Düşünce yapısı 6
Yazar: Oğuz Adanır
Kimseye yaranamayan çok değerli aydınlarımızdan biri olan Sabri Ülgener, Cumhuriyet'in kuruluşundan bu yana Osmanlı Andolu toplumu üstünde belki de en önemli zihniyet/kültür araştırmalarından bir kısmını 1950-1990 yılları arasında yayınlamıştır. Özellikle Max Weber ve Sombart gibi Alman araştırmacılardan etkilenen ve esinlenen Ülgener, Osmanlı'dan yola çıkarak ülkede neden kapitalist bir sistemin oluşamadığı gibi temel bir sorunun yanıtını zihniyet/kültür ikilisi üzerinden açıklamaya çalışmıştır.
Özellikle ekonomik zihniyet olarak nitelendirdiği olgu üzerinde yoğunlaşan Ülgener, toplumun genel düşünce yapısının ortaya çıkartılması konusunda da çok büyük bir çaba harcamıştır.
İki kitaptan oluşan zihniyet araştırmalarında inançlar ya da dinin oynadığı rol üstünde de çok ayrıntılı bir şekilde duran araştırmacımız durumu şu şekilde özetlemektedir:
"Şekle ve ibadete ait farizaları ...yerine getirdikten sonra dini bütün sayılmamak için bir neden yoktu. İslam, ortalama bir müslüman gözüyle şekil ve ibadet düzeyinden ahlak ve davranış katına yeterince nüfuz etmiş değildir... Ağırlık kısacası, şer-i Ortodoks İslam'dan kütle inançlarına bakan yüzü ile halk ve esnaf-harcı İslam'a kaydırılmış..." (İslam, Tasavvuf ve Çözülme Devri İktisat Ahlakı, s. 121-122, Der Y., 1981).
Gerek Batılı gerekse yerel araştırmacıların her şeye olur olmaz bir şekilde dini bulaştırmalarına karşı çıkan yazarımız:
"Hakikat şudur ki, Kur'an arzın yuvarlaklığını isbat için indirilmiş bir kitap olmadığı gibi, bin yıl sonrası sanayi toplumunun iç çelişkilerini önceden haber veren bir fal kitabı da değildir" demektedir. (a.g.y., s.125)
İster istemez kazanç düşüncesi ve burjuvazi arasında ilişkiler kurmaya çalışır:
"Kazanma her zaman ve her yerde kibir, azamet ve gösterişle beraber yürümüştür. İbrahim Hakkı (Marifetname sahibi): "Bol ve gösterişli tarafından yiyip içmenin keyfini sürmek, giyim kuşamla etrafa ululanmak, şeref ve izzet sahibi olmak uğruna ibadeti koyup ticarete gider, kar ve kisb eder"... Püriten iş ve meslek kavramının tam tersi... İktisat ve ticaret kendi mantığı ve hesapları üstünde başka tür motiflerin emrinde ve kontrolundadır: Ayak oyununa getirerek rakibini alt etmenin sinsi ve kurnazca zevki; başkalarını kaşla göz arası boşta ve açıkta bırakıvermenin tarifsiz hazzı." (İktisadi Çözülmenin Ahlak ve Zihniyet Dünyası, s. 199, Der Y., 1981)
"Ortaçağ'dan beri sakin, kanaatkar zihniyet diye (eğer kanaatkarlığın manası sadece bir hırka bir lokmadan ibaret sayılacaksa) bir şey yoktur. Bilakis - diğer şartları da yerinde olsa ? iktisadi bir gelişme ve serpilmeyi için için ateşlemeye yetecek kadar kazanç hevesi içtimai (toplumsal) hayatın nesci (dokusu) altında fazlasile mevcuttur. Fakat netice? Yerini bulamayarak dışarıya taşmış, savrulmuş ve boşalmış bir enerji..." (a.g.y., s.170)
Böyle bir kazanç ve ahlak anlayışının yalnızca üst tabakalara değil toplumun tümünde görüldüğünün altını tekrar tekrar çizen yazar alış veriş ahlakının uzun yüzyıllar boyunca "kapkaç" görünümünden kurtulamaması nedeniyle mazbut bir burjuva ahlakı düzeyine yükselemediğini söyler.
1950'li hatta 1980'li yıllarda bile Türkiye'de özellikle esnafın yüzlerce yıllık alışkanlıklarından hemen kurtulamadığını gösteren çok sayıda belge ve bilgiye sahip olunduğunu ileri süren yazar toplumsal portre denemesini şu betimlemeyle noktalar:
"Bol ve ferah yaşamanın tattıracağı haz ve zevkin (veya özleminin) hiçbir zaman yabancısı olmamakla beraber, o uğurda acele ve telaştan hoşlanmayan, yolunu ve yönünü tayinde görenek ve otorite bağları ile çevrili, dışa ve "yabana kapalı" ve nihayet işinde ve hesabında götürü insan! (.g.y. s.206)
Günümüz Türkiye'sinde büyük metropollerin banliyöleri dahil Anadolu'nun hemen her yerinde küçük ve orta esnaf düzeyinde hala bu anlayışa sahip insanlar bulabileceğimizi söyleyemez miyiz?
Bugün bile sözcüğün gerçek anlamında ahlak ve davranışları belirleyebilecek güce sahip bir inanç sisteminin varlığından söz edebilir miyiz? Çarşı ve pazarlarda hiç aldatılmamış kaç yurttaş bulabiliriz?
Çağdaş bir toplum olabilmenin yolu çağdaş bir ahlak anlayışına sahip olmaktan geçiyor. Osmanlı düzeninin özellikle son yüzyılları tam bir ahlaki çöküşe koşut taassup ve yobazlığın egemenliği altına girmiştir. Padişahla toplum arasında bir tampon kesim, sınıf, vs bulunmaması kitlelere modellik yapacak, referans olabilecek insanların ortaya çıkmasını engellemiştir. Toplum kendisini soyup soğana çeviren padişah kullarının ahlaksızlığının gerisinde yatan nedenin bizzat padişahın tek başına iktidara sahip olma arzusu olduğunu uzun bir süre kavrayamamış gibidir. Hiçbir insan tek başına milyonlarca insanın gündelik yaşamını belirleyemez. Belirlemeye kalktığında yolsuzluklar, hırsızlıklar kaçınılmaz hale gelir.
Avrupa'da başta yol gösteren burjuvazi olmak üzere kitleler tek adam egemenliğinin toplumsal gelişmeyi büyük ölçüde engellediğini ve ekonomik çöküntüler, açmazlarla karşı karşıya bıraktığını uzun zaman önce kavramışlardır. Öte yandan modern toplumbilimin babası Emile Durkheim toplumsal açıdan en büyük tehlikelerden birinin kitleleri gündelik yaşamlarında tek bir insanı referans/model olarak almaya itmektir. Zira bir toplumda herkesin o kişinin sahip olduğu yetenek, nitelikler, ahlak anlayışına, vs sahip olması düşünülemez demektedir. Zira insanlar asla gerçekleştiremeyecekleri böyle bir idealden en kısa sürede vazgeçerek olur olmaz insanları model olarak seçebilmektedirler...