Kalıcı demokrasi kültürü 11
Yazar: Oğuz Adanır
Not: Bu metin Eylül ayının ilk günlerinde yazılmış ancak art arda yaşanan kanlı olaylar ve uğranan büyük insani kayıplar nedeniyle yayınlanmamıştı. Dün (14 Eylül) sivil toplum örgütlerinin harekete geçmesi ve sağduyulu girişimler umutlanmamıza yol açtığından metni yayınlıyoruz.
***
Modernleşen Avrupa Marx'la birlikte, belli bir konu ya da sorun, içinden çıkılamayacak bir hal almışsa bu konu ya da soruna bakış açısını değiştirmek gerektiğini anlamıştır. Güneydoğu sorununu elbirliğiyle içinden çıkılması neredeyse olanaksız bir hale getirdik, yapılacak o kadar çok şey varken hepimiz ahlayıp, vahlayıp olayları seyretmekten başka pek bir şey yapmıyoruz.
Bu konuyu yabancı haber kaynaklarından daha iyi izleyebiliyorsunuz. Bu kaynaklara göre ortaya çıkan iki alternatif öneri var:
Birincisi, Kuzey Irak, Türkiye, Suriye ve İran'daki Kürt kökenli insanların bir araya gelerek büyük bir Kürt Devleti kurmaları. Bu önerinin daha çok fanatik, dogmatik bir bakış açısına sahip terör örgütü ve yandaşları tarafından benimsendiği ima ediliyor.
İkinci önerideyse Türkiye'de yaşayan Kürt kökenli yurttaşların Türkiye sınırları içinde kalan, tam olarak nasıl olacağı belli olmayan özgürlüklere ve özerkliğe sahip bir bölgede -Güneydoğu'da?- yaşamlarını sürdürmelerinden söz ediliyor.
Birinci öneri hakkında bir şeyler söylemeden önce biraz bilgi vermekte yarar var. Orta Asya'da pek çok Türki Cumhuriyet'ten söz edilmekle birlikte hiç biri birleşip tek bir Cumhuriyete dönmek gibi bir niyete sahip değil. Onları bu amaçla bir araya getirmek olanaksız. Avrupa'da Fransızca konuşan Fransızlar, Belçikalılar ve İsviçreliler var, hiç biri tek bir ülke bayrağı altında buluşalım demiyor. Aynı dili konuşan Almanlar ve Avusturyalılar için de aynı şeyler söylenebilir. Aynı dili konuşan ABD ve Kanada'nın böyle bir sorunu yok.
Güney Amerika'da kendi anadilleri olmayan İspanyolcayı resmi dil olarak benimseyen 20 kadar ülkenin hiç biri bugüne kadar diğerleriyle tek bir çatı altında buluşmak gibi bir öneri getirmedi. Kuzey Afrika, Yakın ve Orta Doğu'da Arapça konuşan ülkelerin hiç biri bölgesel anlamda tek bir çatı altında birleşmek gibi bir çaba göstermedi. Çünkü bu aynı dili konuşan ve değişik ülkelerde yaşayan insanlar için diğerleri yabancıdır. Aynı dili konuşuyor olmaları onların yabancı olarak algılanmalarını engellemez.
Dolayısıyla bölgeyi tarihsel anlamda en iyi tanıyan uzmanlardan biri olan L. Massignon'a inanmak gerekirse, tarihte hiç bir zaman bir Kürt devleti olmadığı, ancak her zaman bir Kürt sorunu olduğu anlaşılıyor. Bu konu araştırılmış ve düzenli bir ordu kuramamaları ve vergi ödemekten hoşlanmamaları gibi şeyler söylenmiş.
Kimsenin aklına görece aynı dili konuşsalar bile her coğrafyada binlerce yıldan bu yana yaşayan bu insanların ait oldukları coğrafi ve insani iklimler tarafından biçimlendiği gibi bir düşünce gelmemiş. İlkel meydan okuma zihniyet/kültürünün tüm özelliklerini taşıyan bu dört ayrı coğrafyaya ait insanların aynı dili konuşsalar bile şimdilik bir araya gelmeleri olanaksız görünüyor. Yüzyıl içinde bir araya gelebilirler mi bilemiyorum.
Özetle, tarihte bir Kürt devlet bulunmamasının nedenlerini araştırmak gerekiyor. Yalan yanlış tarih kitabı adı altında basılanları göz önünde bulundurmuyoruz doğal olarak.
Örneğin, böyle bir Kürt Devleti kurulması konusunda İran'da yaşayanlardan pek bir ses çıkmıyor. Kuzey Irak'taki özerk bölgeye bakıldığında Türkiye'de yaşayanlarla yalnızca duygusal anlamda bir araya gelen Iraklı Kürtler'in büyük bir çoğunluğunun Kürdistan kurmak gibi bir sorunları olmadığı söylenebilir.
Örneğin, Erbil'e gidenler inşa edilen modern binalar, yollar karşısında şaşırıyor, büyük ve önemli atılımlar yapıldığını düşünüyor. Oysa ekonomiye bakıldığında gelirin yüzde sekseninin petrolden geldiği ve Irak Merkezi Yönetimi'nin son dönemlerde yaptığı gibi paraları ödeme konusunda sıkıntı yarattığında bu bölgedeki çok sayıda yabancı yatırımcı şirketin iflas ettiği ya da iflas etme noktasına geldiği anlaşılmaktadır. Gün gelir petrol biterse bu bölgede ekonomi de bitecek mi? Ekonomiyle birlikte modernleşmeye çalışan toplumsal yaşam da sona erecek mi?
Binlerce ya da on binlerce ya da daha fazla yepyeni yabancı otomobilin dolaştığı Erbil sokaklarında trafik lambalarına pek rastlanmıyor! Kurulan üniversitelerden birinde örneğin 10 bin dolayında öğrenciye karşılık 1500 kadar öğretim elemanı ve 3 bin 500 kadar çalışan idari personel ve hizmetli var. Yani iki öğrenciye bir öğretim elemanı ve personel düşüyor. Türkçe karşılığı "yağma Hasan'ın böreği".
Tıpkı Türkiye'de olduğu gibi Kuzey Irak'ta da liyakata dayanmayan bir yüksek öğretim sistemi, kısaca yandaşlık, kayırmaca benzeri her şey var. Türkiye'de Kürtçe yüksek eğitim, öğretim istenirken Kuzey Irak Özerk Bölgesi'ndeki bu üniversitelerden en az ikisinde eğitim, öğretim dili İngilizce.
Aynı bölgede çıkar ve politik ilişkiler nedeniyle Arapça en çok konuşulan dil olmayı sürdürüyor. Son on, on beş yıl içinde bu bölgeye yatırım yapan 800 kadar firmanın 500'ü Türkiye menşeli. Pek çok T.C. banka şubesi bu bölgede iş yapmayı sürdürüyor. Aynı bölgeye ünlü türkücü ve iş adamlarımızdan İbrahim Tatlıses'in de büyük yatırımlar yaptığı söyleniyor.
En ilginç bilgilerden biriyse bu bölgede ve özellikle Erbil'de yaşayan Iraklı ve belki de diğer Kürtler'in kendi aralarında yüksek sınıfa aidiyet anlamına gelen Türkçe'yi konuşmaları.
Bu bölgede yaşayan birkaç milyon Kürt kökenli Iraklı'nın büyük bir Kürt devleti düşüncesini benimsemeleri çok ama çok zor. Zira böyle bir şey gerçekleştiği takdirde Türkiye ve İran'dakiler sayısal olarak orada yaşayanlardan çok daha kalabalık olduklarından petrol gelirlerini istedikleri gibi paylaşarak bölge yerlilerini yeniden yoksulluğa mahkum edebilirler. Bu kez de iç çatışmalar başlayabilir.
Büyük Kürt devleti düşünün önünü tıkayan, tıkayabilecek belki de binlerce haklı ve gerekçeli neden bulunabilir. Dolayısıyla Türkiye'de yaşayan Kürt kökenli yurttaşların bu konuda artık ciddi ve kesin bir karar vermeleri gerekiyor.
***
Daha önce pek çok kez dile getirdiğimiz gibi milyonlarca Kürt kökenli yurttaşın Türkiye Cumhuriyeti'yle Türk kökenlilerin sorunlarından fazla sorunları yok. Başka türlü sorunları olanların bunları dile getiriş biçimi belirsiz ve karmakarışık. Her kafadan bir ses çıkıyor.
Ortada örneğin, bu kesimi temsil eden resmi nitelikte bir parti hem var hem yok. Oysa son seçimlerden sonra bu parti artık yalnızca Türkiyeli Kürtler'in değil Türkiye'de yaşayan herkesin partisi, dolayısıyla terör örgütüyle olan tüm ilişkilerine bir son vermesi gerekiyor. Aksi takdirde tarih tarafından hain olarak damgalanacağından emin olabilir.
Bir politik parti demek toplumun belli kesimlerini ülke meclisinde temsil etmek demektir. Dolayısıyla sorunlarını Meclis'te konuşmak, tartışmak, çözüme ulaştırmak durumundadır. Terör örgütünü bir maşa olarak kullanmak en hafifinden etik ilkeleri yadsımak demektir. Bu konuda örneğin, İRA, Katalunya örneklerine bakıp ders alabilirler.
Yeni erken seçim kararı politika dünyasını daha da toza dumana buladı. Neler döndüğünü anlamak son derece zor. Bu yüzden hiç sevmediğimiz komplo teorilerinden birini de biz değişik bir şekilde yazmak durumunda kaldık.
"Bir zamanlar Manolungi (Eli uzunlar) adlı ülkede seçimlerde oy kaybına uğramasına karşın iktidar olduğunu düşünen parti kendi sonunu hazırlayacak senaryolar üretmiş. Örneğin, muhalif olarak gördüğü bir partiyi kendi içinde bölmeye çalışmış. Seçim barajını geçmesinin kendi önünü kestiğini düşündüğü etnik kökenli bir başka partiyi zayıflatabilmek ve yeniden baraja takılmasını sağlamak amacıyla bu partinin yandaşı olarak gösterdiği terör örgütünü harekete geçiren eylemlerde bulunmuş. Terör örgütüyse hakim olamadığı ve kendi ayrılıkçı görüşlerini paylaşmayan bu etnik kökenli muhalif partiyi zayıflatmak amacıyla yönetimdeki partiyle işbirliği yaparak bu oyunu oynamış ve tehdit-şiddet uygulayarak temsilciliklerini üstlendiği insanlar tarafından sonunda tamamıyla dışlanmış. Yalnızca saf şiddet ve terörün temsilcisi olmuş. Yapılan yeni erken seçimlerde en büyük parti daha da büyük bir oy kaybına uğramış. Bu seçimlerden sonra ülke siyasi açıdan daha istikrarlı bir görünüm kazanmış..."
***
Seçimler nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın, HDP veya Kürt kökenli yurttaşları temsil eden sivil toplum örgütleri diğer siyasi partileri de toplantıya çağırarak neler düşündüklerini kamu oyuyla paylaşmalıdırlar. Ancak bunlar duygusal değil akılcı, uygulanabilir türden öneriler olmalıdır.
Bugüne kadar siyasi partilerin bu konuyla ilgili hiç bir çözüm getiremediği ortadadır. Bu sorunu ancak yurttaşlar çözebilir ve politikacılar da bu konuda ancak aracılık yapabilirler. Örneğin, bir an için MHP'nin yönetime geçtiğini varsayalım. Türkiye'yi HDP'yi yok sayarak yönetebilir mi? Tersi mümkün mü?
Öyleyse halkımızın önce kendi aklını başına toplaması sonra da politikacıların akıllarını başlarına getirmesi gerekiyor. Bu konuda yapıcı adımlar atacağını taahhüt etmeyen hiç bir partiye oy verilmemesi gerekiyor. Kamuoyu örneğin, seçim öncesinde partilerin bir araya gelerek bu konuyu görüşmelerini ve herkesin konumunu açıkça dile getirmesini istemeli.
Bu arada, Türkiye'nin bütün seçilmiş milletvekilleri ve konuyla ilgili tüm sivil toplum örgütlerinin, annelerin, babaların, gençlerin Diyarbakır, Van, Hakkari, Siirt ve Cizre'ye giderek meydanlarda toplanmaları ve hep birlikte akan kana "Dur!" demeleri gerekiyor. Tüm üniversitelerin, tüm sendikaların akan kana dur mesajları yayınlamaları, toplantılar düzenlemeleri ve bu bölgede sürekli halkla iletişim içinde olmaları gerekiyor.
Bunun bir savaş olmadığını daha önce de söylemiştik. Bu olay PKK - TSK (ve emniyet güçleri) arasında bir kan davasına dönüştü/dönüşmek üzere. Savaşlar biter, kan davaları bitmez. Bu çatışmaları sona erdirebilecek her öneri derhal tartışılıp, uygulamaya konulmalıdır.