2003 yılında Güneydoğu Anadolu gezisi kapsamında bir gün konakladığımız ve doyamadığımız Mardin'e bir kez daha gitmeyi hep istedim. Kısacık süren bu ziyarette Mardin'e vurulmuş, adeta aşık olmuştum.14 yıl sonra vuslata erdim, üç gün de olsa Mardin'i tanıma ve anlama şansı yarattım. Hoş bu üç gün de Mardin ve çevresinde barındırdığı zenginlikler ne kadar yaşanabilir? Elbet süre yeterli değil, ama hiç yoktan iyidir.
Sıcak ve tozlu Mezopotamya ovasının rüzgarı karşıladı beni. Altı aydır yağmur yağmayan şehir toz kokuyordu. Mardin, bütün ovayı yüksekten izleyen bir ece edasıyla biz gezginlere "hoş geldin" dedi. Ya da ben heyecandan öyle hissetim, bilemiyorum. eren aşıklar gibiydim. Değil toz, çamur içinde bile sarılabilirdim Mardin'e. İnsan sevdiğine kavuşunca toza, kire bakar mı?
Şehir için "Gecesi gerdanlık, gündüzü seyranlık" diyorlar. Ben şöyle bir Orta Doğu haritasına bakınca Mardin'i Mezopotamya ovasının başındaki bir taca benzettim. Onun için ben bu şehre "Mezopotamya'nın Tacı" diyorum. Her Mardinseverin kendine göre bir yakıştırması, benzetmesi olacaktır. Elbette herkes sevdiğini gönül gözünden başka görür. Bu da benim görüşüm.
Mardin ile ilgili her yerde bulabileceğiniz birçok tarihi bilgiyi size anlatmak istemiyorum. Yazılı ve sanal bilgi kaynaklarında bir bilgiye ulaşabilirsiniz. Ben Mardin'deki müzelerden ve birinde yaşadığım anıdan söz etmek istiyorum.
Mardin'de iki müze bulunuyor. Birisi şehir meydanındaki Mardin Müzesi. 1895 yılında Antakya Patriği Behnam Bani tarafından Süryani Katolik Patrikhanesi olarak yaptırılan bina, restore edilerek 1995 yılında müze olarak hizmete açılmış. Uzun süre dini amaçlı hizmet veren yapı, askeri garnizon, çeşitli siyasi parti merkezi, kooperatif binası, sağlık ocağı ve polis karakolu olarak da kullanılmış. Binayı Süryani Katolik Vakfı'ndan satın alan Kültür Bakanlığı, Mardin Müzesini Zinciriye Medresesi'nden alarak bu binaya taşımış.
Sarımtırak renkli kalker taşından yapılan çift giriÅŸli, üç katlı müze, iç ve dıştaki tonoz, kemer ve sütun baÅŸlıklarındaki eÅŸsiz taÅŸ süslemeleri ve koleksiyonundaki eserleriyle Türkiye'nin önemli müzelerinden biridir.Â
Birinci katta idari bölümler, danışma, konferans salonu, laboratuvar, yemekhane; ikinci katta etnografya sergi salonu, kütüphane ve eser depoları; üçüncü katta arkeolojik eserlerin sergilendiği salonlar ve uzman odaları bulunmaktadır.
Girnevaz Höyük kazılarında elde edilen tablet, silindir mühür, seramik, figürin ve takılar, Kuzey Mezopotamya ve Güneydoğu Anadolu kültürlerinin Eski Tunç, Asur, Urartu, Grek, Pers, Helenistik, Roma, Bizans, Selçuklu, Artuklu ve Osmanlı dönemlerine ait seramik, mühür, kandil, sikke ve cam şişe örnekleri Arkeoloji Salonu'nda sergilenmektedir.
Etnografya Salonu'nda sergilenen eserler arasında özellikle Midyat İlçesi'nde köklü bir geçmişi olan gümüş işçiliğinden örnekler, yöresel giysiler, kılıçlar, kahve (mırra) takımları, hamam takımları, tespihler, bakır eşyalar yer almaktadır.
Bu müzede beni en çok etkileyen salon Sahte Eserler salonuydu. İlk defa göreceğimi söyleyerek salona girdim. Görevli, Türkiye'de başka hiç bir müzede böyle bir sergileme olmadığını, bu nedenle ilk olmasının normal olduğunu söyledi. Gerçeklerinden ayırt edilemeyen eserleri inceledim. Müze yetkilileri, tarihi eser kaçakçılığı yanında sahte eser dolandırıcılığının da suç olduğunu göstermek ve halkı bilinçlendirmek için böyle bir salon düzenlemişler.
Müze, Mardin'de kültür ve sanat merkezi olarak da birçok etkinliğe ev sahipliği yapıyor. Girişinde bulunan arkeopark bölümü çocuklar için düzenlenmiş. Çocuklar burada arkeolojik kazı deneyimi yaşıyorlar. Müzede bulunan işliklerde, zaman zaman çocuklara yönelik seramik, sikke basımı, tablet ve mühür baskısı, yenileme heykel, müzik, ebru, kök boya, baskı, taş işleme, bakır işleme ve eski çocuk oyunları etkinlikleri düzenleniyor. Mezopotamya ovasına bakarak satranç oynamak isterseniz kocaman bir alan sizi bekliyor. Ayrıca bir sanat galerisi ve konferans salonları bulunuyor. Sıradan bir müze değil burası. Yaşayan, öğreten, üreten bir kültür-sanat merkezi. Darısı tüm şehirlerin başına diyor, bu güzel müze için emeği geçen herkese çok teşekkür ediyorum.
Geldik diğer müzeye?
Bu müzenin adı Sabancı Kent Müzesi ve Dilek Sabancı Sanat Galerisi:
Mardin Savurkapı Mahallesi'ndeki eski Cumhuriyet Meydanında bulunmaktadır. Mardin Sabancı Kent Müzesi binasının yazıtı günümüze ulaşmadığı için tam olarak ne zaman yapıldığı bilinmemektedir. Bazı kaynaklarda yapının mimari Mimarbaşı Lole olarak belirtilirken, bazı kaynaklarda da Mimarbaşı Cebrail Hekimyan ismi geçmektedir. 19. Yüzyıl'ın sonlarına doğru Sultan II. Abdülhamit zamanında Hamidiye Alayları Süvari Kışlası olarak inşa edilen yapı, kışla binası olarak kullanıldıktan sonra, Cumhuriyet'in ilk dönemlerinden 2003 yılına kadar da askerlik şubesi ve vergi dairesi binası olarak kullanılmıştır. 2007 yılında Sabancı Vakfı tarafından restore edilmeye başlanmış, 2009 yılında Sakıp Sabancı Mardin Kenti Müzesi ve Dilek Sabancı Sanat Galerisi olarak hizmete açılmıştır. İki katlı bir yapı olan Müze binasının zemin katı kışlanın ahır kısmını oluştururken, üst katta ise idare ve yatakhane amaçlı yapılmış bölüm bulunmaktadır.
Sakıp Sabancı Mardin Kent Müzesi olarak hizmet veren binanın üst katında, Mardin şehrinin kimliğini/belleğini oluşturan zanaatlar, yaşam alanları, sosyal yaşam ve kent tarihine ait buluntu ve eşyalar sergilenmektedir. Müze, görsel ve işitsel materyallerle zenginleştirilmiş. Müze kütüphanesinde, Mardin hakkında bugüne kadar çıkmış olan bütün kitaplardan örnekler bulunuyor. Dilek Sabancı Sanat Galerisi olarak hizmet veren alt katta ise; fotoğraf, resim, ebru ve güncel sanata ait eserlerin sergileri, ziyaretçilerin beğenisine sunulmaktadır.
Müzeye girerken, şoförümüz Kerim Bey heyecanla ve gözleri dolarak "Benim bu müzede anılarım var" dedi ve bizimle birlikte dolaşmaya başladı. Önde körüklü fotoğraf makinesi arkada siyah fonda "Mardin Hatırası" yazılı bir bölüme geldiğimizde Kerim Bey sözü aldı. Fotoğraf makinesinin babasına ait (Şeyhmus Çiçek) olduğunu, beş çocuğunu bu makine ile okuttuğunu, evini geçindirdiğini anlattı. Ayrıca makinenin nasıl kullanıldığını gösterdi. Aile, Şeyhmus Çiçek'in ölümünden sonra bütün fotoğrafları ve makineyi saklamış. Daha sonra bu müzeye bağışlamış. Şeyhmus Çiçek'in çektiği siyah beyaz fotoğraflar sayesinde Cumhuriyet'in ilk yıllarından seksenli yıllara kadar Mardinlileri ve onların yaşantı izlerini görebiliyorsunuz.
Körüklü fotoğraf makinelerini ve onunla çekilen fotoğraflar bu gün değerli birer yaşam belgesidir. Kerim Bey, hem ailesinin anısına, hem de Mardin'in görsel belleğine sahip çıkmış. Bu belgeleri Mardinlilerle ve Mardin'e gelen gezginlerle paylaşmak üzere Müzeye bağışlamış. İyi olmuş. Kerim Bey ve ailesine bu vefalı ve saygın davranışları için teşekkür ediyorum. Ayrıca babası Şeyhmus Çiçek'in anısı önünde saygıyla eğiliyorum.
Bu üç günde yaşadıklarımı, gördüklerimi ve bendeki izlerini anlatmakla bitiremem. Ben, gördüğüm iki güzel müzeyi ve bir anımı sizinle paylaşmak istedim. Mardin gezilmez, yaşanır. Ancak öyle anlaşılır.