Düşünce yapısı 2
Yazar: Oğuz Adanır
Osmanlı toplumsal tarihi ve Cumhuriyete geçiş sürecini belki de en doğru ve gerçeğe en yakın şekilde özetleyen isim Niyazi Berkes'tir. Özellikle "Türkiye'de Çağdaşlaşma" (1978) başlıklı çok uzun yılların ürünü olan çalışması halen güncelliğinden büyük bir şey yitirmemiştir. Bugün çağdaş bir birey olmak isteyen tüm Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarının bu metni okuması gerekir. Bu ve benzeri metinlerin büyük kitleler tarafından okunup, hazmedilmesi bile Türkiye'nin çağdaşlaşmasına büyük katkılarda bulunabilir.
Metnin en önemli konularından biri Türkiye'nin çağdaşlaşması ve gelişmesi olup Berkes bunun dönüp dolaşıp bir ilerici-gerici çatışmasına dönüşmesinden söz eder. Bu tartışmanın kökenlerini Tanzimat'a dayandıran yazarın ne kadar haklı olduğunu onun bu görüşleri dile getirmesinden elli yıl sonra hala sürdürülen benzer düşünsel çatışmalara bakarak söyleyebiliriz. Bu konunun bir türlü geride bırakılamaması, rafa kaldırılamaması ülkenin çağdaşlaşma, toptan kalkınma sürecini henüz tamamlayamadığının bir göstergesi olarak kabul edilebilir mi?
II. Mahmut'un başlattığı reform dönemini bir başarılar döneminden çok bir başlangıçlar dönemine benzeten Berkes ölümünden kısa bir süre önce padişahın Avrupa'ya bu uygarlığı tanımak ve anlamak amacıyla gönderdiği ve oldukça ilginç gözlemler yapan Mustafa Sami ve Sadık Rıfat Paşanın konuyla ilgili düşüncelerini aktarır.
"1838 yılında elçilik heyetiyle Paris'e giderken Roma, Floransa, Viyana, Prag, Berlin, Frankfurt, Brüksel, Anvers, Londra şehirlerini gören Sami dönüşünde Avrupa Risalesi adlı küçük bir eser yazdı... Bu risalede yeni bir şeyler olduğu gözümüzden kaçamaz. Avrupa'da görülen uygarlık eserlerinin nedenlerini anlamaya çalışıyor. Avrupa uygarlığının üstünlüğünün başlıca nedeni müspet bilimlerin ilerlemesidir. İkinci neden din özgürlüğüdür. Üçüncü neden de eskiyle yeni arasında süreklilik olmasıdır. Avrupa geçmişinden aldığı ilhamların itişi ile akıllara hayret verecek yeni keşifler yapıyor. Dördüncü olarak gördüğü başkalık okuryazarlığın genelleşmesidir. Fakat bütün bunlarda baş etken bilim ve aydınlanmadır. Şu halde bizde de bilimlerin gelişmesi desteklenirse ilerleme için gerekli olan ticaret ve sanayide Avrupa'ya muhtaç olmaktan kurtulmak mümkün olabilecektir." (s.199)
Berkes, Viyana'ya 1837 yılında elçi olarak gönderilen Sadık Rifat Paşa'nın (1807 1856) yazdığı iki yazıyı çok önemser:
"Sadık Rifat da yazılarında Avrupa'nın özellikleri olarak din özgürlüğünü, hükümet yönetiminde intizam, memurların dürüstlüğü, eğitimin ve okuryazarlığın yaygınlığı, halkın eğitiminde kitap ve matbaanın önemini, sermaye yatırımlarının teşvikini, buhar gücü kullanılışını, demiryollarını, bankaları, posta hizmetlerini, otel ve lokantaların temizliğini, eğlence ve müziğin önemini, yoksullar ve hastalar için kurulmuş kurumları sayar. Fakat bunlardan başka asıl söylemek istediği... (Avrupa'nın) bu görünüşlerinin altında bulunan ve onu Batı dışı uygarlıklardan ayıran yanı ilk sezen devlet adamı olarak şunu anlatmaya çalışıyor: reform davası her şeyden önce bir düşün biçimi sorunudur. Geleneğe bağlı, keyfi bir sistemden farklı olarak Avrupa'da hakim olan rasyonel devlet yönetimidir ve bu insan tabiatına, insanın tabii haklarına dayanır. Sadık Rıfat Osmanlıcada henüz karşılığı bulunmayan Sivilizasyon terimini kullanarak sivilizasyonun insan haklarının, yaşama, mülkiyet ve haysiyet gibi hakların tam gerçekleştirilmesi demek olduğunu söyler. 'Avrupa sivilizasyonunda halk hükümet için değil, hükümetler halk içindir. Bundan ötürüdür ki hükümetler halkın haklarına ve kanuna göre çalışır'." (s.199-200)
Berkes, Osmanlı başkentinde Batı uygarlığı, özgürlük, ulus, insan hakları gibi kavramları ilk kez kullanan ve yorumlayan kişi olduğunu söylediği Sadık Rifat Paşa'yla ilgili olarak, Bu sözleriyle reform sorununun, şu ya da bunu düzeltmek değil, bir sistemden onun tersi olan başka bir sisteme toptan geçiş demek olduğunu ilk kavrayan kişi olarak gözüküyor" demektedir.(s. 201)
Aşağı yukarı aynı tarihlerde Avrupa'ya giden bu iki devlet görevlisinin yaptığı son derece doğru gözlem ve tespitler Osmanlı'nın 1840'lar ya da 1850'lerde toptan başka bir sisteme geçmesini sağlayamadı. Doğruları ve gerçekleri görmek ve söylemek bir şey bu doğruları yaşama geçirmek ve sürdürmek başka bir şeydir.
Görüldüğü gibi bunun padişahların iradesiyle gerçekleşmesi mümkün olmamıştır. Çünkü doğruları söyleyenler aynı zamanda çoğunlukla padişahın ekmeğini yiyen, saraylı memurlardır. Dolayısıyla bir sistemin aynı zamanda hem yanında hem karşısında yer alamazlar. Bu işi yapan ilk kişi saraylı üniformasını çıkarıp sivilleri giyen ve halkın yanına geçen Mustafa Kemal'dir.
Peki bu raporların yazılmasından sonra geçen dönemde ne oldu sorusuna karşılık Berkes, dünyasal ve ruhani alanların birbirinden ayrılmasına benzer bir şeyler başlamakla birlikte bunun iki kültürlü, iki eğitimli ve iki kişilikli insanların yetişmesine yol açtığını söyler ki, doğal olarak bunların önemli bir bölümü kafası karışık insanlar olmaya mahkumdur. Böyle bir uygulamadan sonra (özellikle II. Abdülhamid dönemi) ulema ile aydın, halk ile aydın ve halk ile din arasındaki boşlukların giderek keskinleştiğine dikkat çeken yazarımız bu boşlukların büyük ölçüde ulusal bütünlük bilincinin gelişmesini geciktirdiğinden söz eder.
Sistemi toptan değiştirebilmek bu raporların yazımından yaklaşık seksen yıl sonra mümkün olmuştur. Ancak kopuşlar asla tam ve radikal bir nitelik taşımazlar ve Berkes'e göre her devrimci atılımın ardından bir geri çekilme ve eskiye dönüş özlemi dönemi yaşanır. Türkiye tam da böyle bir dönemden geçer gibidir. Osmanlı'dan Cumhuriyet'e miras kalan kimi tartışmalar da dahil olmak üzere artık bütün bunları geride bırakmanın ve başka bir Türkiye yaratmanın zamanı geldi geçiyor. Gün umutsuzluk, çaresizlik ve akıntıya kapılıp gitme günü değildir. Halk zaman zaman yanılıp Patrona Halil ve bozuntularından hoşlanabilir. Oysa aynı halkın Anadolu'nun en yoksul, güçsüz ve çaresiz olduğu günlerde bulduğu doğru lider ve aydınların peşine takılarak yedi düvele kafa tuttuğunu da biliyoruz. Gerçek aydınların pabuç bırakma dönemini çoktan aşıp geçmiş olmaları gerekiyor.