images/2017/201712052250414083.jpg)
Yeniden Hasankeyf'e vardığımda ki bir yas havası esiyordu şehirde. Durgunluk dönemindeki hasta gibi bir ruh hali vardı. Dicle cılız, renksiz akıyordu. Mağaraların olduğu bölüm ziyarete kapatılmış. Kayalar dinamitle patlatılmış. Ölmeden mezara koymuşlar sanki. İyi ki 2003 yılında dip bucak gezmişim. Köprüden karşıya geçerken zayıfça, yanık tenli bir bey heyecanla bize yaklaştı. Güleç yüzü ile bize içten bir "hoş geldiniz" dedi. Kucağında tanıtım kitapları ile yerel turist rehberliği yapıyor. Adı Çoban Ali. Bu adla tanınıyor. Doğma büyüme Hasankeyfli. Hasankeyf'e âşık. Yedi yıl öncesine kadar mağarada yaşamış ve uzun yıllar çobanlık yapmış. Can çekişen Hasankeyf'in tanıtımı ve kurtarılması için çok çaba harcamış. Son ana kadar Hasankeyf'i anlatmak için çalışacağını söylüyor.
![](http://kentyasam.com.tr/wp/wp-content/uploads/images/2017/201712052250474083.jpg)
Söyleşe söyleşe bizi "Boş Beşik" mağarasına götürdü. Mağara yaşamını anlattı. Yöresel hilve kahvesi içtik. Kaval çaldı. Yaşamından kesitler anlattı. Bize Türkçe, Kürtçe, Arapça ağıtlar ve türküler söyledi. Çoban Ali'nin yanık sesi mağarada yankılandıkça gözyaşlarım sel oldu. Kahvemin tadına gözyaşlarım karıştı. Bu başlangıçsız toprakların suların altında kalmasına yüreğim dayanamadı. Vedamı gözyaşlarımla yaptım. Zaten tomur tomur kabarıyorlardı sabahtan beri. Zor tutuyordum kendimi.
![](http://kentyasam.com.tr/wp/wp-content/uploads/images/2017/201712052250184083.jpg)
Çoban Ali'ye "Burası suya gömülünce ne yapacaksın?" diye sordum, "Düşünmek bile istemiyorum" dedi. Sesinde isyan, çaresizlik vardı. Söylediği yanık türküler, ağıtlar aslında her şeyi söylüyordu. O sevgilisini, ekmek kapısını, anılarını, köklerini, her gün dokunup hissettiği bu güzel şehri, zengin kültürel birikimi yitirecek. Yine de umudu var. Yaşadığı mağaranın kapısını tuğla ile örmüş. Belki bir gün dönerim diye.
Peki, biz neleri kaybedeceğiz? Anlatayım:
Uygarlığın beşiği olarak bilinen Yukarı Mezopotamya'nın stratejik kalesi Hasankeyf'in ilk konuklarının kimler olduğu bilinmiyor. Antik kentin üzerine kurulduğu kaya kütlesinin, Dicle Nehri ve onunla birleşen çevredeki küçük akarsuların 100 binlerce yıllık aşındırması sonucu oluştuğu düşünülüyor.
Hasankeyf'in tarihi belgelerde geçen ismi ise burada yaşayan topluluklara göre değişiklik gösteriyor. Süryanice kaynaklarda Hesna Kepha olarak geçen adındaki "Kepha" sözcüğünün, Süryanicede 'kaya' anlamını taşıyan "kifo"dan geldiği öngörülüyor. Arapça'da ise Hisn Kayfa olan şehrin adı "kaya hisarı" şeklinde çevriliyor. Hisn Kayfa adı sonradan kısaltılarak Hisn Kayf olmuş, Osmanlı egemenliği altında ise Hasankeyf şeklini almış.
![](http://kentyasam.com.tr/wp/wp-content/uploads/images/2017/201712052250344083.jpg)
Antik kentin çevresindeki 6000'e yakın mağara, insanın ilk yaşadığı yerlerden biri olduğunu gösteriyor. Bir sığınak olduğu öngörülen antik kentin bilinen tarihi M.Ö. 8. Yüzyıl'a dayanıyor. Mezopotamya'ya hâkim konumu, içinden Dicle nehrinin geçmesi, yukarı kale bölümünün uçurumlar ile çevrilmesi, savunmaya elverişli mağaraları da, fiziki gücün egemen olduğu çağlarda, Hasankeyf'i kavimlerin paylaşamadığı bir yer haline getirmiş.
Milattan sonraki ilk yüzyıllarda Hasankeyf, Bizanslılarla Sasaniler arasında zaman zaman el değiştirmiş. 4. Yüzyıl'ın ortalarında Hasankeyf'e sağlam bir kale yapan Bizanslılar, 7. Yüzyıl başlarına kadar buraya egemen olmuşlar.
Hasankeyf Ortaçağ'da da stratejik ve askeri önemini korumuş. Müslümanlar Hasankeyf'i Hz. Ömer döneminde M. 638 yılında ele geçirmişler. Halifeler dönemi ardından sırası ile Emeviler, Abbasiler, Hamdaniler, Mervaniler, Artuklular, Eyyubiler ve Osmanlılar buraya egemen olmuşlar.
Hasankeyf tarihi önemini, M.S. 1101 yılında buraya hâkim olan ve 130 yılı aşkın bir süre başkentlik yaptığı Artuklular döneminde kazanmış. O dönem ticaretin önemli bir kısmının nehir yoluyla yapılması nedeniyle, Dicle Nehri üzerinde bulunan Hasankeyf de ticari açıdan Ortaçağ'ın Bağdat ve Şam gibi önemli şehirlerinden biri haline gelmiş.
Artukluların buradaki egemenliğine 1231 yılında son vererek Hasankeyf'i ele geçiren Eyyübi Kürtleri, 1260'ta Moğol saldırısı ile karşılaşmışlar. Eyyubiler, 14. Yüzyıl'ın başlarından itibaren Hasankeyf'i yeniden yapılandırmaya başlamış. Birçok eserde imzası bulunan Eyyubiler döneminde tarihinin en parlak dönemlerinden birini yaşamış. Eserlerin her şeye karşın bir arada ve uyum içerisinde bugüne kadar kalmalarının en önemli nedeni ise, burayı ele geçirenlerin, kendilerinden önceki yapıları yıkmadan, yanına kendilerine ait eserler yapmaları, yine bu eserleri yenileyip kendi uygarlıklarına ait bezemeler ile süslemeleridir.
Hasankeyf, kalenin bulunduğu alanda yer alan Yukarı Şehir, Dicle'nin güney sahillerindeki sekilere yayılan Aşağı Şehir ve Dicle'nin kuzeyindeki sekilerde bulunan kent alanları ve mahalleler olmak üzere üç ana bölüme ayrılıyor.
Antik kentte bulunan 6 bine yakın mağaranın dışında insan eliyle yapılmış eserlerin her biri bir dönemin kültürü, yaşamı ve mimarisine ışık tutuyor. Dev bir kaya kütlesi üzerinde bulunan Kale, Kale üzerinde bulunan Eyyübiler'e ait Ulu Cami, Büyük Saray ve Küçük Saray, Taş Köprü, El-Rızk Cami, Sultan Süleyman Cami, Eyyübiler'e ait Koç Cami, Hasankeyf'in en önemli eserlerdir.
Hasankeyf'te ayrıca kime ait olduğu bilinmeyen tarihi kaya mezarlar, kaya evler bulunuyor. Ortaçağ'a ait üç üniversitenin kalıntıları, kiliseler, gizli geçitler, kale ve suyolları, yörede yakın zamana kadar tüm bölge buğdayının öğütüldüğü 30'u aşkın kayaya oyulmuş değirmen, eyvanlar var. Kaleden Dicle'ye inmek için kullanılan ve kayaların yontulması ile oluşturulmuş 200 basamaklı merdiven bulunuyor.
Hasankeyf, Hristiyanlık ve İslamiyet açısından da önemli bir merkezdi. İslami dönemde Yukarı Mezopotamya'da inşa edilen ilk İslami eserler var. 2 bin yıllık geçmişi olan eserlerin dünyada benzer örnekleri bulunmuyor.
Ilısu Barajı'nın Hasankeyf dışında sulara gömeceği tarihi yerler ise kamuoyunca çok fazla bilinmiyor. Oysa çevreciler ve arkeologların üzerinde en fazla durduğu konulardan biri de bu. Barajın etkileyeceği 37 bin 750 hektarlık bu alanda arkeolojik araştırma yapılması gerekirken, 1988-1991 yılları arasında yapılan araştırmalarda bu alanın sadece 7 bin hektarlık bölümü incelendi. İncelenen alan içerisinde ise 300'ü aşkın arkeolojik alan belirlendi. Bunlardan 83'ü barajdan doğrudan etkilenirken, diğer alanlar ise baraj gölünün aşındırma etkilerine açık olacak.
Bilimsel kaynaklara göre, Dicle kenarında bulunan ilk aletli tarımın yapıldığı yer olan alanda 100'e yakın höyük; Kalkolitik Çağ'a, Tunç Çağı'na ve en önemlisi Neolitik Çağ'a ait birçok bulguya ulaşılabilmesi açısından çok önemli. İlk çağlardan itibaren yerleşim alanı olarak kullanılan bölgede aynı zamanda İran, Arap Yarım Adası, Kafkaslar ve Anadolu arasındaki geçişi sağlayan çok sayıda geçit bulunuyor. Barajın yapılması durumunda insan türünün kökenleri, tarımın başlangıcı, çok sayıda uygarlığın ayak izleri ve maddi varlıklarına dair olağanüstü kanıtlar da sular altında kalacak.
İşte böyle kısaca özetledim yitireceklerimizi. Ben iki kez görme şansı yakaladım. Mutluyum. Hiç göremesem üzülürdüm. Çoban Ali kadar bile umutlu değilim. Her şey anılarda, fotoğraflarda ve yazılarda kalacak. Bir de kulaklarımda Çoban Ali'nin çığlığı kalacak. Hasankeyf'in ellerimizden alınmasına dayanamayan yüreğin isyan çığlığı.