Modern demokrasiler ve dini inançlar 11
Yazar: Oğuz Adanır
Hıristiyanlık, "din devlet değildir, devlet de din değildir" diyor. Doğru bir söz, zira Tanrı yeryüzüne üç adet kutsal kitap gönderdiği tarihlerde yeryüzünde zaten o çağın gereklerine uygun birçok devlet biçimi vardı. Bunlar tek tanrılı dinlerin ortaya çıkmasından sonra da yüzyıllar boyunca çok büyük bir değişikliğe uğramadılar. Dolayısıyla Tanrı insanların evrensel bir devlete değil, evrensel bir dine ihtiyaç duyduklarını düşünmüş olmalı. Aksi takdirde kutsal kitap ve peygamber değil, devlet adamları ya da politikacı ve toplumsal proje ya da parti programları gönderirdi.
Yaklaşık iki yüz yıldan bu yana modern toplumlarda politikacıların bir kesimi dinin arkasına sığınarak her türlü ahlaksız ve hukuksuz davranış biçimi sergilemişlerdir /sergilemektedirler. Ancak asıl üstünde durulması gereken konu, bu politikacıları bünyesinde barındıran toplumların neden bu insanların kendilerini yönetmelerine izin verdikleridir. Günümüzde toplumsal anlamda biraz aynaya bakacak olursak, dinin gerisine saklanarak yapılanları anlamakta zorlandığımız görülecektir. Öyleyse akılcı ahlak anlayışıyla bağdaştıramadığımız bu düşünce ve davranış biçiminin nedenlerini araştırmak gerekiyor.
Ülkemizde toplumun büyük bir kesimi konusunda gelişmiş bir bireysel vicdan ve ahlaktan söz edebilmek kolay değil. Zira içinde yaşadığımız çağda gelişmiş bir bireysel vicdan ve ahlaktan söz edebilmek için herhalde toplumsal düzeyde gelişmiş bir vicdan, ahlak, adalet ve demokrasi bilincinin var olması gerekir. Zira gelişmiş bir bireysel vicdan, ahlak, adalet ve demokrasi anlayışı ancak böyle bir ortamda filizlenip, güçlenebilir. Bu durumda gelişmiş bir bireysel vicdan ve ahlak anlayışına sahip olmayan bir toplumun politik tercihleri nasıl biçimleniyor? Bunu bir tür çoğunluğu oluşturan belli bir toplumsal kesim- bu kesimi temsil eden politikacılar arası suç ortaklığı şeklinde yorumlayabilmek mümkün, ancak bu yeterli değil.
Her şeyden önce dini inançların zayıfladığı bir dönemde politik ve maddi çıkarlar gereği inançların ideolojik anlamda daha uzun bir süre kullanılabilmesi için bir takım kolektif yaptırımlara başvurulmaktadır. Din doğrudan hiçbir ilişkisi olmayan politika ve hukuk düzeni tarafından desteklenerek gücünü yitirmediği gibi bir izlenim yaratılmaya çalışılmaktadır. Oysa yakın geçmişteki örnekler politika ve hukuk düzenine müdahale eden bir dinin güç kaybına uğradığını gösterdiği gibi dine müdahale eden politika ve hukukun da güç ve itibar kaybına uğradığını göstermektedir. Güçlü bir dini anlayışla güçlü bir politik anlayıştan ancak bu alanlar birbirlerinden bağımsız oldukları ölçüde söz edilebilir. Birbirleri içine girdikleri ya da müdahale ettikleri ölçüde hepsi birden güç kaybına uğramaktadır.
Bu durumda dini inançlarını ön plana çıkartarak ülke yönetiminden söz eden insanlar, acaba politik tercihlerini nasıl belirliyorlar? Alman monist düşünceye göre din inorganik kayaların, taşların içindeki atomlar ya da hücrelerin devinimlerini açıklayamaz, zira ancak insanı da kapsayan organik, yaşayan hayvanlar dünyası hakkında konuşabilir. Öyleyse din her şeyi değil, yalnızca yaşayan varlıkları kapsamak durumundadır.
Mevcut koşullarda içinde yaşadığı dünyanın bilimsel, nesnel açıklaması hakkında görece çok az bilgi sahibi olan bir toplumsal kesim örneğin, politik seçimini belirlerken tercihini neden ahlak ve hukuk ilkelerini çiğneyen politikacılardan yana yapar? Doğal olarak bunun pek çok nedeni olabilir. İlk aklımıza gelenlerden biri insanların neden dinin arkasına gizlenerek her türlü ahlak ve hukuk kuralına karşı gelme arzusu duydukları sorusudur. Bu toplum çok mu günahkar ki, bu günahkarlığını dinin arkasına gizlenerek belli etmemeye çalışıyor? Dolayısıyla politik seçimini en az kendisi kadar günahkar ve en az kendisi kadar din arkasına gizlenen insanlardan yana kullanıyor.
Bu seçimin nedeni belki de günahkarlık değil, maddi çıkarlarını her türlü maneviyat anlayışının önünde tutmakla birlikte bunu açıkça dile getiremeyen insanlar olmalarıdır! Zaten bu iki yüzlü davranışın kökeninde ancak bu tür bir neden bulunabilir. Bunlar belki de bir taraftan dini inançlarına bağlı kalmaya çalışan, ancak diğer taraftan dünyevi arzular ve tutkularına mağlup olduklarını itiraf etmeyi yadsıyan insanlardır.
Bu koşullarda sağlıklı, güçlü bir dini inanca sahip insanlar ve toplumdan söz edilemez. Bunlar daha çok psikolojisi bozulmuş insanlara benzemektedir. Oysa hem güçlü bir inanca sahip olabilmek hem de dünyevi hazları yaşayabilmek mümkündür. Bunun için bu insanların bakış açılarını değiştirmeleri gerekmektedir. Çağın gereklerine uygun bir inanç anlayışı akılcı olmak durumundadır. Zira modern dünya, modern yaşam, akıl üzerine oturmaktadır.
Örneğin, kadının başını bağlaması akılcı değil, duygusal bir yaklaşımdır. Zira başını bağlayan kadın dünya nimetlerinden zevk alma konusunda beynini bağlayamamakta ve maddi dünyaya tüm ruhu ve bedeniyle teslim olmaktadır. Bu çelişkili psikolojik duruma boyun eğen kadınlar ve erkeklerin sadomazoşist bir düşünce yapısına sahip olduklarını düşünmemek elde değil. Bu insanlar görece akılcı bir eğitim, öğretim sürecinden geçseler bile nesnel, bilimsel düşünceyi yeterince özümseyip sentezleme konusunda ya zorlanmakta ya da onun verilerini dışlamaktadırlar.
Toplumlar tarih boyunca içinde yaşadıkları çağı biçimlendirmeye çalışmışlar, ne var ki yalnızca istisnalar bunu başarabilmiştir. Çünkü genellikle tüm toplumlar içinde yaşadıkları çağa boyun eğmek durumunda kalmışlardır. Örneğin, Hıristiyanlık ve İslamiyet hangi koşullarda ve neden ortaya çıkmıştır? Bu çağın insanları neden eski çok tanrılı inançlarını sürdürmeyerek bu yeni inanç sistemlerini benimsemişlerdir? Neden çağın dayattığı inanç sistemlerine boyun eğmişlerdir? Bu örnek bile dinlerin ya da inanç sistemlerinin içinde bulundukları çağın koşullarını göz önünde bulundurmak zorunda olduklarını göstermektedir. Zaten tek tanrılı bir dinin ortaya çıktığı koşullar, konjonktür, maddi ve manevi bilinç düzeyiyle içinde bulunduğumuz dünyada sahip olunan koşullar, konjonktür, maddi ve manevi bilinç düzeyi, toplumun niteliği, düşünce yapısı, ahlak ve adalet anlayışı birbirinden oldukça farklıdır.
Çağın koşullarıyla bireysel psikolojik oluşum arasında tutarsızlık insanların yaşama yönelik tercihlerini belirlemesinde çelişkili kararlar almasına neden olabilir. Bu çelişkili kararlardan kurtulabilmekse çağdaş, akılcı bir düşünce yapısına sahip olmaktan geçiyor. Zira akılcılığı sözcüğün gerçek anlamında benimsemeyen bir toplum çelişki ya da mantıksal çelişki kavramının bilincine varamaz. Böyle bir durumda hem geleneksel dini inançlarına bağlı kalabileceğini hem de çağdaş maddi dünyanın gereklerini yerine getirebileceğini düşünebilir.
Oysa gündelik yaşam bu insanları sürekli geleneksel inanç anlayışlarına ters düşen durumlar ve koşullarla karşı karşıya bırakmakta ve bu insanlar bu durumlar ya da koşullarla inançlarını bağdaştırabilmek amacıyla ciddi zihinsel çaba harcamakta, ne var ki, kendilerini inandırma konusunda çoğu kez yetersiz kalmakla birlikte bu şekilde davranmaktan kolay kolay vazgeçmemektedirler. Karşı karşıya kaldıkları olayları inanç penceresinden açıklayamamak bu insanları kısır bir döngü içine sokmakta ve açıklamasını yapamadıkları çağdaş yaşama karşı daha da fanatik ya da dogmatik bir tavır sergilemelerine yol açmaktadır.
Buna karşın çevre psikolojisi (mahalle baskısı) olarak adlandırabileceğimiz kendi düşünce yapısına benzer bir düşünce yapısına sahip diğer insanların da aynı şekilde davrandıklarını görmek davranış biçimlerini değiştirme konusunda kararsız kalmalarına ve bu konuda toplumsal liderlerden gelecek işaretleri beklemelerine yol açmaktadır. Dolayısıyla bu değişim süreci anlamsız ve gereksiz bir şekilde uzayıp gitmektedir.
Yukarıda da söylediğimiz gibi, toplumlar er ya da geç çağın koşullarına uyarlar. Sorun ne kadar sürede ve nasıl uyduklarıdır. Bu süreci kısaltmak ya da uzatmak onların elindedir. Modern dünyada içine düştükleri çelişkili düşünce yapısından kurtulmak bu sürecin kısalmasını sağlar, geleneksel ve çağın koşullarına uyum sağlayamayan bir düşünce yapısıysa bu değişim sürecinin gecikerek uzayıp gitmesinden başka bir sonuca yol açmaz.