Ekmek parası
Yazar: Konuk Yazar
Ebru Karaismailoğlu Yumurtacı
İşletmeci
Can dostumla, köpeğim Rusty ile yürüyüş yapıyorum. Çok sık olduğu gibi yine bir "Abla!" seslenişi ile başımı sesin geldiği yöne çeviriyorum.
Biraz önce uzaktan izlediğim çocuk bu. İlk gördüğümde, rüzgarda uçan yarısı yenilip atılmış bir cips paketinin peşinden koşuyordu. Uzanıp içine baktı hatta... Belli ki canı çekti. Sonra gözden kayboldu.
Biz o arada başka tarafa doğru yürüyoruz. Rusty nereye çekerse beni, o tarafa. Az sonra tekrar kesişiyor yollarımız, çünkü bir kedi aklını başından alıp tasmasından boşanmasına ve özgürlüğünü ilan etmesine neden oluyor Rusty'nin... Kedi, bulduğu ilk ağacın tepesine fırlayarak canını zor kurtarıyor. Rusty, neden ağaca tırmanma yetisi ile donatılmadığına hayret ederek ağacın dibinde havlarken ben elimde tasma uzaktan koşarak "Şimdi bak seni ben n'apıcam!" diye bağırarak geliyorum. Ağacın altında ufaklıkla buluşuyoruz.
"Çok yaramaz abla bu!" diyor gülmeye teşne.
"Evet!" deyince ben, kıkırdamaya başlıyor. Gülünce gözlerinin içi gülüyor. Rusty'nin başını okşuyor hemen. Okşarsa, ona sevgisini gösterirse, köpeğin sakinleşeceğini düşünüyor. Bunu biliyor. Bu bilgelik var okşarkenki tavrında.
Rusty zıplıyor. Biraz ürküyor ufaklık. Zıplayınca onun boyunu geçiyor çünkü Rusty.
"Elindeki var ya..." diyorum, "Ondan istiyor."
"Vereyim abla!" diyor.
"Dur, vermene gerek yok" dememe kalmadan minicik elleriyle, zaten ufacık kalmış gofretinden, kendinden büyük yüreğinden bir parça koparıp veriyor. Rusty'nin zıplayarak elinden gofret parçasını kapması onu öyle mutlu ediyor ki, sanırsın bir koli gofreti ona hediye ettiler. Gözleri ışıl ışıl...
Elimi cebime atıyorum. Bakıyorum bir beş lira var. Bir koşu bizim sokağın girişindeki bakkala gidiyorum, Rusty peşim sıra... Bir paket cips, bir içecek ve bir çikolatalı gofret beş lira tutuyormuş. Döndüğümüzde ufaklığı bıraktığım yerde dolaşır buluyorum hala, "Gel" diyorum, "Köpeğe mama verelim seninle"...
Oturuyorum bir ağacın altına. Cips paketini ona uzatıyorum. Açıyor ve ilk parçayı Rusty'ye uzatıyor. Az önce rüzgarda savrulan boşunun peşinden koşup içinde kalmış mı diye baktığı cips paketinin dolusu veriliyor eline, paketi kendisi açıyor ve ilk parçayı hav hav kardeşine uzatıyor. Benim gözlerime yaşlar doluyor. "Sen de ye ama!" diyorum. Bir ona bir kendine... Oynaya oynaya yiyorlar. Biraz sonra, "Yeter artık..." diyorum, "Karnı ağrır onun. Sen ye. Verme daha fazla ona."
İçecek kutusunu açıp veriyorum eline, soğuk olduğu için yudum yudum içmesini tembihleyerek... Biraz içiyor ama Rusty ile oynamak öyle cazip ki... Keşke bırakabilsem, benim deli oğlan alıp başını gidecek olmasa... Keşke bırakabilsem de, iki çocuk oynasa... Ben onların sevinç çığlıklarını dinlesem... Keşke kulaklarımı kafamın içindeki ıvır zıvıra ve etrafımdaki bütün o gereksiz seslere tıkamayı başarıp, sadece o saf sevgi çığlıklarını duyabilsem...
Sonra bizim eve dönme zamanımız geliyor. "Hadi bakalım!" diyorum yerimden doğrularak. İçinde sadece gofret kalmış torbayı uzatıyorum ona. Cips paketinin içinde var daha epey. Paylaştıkları için bitmek bilmedi. Onu da koyuyorum torbaya... Gelirken kolunun altında olan, oynarken ağacın dibine bıraktırdığım su şişesini de dikkatle alıp koyuyor torbasına. En değerli varlığı oymuş gibi... Dışı çamur olmuş, pis bir şişe...
- Onu niye bırakmadın?
- Satcaz onu, ekmek parası yapcaz ya!
(Ben bunu nasıl düşünemedim!)
- Annen, baban nerede senin?
- Şurda motor var bak, görüyon mu?
- Ha gördüm.
- O işte benim babam.
- Ne satıyor baban?
- Su, çekirdek, çiçek, mendil... Öyle şeyler.
Davranıyoruz gitmek için ikimiz de. Bambaşka yerlere, kendi yönlerimize... "Sen okula gitmiyor musun?" filan diye sormuyorum hiç. Gidiyordur gitmesine de, belki de okulda öğretilenlerden daha önemli şeyleri öğrenmiş bile. Ekmek parası için çalışmak gerektiğini, yaramazların da sevilmeye ve okşanmaya ihtiyacı olduğunu...
Belli ki ailesi sevgiyi ona bol bol vermiş, vermekte... Umarım görüşürüz tekrar. Benim bu adamdan öğreneceğim şeyler var. Boyu belime bile gelmiyor. Beş altı yaşlarında ancak... Belki daha büyük ama ancak o kadar gösteriyor. Bedenini o kadar büyütebilmiş yaşadığı hayat. Ama yüreği; kocaman bir adam olmuş. Kocaman...