48 plajlı Thassos Adası 2016-08-26 00:00:00
Yazar: Işık Teoman
Mustafa Dermanlı'nın Yunanistan'ın Thassos Adası (Taşöz) ile ilgili bir yazısını BirGün gazetesinde okuyunca ilgimi çekti ve oldukça kapsamlı araştırma yaptım. Ada ile ilgili çok sayıda yazı okudum ve yıllık iznimizi Thassos Adası'nda bir kamping'te geçirmeye karar verdik. Zaten çadır yaşamını seviyoruz ve keyif alacağımız bir tatil olduğunu düşündük ve haklı da çıktık.... Sınır kapısından çıkarken sadece aracın yeşil sigortasını soruyorlar. Yunanistan ise AB uyumlu yeni ehliyetleri kabul ediyor. Tüm bu işler için yaklaşık 300 TL harcama yaptık. Ağustos ayının ilk haftası sabah erken saatlerde yola koyulduk.
Çanakkale'ye ulaşana kadar hiç durmadık; sadece Gömeç'te kısa bir mola verdik ve kahvaltımızı ettik. Çanakkale'de şehir merkezine giriş yapmadan, doğru Lapseki'ye geçtik ve 35 lira ödeyerek 30 dakikalık bir yolculukla Gelibolu'ya, yine hiç mola vermeden Keşan-İstanbul yoluyla sınır kapısı olan İpsala'ya ulaştık. Ayşe'nin Schengen vizesi olduğu için giriş işlemleri kolaylıkla tamamlandı. Ben gri pasaportlu olduğum için İzmir Gazeteciler Cemiyeti'nden aldığım "görevlendirme" yazısı sayesinde bir süre bekletildikten sonra ancak giriş yapabildim. OHAL'e yakalanmadan Yunanistan sınırına girdik ve tüm bu işlemler yarım saatimizi almadı bile.
Alexandroupoli (Dedeağaç)
İpsala- Alexandroupoli (Dedeağaç) arası 50 kilometre otoyolda hız sınırı 130 kilometre. Biz yine bir aksilik yaşamayalım diye yaklaşık bir saatlik yolculuktan sonra Dedeağaç'a giriş yaptık. Doğru marketten buz gibi iki Mythos birası kaptık ve sahilde bir banka oturup yudumladık. Dedeğaç'a varışımız saat 17.00 civarında olunca geceyi burada geçirmeye karar verdik. Kısa bir araştırmanın ardından belediyeye ait bir kampinge yerleşip çadırımızı kurduk ve kendimizi serin sulara bıraktık...
Akşam marketten alışveriş yaptık ve uzo eşliğinde keyifli bir şekilde karnımızı doyurduk. Sabah çok erken saatte kalktık ve çadırımızı toplayıp Kavala'ya hareket ettik... Yolda birkaç köye giriş çıkış yapıp havayı kokladık. Türk kökenli Zakire Teyze'den incir satın aldık ayaküstü sohbet ettik. Yine bir hatırlatma yapayım; Kavala'ya uğramadan da adaya gidiliyor ve Kavala'ya göre daha kısa sürüyor yolculuk. Keramoti sapağını kaçırırsanız Kavala'dan gitmek zorunda kalırsınız, çünkü otoyoldan çıkmak mümkün değil ondan sonra...
Yunanistan otoyollarında şöyle bir uygulama var; önce bir şehir, kasaba veya köyün ismi yazıyor levhada ve ardından 500 metre sonra bir daha isim yok, exit (çıkış) yazıyor, kaçırdınız mı geri dönüş oldukça zorlu... Kavala'yı merak ettiğimiz için birkaç saat burada kaldık... Kavala da İzmir gibi apartmanlar ile çevrelenmiş bir şehir. Geniş bir limanı var, sahil boyunca uzayıp gidiyor...
Keramoti'den yarım saatte Thassos
Daha çok zaman kaybetmeden Keramoti'ye dönüş yaptık, Keramoti'den yarım saatte bir feribot kalkıyor, iki kişi ve bir araç için 25 Euro ödedik. Yarım saatlik bir yolculuk sonrası Thassos Adası'na ulaştık. İzmir'den yola çıkarken Pefkari kampingte kalmayı planlamıştık. Limenaria şehrindeki kampı bulduk. Kamp güzel ancak deniz kıyısına yığılan karavanlar adeta Çin Seddi gibi kıyıyı kaplamış ve kampın havasını kesmiş. O nedenle başka bir arayışa girdik. Harita üzerinden yaptığımız araştırmada Prinos köyünde Daedalos kampingi bulduk. Sahili oldukça uzun bir kamp. Ağırlıklı olarak Yunan vatandaşları ve Ruslar kalıyor. Biz çadırımızı Yunan ve Rus ailenin arasına kurduk. Kampta çadır için 3.15, kişi başı 3.90 ve araç için de 2.75 Euro günlük ödeme yaptık. Elektrikli aletimiz olmadığı için elektrik almadık. Onun da günlüğü 4 Euro...
Tatili kamping'te tamamladık
15 gün boyunca Daedalos kampında kaldık. Buzdolabı, sıcak suyu, duşları, tuvaletleri, çamaşırhanesi, bulaşıkhanesi ve plajı ile bizim için muhteşem bir kamptı... Gelelim adanın genel yapısına: Adada 48 adet plaj var... Ancak bu 48'in dışında beğendiğiniz her yerden denize giriliyor, su ne soğuk ne sıcak, pırıl pırıl, tertemiz... Adada toplanan çöpler orada kalmıyor büyük taşıyıcı araçlar ile Kavala'ya veya Keramoti'ye taşınıyor ve adanın temiz kalması sağlanıyor, çok da mantıklı... Adada, plaj, şezlong ve otoparklar ücretsiz...
Bugüne kadar gezdiğim adalar içinde en yeşil, ormanı en bol olan ada... Ve adanın çevresi sık çam ormanları ile kaplanmış durumda... Sadece kötü görüntü yaratan mermer ocakları var. Adada paranız kısıtlıysa çok ucuza karnınızı doyurabileceğiniz yerler var. Bir yerde 8 Euro'ya yiyebileceğiniz bir döner başka bir yerde 2.40 civarında ve porsiyonlar oldukça büyük... Biz marketlerden kahvaltılıklar aldık, kampın buzdolabında koruduğumuz için hiçbir sorun yaşamadık.
İçecekler yarı fiyatına
Yunan biraları bizim biraların yarı fiyatına; 0,95-1.40 arasında fiyatlar değişiyor. Yunan efsane birası Mythos 1.18'e satılıyor... Türkiye'de genellikle Bomonti içiyorduk 6.50 lira civarında, hemen hemen yarı fiyatına bira içtik adada... İyi bir kırmızı şarap 10-15 Euro kadar. Bizde üzerine ÖTV ve KDV binince rakam ikiye katlanıyor... Bu arada adanın dört bir yanı zeytin ağaçları ile kaplanmış ve ülkenin önemli zeytinyağı bu adadan çıkıyor... Ayrıca arıcılıkla geçinen ve yollarda bal satışı yapan çok sayıda köylüye rastlıyorsunuz... Köylerde oğlak çevirme yapan çok sayıda restoran görmek mümkün... Keçiler serbest bir şekilde ortalıkta dolaşıyor ve her an için yolda bir keçi veya keçi sürüsüyle karşı karşıya kalabiliyorsunuz...
Plajlara doyum olmuyor
Kaldığımız kampa yakın Skala Marion köyü ardı ardına üç ayrı koyu ve plajları ile en beğendiğimiz köydü; birkaç günümüzü burada yüzerek, okuyarak ve dinlenerek geçirdik. Plajlar arasında; Tripiti, Paradisos, Skala Sotira, Skala Potamias, Atspas ve Aliki en beğendiklerimiz. Aliki bizim Çeşme'nin Aya Yorgi'si gibi. Tıklım tıklım şezlonglardan denize ulaşmak neredeyse mümkün değil, buna karşın adanın en popüler plajı... Dediğim gibi 48 plaj ve çok sayıda yüzülecek koyları ile muhteşem bir ada Thassos...
Giola çukuru
Ama en keyif aldığımız, tam bir günümüzü geçirdiğimiz Giola çukurundan söz etmek istiyorum. Ana yoldan sapılarak kötü, stabilize bir yol üzerinden gidiliyor Giola'ya. Bir süre sonra yol daha da kötü bir hal alıyor ve yolumuza yürüyerek devam ediyoruz.Giola çukuru yaklaşık 50 metre kare büyüklüğünde, dağın yamacında denizden gelen sert dalgaların vurmasıyla oluşmuş doğal bir havuz. Dalganın ardı ardına vuruşuyla çukur tamamen deniz suyuyla doluyor ve iyi yüzme bilmeyenler için tehlike yaratabiliyor çünkü dalgaya karşı direnmek insanın gücünü tüketiyor. Yine de keyifle her yaştan insan çukurun etrafından, cesaret edebildiği yükseklikten kendini çukura bırakıyor, biz de Ayşe ile birlikte birkaç defa çivileme atladık ve saatlerce yüzüp Giola çukurunun keyfini çıkardık...
Köyler hüzünlü
Adanın dört büyük köyü var: Panagia, Theologos, Maries ve Kazaviti... Ayrıca küçük köyler de var, Kallirahis, Sotiras, Marion, Rachoni ve Lefki gibi... Lefki hariç tüm köyleri dolaştık, sokaklarını karış karış gezdik... Taş yollar, taş evler, kayrak taşlı kiremitler revaçta... Zeytinyağı müzesiyle bilinen Panagia köyü en beğendiklerimizden... En fazla iki katlı yapıların yer aldığı sırtını ormana dayamış olan Panagia köyünde çatıların tümü kayrak taşı ile kaplı, dar sokakları kireç ile boyanmış, minik bahçeleriyle masal dünyasında gibi hissediyor insan kendini... Theologos köyü de orman köyü; iki yol köyün içinden geçiyor birini gidiş diğerini geliş olarak kullanıyorlar... Restoranlarıyla ünlü hemen her restoranda oğlak çevriliyor, sokak aralarında dolaşırken pişmiş oğlak kokusu karnınızı acıktırıyor. Bu köyün bir de folklor müzesi var ancak çok kapsamlı değil giriş 2 Euro...
Avrupa Birliği 510 bin Euro göndermiş
Bu arada Aliki koyundan söz etmek istiyorum, plajın arkasında yüzlerce yıl önce kullanılmış mermer ocakları var. Ulaşım o dönemde deniz yoluyla yapıldığı için mermer ocaklarını denizin dibinde açmışlar ve o yılların koşullarında ilkel aletlerle mermerleri kesip çıkarmışlar ve gemilerle de taşımışlar. AB bu bölgeyi koruma altına almış ve 510 bin Euro para göndermiş. Bu bölgede ateş yakmak, kamp yapmak kesinlikle yasak. Proje çerçevesinde çam ormanlarına kıyı boyunda başlayarak yürüyüş yolları yapılmış dinlenme alanları oluşturulmuş...
Eğlenmek için Skala Potamias
Bu arada adaya eğlenmek için gitmek isteyenlere de bir önerim olacak... Adanın en uzun plajına sahip olan Skala Potamias renkli yaşamın popüler olduğu bir bölge. Çocuklar için ayrıca eğlence alanları düzenlenmiş. Gündüz ile gece arasındaki yaşam gerçekten çok farklı. Gece lokanta, restoran ve kafelerin hepsi hıncahınç dolu mekanlar birbirinden güzel dekore edilmiş.
Alışveriş için Potos
Adaya gelip sevdiklerine uygun fiyata hediyelik eşya almak isteyenlerin adresi Potos olmalı. Nedenine gelince Potos onlarca hediyelik eşya satan dükkanlarıyla biliniyor. Örneğin Thassos merkezinde 3 Euro ödeyerek satın alabileceğiniz bir deri bilekliği buradan 1 Euro'ya alabilirsiniz. Bölge yeme ve içme açısından da dopdolu. Plaj ile iç içe yüksek sesle müzik yayını yapan kafe ve restoranlar özellikle gençleri bu plaja çekiyor...
Binlerce zeytin ağacı ve arı kovanı
Tekrar köyleri anlatmak istiyorum: Rachoni mütevazı bir köy, Kallirahis de öyle... Sotiras tam bir dağ köyü ancak pek çok yaşam son bulmuş terk edilmiş ve yıkılmış evleriyle hüzün veriyor. Ancak köyün merkezindeki dev çınar ağacının altındaki tavernada yer bulmak mümkün değil. Ayrıca dağdan gelip akan buz gibi suyu şişelere doldurmak için insanlar kuyruğa giriyor, biz de o buz gibi sudan içip yüzümüzü yıkadık. Maries köyü de sakin ve sessiz bir köy. Yol boyunca binlerce zeytin ağacı ve arı kovanı, köyün sonunda da bir de şelale var. Ancak yaz sezonu nedeniyle epey cılız akıyor ve mini bir gölet oluşturmuş çınar ağaçlarının arasında... Yine diğer köylerde olduğu gibi burada da eski yapıların bir bölümü yıkılmış bir bölümü de ayakta zor duruyor, direnmeye devam ediyor... Genellikle köylerde yaşlı nüfus yaşıyor... Thassos Adası'nda kaldığımız günlerde bir de geleneksel festivallerine rastladık kısa süre eğlenceye eşlik ettik...
Kastro köyü ve hüzün
Adanın dört bir yanını, hemen tüm köyleri gezdik, sokaklarını dolaştık evlere baktık, avluları ve bahçelerini hayranlıkla seyrettik. Tatilin son günlerinde bir köy kalmıştı... O köye de gitmeye karar verdik. Kastro köyü adanın en zirvesinde bir köy, çevresi sık ormanlarla kaplı ama köy bozkır... Yaklaşık yirmi kilometrelik bir yolculuk sık çam ağaçlarının arasında sürüyor. Köy bizim Güneydoğu Anadolu'nun tipik köylerini andırıyor. Bozkırın ortasında taş evler, toprak yollar ve tek tük ağaçlar...
Önce geri dönmeyi düşündük, o kadar yol teptik diye köyün içini ve çevresini gezmeye karar verdik. Bir kilise ve ardında taş yapılı bir bina gördük. Kilise kapalı olduğu için taş binaya yöneldik ve onun da şapel olabileceğini düşündük. Taş yapının eni beş metre uzunluğu ise on metre civarındaydı, yüksekliği ise iki metre kadardı... Çatısı da taş ile kaplıydı ve çatıda bir baca vardı. Demir kapının açık olan penceresinden içeri doğru baktığımızda bir kemik yığını ile karşılaştık; kısa süre bir şok yaşadık ve ne olduğunu anlamaya çalıştık... Kapı birden açıldı ve içeri girdik, içeride tepeleme kemik yığını, duvar diplerinde çelik ve ahşap kutular üzerinde ölenlerin fotoğrafları ve içinde kemikleri... Şaşkın şaşkın bakarak ne olduğunu öğrenmeye çalıştık... Google'a sorduk pek bir açıklama bulamadık. Gezinin son dört günü bu durum hep aklımıza takıldı durdu. Hüzünlendik, neden böyle olduğunu sorgulayıp durduk Ayşe ile birbirimize... Yaşamı sorguladık, yaşamın sonunu düşündük, kemikleri, kafataslarını düşündük, garipsedik ve İzmir'e döndük...
Sonra göz atarken yine o fotoğraflara baktım ve aklıma belediyede çalışma arkadaşım Teodora Hacudi'ye danışmak geldi... O da anlattı; bunun bir gelenek olduğunu, ölünün üç yıl boyunca mezarda kaldığını ve sonra kemiklerinin çıkarılıp kutulara konulduğunu ve burada sonsuza kadar kaldığını söyledi. Anlatılanlar bizi aydınlattı. Ama uygulamanın ulu orta yapılmasının, kapısı açık, kemiklerle ve kafataslarıyla yüz yüze gelmenin burukluğunu hala yaşıyorum. Bu uygulamanın daha çok Yunanistan'da yapıldığını da öğrendim; amaç yeni ölülere yer açmak... Yine de yaşamın sonu böyle mi olmalı bilemiyorum...
Marble Beach
Yazının sonuna kadar hiç söz etmediğim bir plaj var: Marble Beach. Yani mermer plajı... Bildiğimiz mermer ocağı ve halen üretime devam ediyor, dev kamyonların biri gelip diğeri gidiyor. Sahil kenarında dev vinçler ve devasa boyuttaki mermer bloklar arasında park etmiş arabalar ilginç bir görüntü oluşturuyor, biraz da ürküyor insan. Mermer ocağı sık bir çam ormanının içinde çalışmaya başlamış, kimse de tepki göstermemiş. Çünkü çok verimli bir mermer ocağıymış ve yıllardır da blok çıkarmaya devam ediyor. Çevrecilerin tepkisini daha çok çekmemek için bir çözüm yolu bulmuşlar. Mermer ocağı çalışmaya devam etsin ancak adanın en güzel koyundan da insanlar neden yararlanmasın diye düşünmüşler... Ortalık toz duman, çam ağaçlarının ibreleri bembeyaz, araçlar toz içinde, plajın kumları mermer kırıklarından oluşuyor ama ilginçtir, insanın üzerine yapışmıyor.
Denizin içine de tonlarca mermer tozu dökmüşler ve denizin altına yerleşen mermer tozları turkuaz bir görüntü yaratınca turistlerin ilgi odağı olmuş. Çam ormanlarının önemli bir bölümü kesilmiş ancak sahil boyunca zeytin ağaçları dikmişler, ağaçların arasına bir de restoran açmışlar... Adanın en güzel koyunda en sık çam ormanları ile çevrilmiş bölgesini popüler bir konuma getirmişler... Gerçekten biz de Ayşe ile turkuaz denizde saatlerce yüzdük, çıkmak istemedik... Ve bunu kim düşündüyse, kim akıl ettiyse kendimizce kutladık... Hemen tüm doğa severlerin tepkisini alacak bir doğal güzelliğe mermer ocağı aç, binlerce çam ağacını kes, sonra o bölgeyi plaja çevir Marble Beach diye adını koy. Turizm budur... Zeytin ağaçlarıyla, arı kovanlarıyla, mermer ocaklarıyla, plajlarıyla ve de otantik köyleriyle gerçekten gönlümüz bu adada kaldı...