İnsani değerler, vatan sevgisi ve politika - 4
Yazar: Oğuz Adanır
Kurulacak yeni bir hükümet ülke yönetimine talip olanların vatanlarını, bütün seçim süreci boyunca ellerini sıktıkları, yanaklarından öptükleri yurttaşlarını ne kadar sevdiklerini de ortaya çıkartır mı? Yoksa vatandaşlarıyla kurdukları ilişki meclise girdikten sonra sona erip, yalnızca kendi çıkarları doğrultusunda bir hükümet mi oluştururlar? Bu ve benzeri sorular sormakla bitmez. Koalisyon hükümetleri bir bakıma politikacılar ve partilerin sahip oldukları etik ve insani değerlerin de sınandığı bir yerdir. Kim, soyut bir eşitliğin karşılığı olup, kendi kendini temsil etmesi olanaksız halk adına, diğerlerinden neler isteyecektir?
Peki halk ne istediğini gerçekten biliyor mu? Yaklaşık 80 milyonluk bir kitlenin yönetilmesi gibi son derece ciddi, hayati bir konuda seçim yapan insan yığınları bu işi hangi mantığa uyarak yaptılar? 1980 - 2000 yılları arasında tanık olunan çok sayıdaki koalisyon hükümetine bakarak yanıtlamak gerekirse insanlarımız akıllarıyla değil kalpleriyle karar veriyorlar. Dolayısıyla kendi kendinin önünü kapatan ve açmazlarla karşı karşıya bırakan da kalbiyle davranan bu toplumdur. Ardından sonu gelmez koalisyon tartışmaları ve hükümetlerinden bıkıp (bütün partilerin kendisini mevcut meclis aritmetiği dışında bir seçim yapmaya itmesi, zorlaması sonucunda) daha önce adı sanı ve neler yapacağı bilinmeyen bir partiye oy veren de aynı toplumdur.
Duygusal yaklaşım son derece akılcı çözümler gerektiren muazzam toplumsal sorunların çözülmesini sağlamadığı gibi, mevcut sorunlara yenilerinin eklenmesine neden olabilmektedir. Örneğin, hemen her seçim sürecinde fırlayan döviz kurları ve zincirleme bir şekilde yaşamın tüm alanlarına sıçrayan belli bir pahalılık en sıradan sorunlardan biridir.
Aynı toplum bu seçimlerde kendisini zorla muhalefetin kucağına iten yönetimdeki partiye dersini vermiştir? Ancak nasıl bir çözüm istediğiniyse açık seçik bir şekilde söylememiştir. Bu duygusal toplumu oy verdiği partilerin ideolojik yaklaşımları üzerinden değerlendirecek olursak aslında hiçbirini sözcüğün gerçek anlamında demokrat olarak nitelendiremeyiz. Örneğin, AKP, MHP, HDP ve CHP arasındaki ideolojik, etik, insani değerler arasında ne fark vardır? Bunlar aslında aynının değişik görünümlerinden ibaret değil midirler? Seçimler kötüler arasında daha az kötü olanlara oy verilmesi türünden bir kamuoyu yoklaması değil midir?
Öyleyse daha derinlere inelim ve toplumun neden bu şekilde davrandığını incelemeye çalışalım. Gündelik yaşamındaki tutum, davranış ve düşüncelerinin büyük bir çoğunluğu ?duygusal düşünce? olarak nitelendirilebilecek bir sürece boyun eğen bir toplumun yaşamsal politik seçim yapma konusunda farklı davranması için bir neden var mı gibi bir soruyla başlayabiliriz.
Duygularına mağlup olan bir toplumun önyargıları dışına çıkma ve özgür bir şekilde düşünebilme konusunda çok zorlandığına kuşku yoktur. Önyargı demek daha çok geleneksel topluma özgü dogmatik bir düşünce yapısı demektir. Dogmatik bir düşünce yapısıysa olay ve olguları derinlemesine sorgulamaktan ve çözümlemekten hoşlanmaz. Gördüklerine bakıp kararını verir, geçer gider ve gerisini pek düşünmez. Görülenler ise her zaman en önemli ve yaşamsal sorunlar değildir. Bu dogmatik düşünce yapısı görünen gerçeğin ardında başka bir gerçeğin olabileceği düşüncesini hemen yalnızca komplo teorileri bağlamında kabul eder. Bunun dışındaki akılcı soru ve çözümlemelere pek itibar etmez.
Burada söz konusu olan şey bir kez daha toplumun böylesine önemli bir konuda karar verme biçimidir yoksa şu ya da bu partiye oy verip vermemesi değil. Bu arada politikacıların da vatandaştan daha az duygusal olmadığını hemen hepsinin yenilgileri zafere dönüştürme konusunda her zaman yoğun bir çaba harcadıklarını, en küçük koalisyon ortağının bile kendini vazgeçilmez Hint kumaşına dönüştürmeye çalıştığını, vs unutmamak gerekir.
Yine insanlarımız ilkel toplumsal oluşumlardan bu yana sürüp gelen, ancak günümüzde olur olmaz her yerde karşımıza çıkan meydan okuma duygusundan bir türlü kurtulamamaktadır. Dolayısıyla her politik partinin koalisyonla ilgili yumuşak ?peşrev evresinden? sonra sertleşmesi ve meydan okumaya başlaması erken seçim adlı bir başka saçma sapan sonuca yol açabilir. Pire için yorgan yakmayı seven bir toplumun (genellikle ötekinden daha iyi düşünemediği, altta kaldığını hissettiği zaman, yani) gözü kararınca, yanlış çözümler ürettiği görülmemiş bir şey değildir.
Eğitim kalitesinin yerlerde sürünmesi nedeniyle son otuz yıldan bu yana insanlarının, en azından bu türden yaşamsal konularda, akılcı düşünceyi içselleştirmesini lise düzeyinde bile olsa sağlayamayan bir sistemde toplum duygularına boyun eğerek oy verdiğine göre örneğin, duygularına boyun eğmeyen toplumlar nasıl oy veriyorlar. Tarihsel sürece bakıldığında Almanya, Fransa, İngiltere vs gibi toplumlar öncelikle politik parti sayısının iki ana partiye indirgenmesini sağlamışlar. Daha sonra bu partilerden her seçim döneminde mevcut toplumsal, ekonomik, kültürel, politik sorunları nasıl çözeceklerinin açıklamasını istemişler. Yanı sıra Fransa halkı genelde meclisi sola verdiğinde, belediyeleri sağa vererek partilerin kendi çıkarlarına değil vatandaşın çıkarlarına hizmet etmesini sağlamaya çalışır. Almanya son iki seçimde merkez sol ve merkez sağı koalisyon kurmaya zorlamış, partiler bu komuta boyun eğmek durumunda kalmışlardır. Çünkü öncelik toplum ve sorunlarıdır yoksa politikacılar ve egoları değil.
Akılcı düşünüp, davranabilen toplumlar politik partilerin yanı sıra yaklaşık yüz yıldan bu yana giderek güçlenen sivil toplum örgütlerinin kurulmasını ve politik partilerin yetersiz kaldıkları yerlerde devreye bunları sokarak yönetsel sorunların kısa sürede çözülmesini sağlamışlar, sağlamaktadırlar. Zira son kırk, elli yıldan bu yana Batı Avrupa ve daha genelinde Modern toplumlar düzeyinde yurttaşlar arasında soyut bir eşitlik anlayışı üzerine oturan temsili demokrasi belli ölçülerde yıpranıp, yozlaşmıştır. Bu ülkelerde politika bir toplumsal sorumluluk biçimi, bir ideal olmaktan çıkarak profesyonel bir meslek haline gelmiş ve bunun bir meslek haline gelmesine en çok medya mensupları neden olmuştur.
Dolayısıyla politika alanında ağırlığını yitiren politikacı müsveddeleri yerine (istisnalar kaideyi bozmaz) önemli toplumsal sorunların çözümünde devreye güçlü sivil toplum örgütleri girmeye başlamış ve politik partilerin tepesinde sallanan birer kılıca dönüşmüşlerdir. Bunlar işçi, memur sendikaları ve konfederasyonlar, üniversiteler, barolar, diğer meslek odaları, emekli örgütleri, (denetim ve yaptırım gücüne sahip olabildiği takdirde) basın/medyadır, vs. Bu ülkelerde özellikle toplumsal - ekonomik sorunlar son yirmi, otuz yıldan bu yana sendikalar, işveren örgütleri ve devlet/hükümet katılımıyla genellikle en büyük çoğunluğun lehine olabilecek şekilde çözülmektedir.
Bu durumda ülkemizdeki mevcut koalisyon görüşmeleri akılcı ve insani bir bakış açısından nasıl çözümlenebilir? Bu soruya şimdilik düş, masal türünden bir yanıt verilebilir. Bir vatandaş olarak aklımdan geçenleri aktarayım.
Sayın Bahçeli işe önce HDP'yi ziyaret ederek otuz yıl boyunca sürdürülüp otuz binden fazla insanın ölümüyle sonuçlanmış anlamsız ve nedensiz öldürme sürecine kesin bir son verilmesi gerektiğini söyleyerek başlayabilir. Arkasından Diyarbakır ya da Van'a bir daha böyle bir süreç yaşanmaması adına (tıpkı bir zamanlar Alsace - Lorraine'de yaşayıp bir kısmı Fransa, bir kısmı Almanya tarafında savaşıp ölenlerin anısına Strasbourg'da dikilen anıt gibi) büyük bir anıt dikme önerisi götürebilir. Daha sonra benim gibi bu çözüm sürecinin ne anlama geldiğini bilmediğini söyleyerek, bu arada HDP'ye seçilmelerini sağlayan oyların önemli bir kısmının Kürt kökenli olmayan yurttaşlar tarafından verildiğini anımsatıp, bunun öneminin altını çizerek iki yıllığına bu çözüm sürecinin kamuoyuyla en geniş kitleleri kapsayacak şekilde paylaşılması amacıyla askıya alınmasını önerebilir.
Son olarak HDP ile birlikte CHP'ye giderek kardeşim iki yıl içinde önerdiğiniz ekonomi politikalarının ülkeyi düzlüğe çıkarıp çıkaramayacağını deneyelim, başarılı olursak dört yılı birlikte geçirir ve birbirimizi anlama ve toplumsal uzlaşma konusunda daha büyük bir gayret gösteririz. Bu konuda hiçbir parti ötekine hiçbir koşul dayatmasın. Her konuyu üç parti bir araya gelerek sınırlı süreler içinde tartışalım ve çoğunluğun onayladığı her konuyu yaşama geçirelim. Sorunlar çıkmazsa koalisyon koalisyona benzemez diyebiliriz, ama biz neden en az koalisyona benzeyen bir hükümet olmayalım. Bakanlıkları oy oranı çerçevesinde ve gerektiğinde kura çekerek belirleyelim. Başbakan CHP'den iki başbakan yardımcısı da MHP ve HDP'den olsun. Kısaca akılcı mantık yani büyük çoğunluğun çıkarları neyi emrediyorsa onu yapalım. Aslında buraya kadar yazdıklarımız bir düş ya da masaldan çok sözcüğün gerçek anlamında ileri demokrasi olarak nitelendirilebilecek bir ülkede gerçekleşebilecek türden önerilerdir. Zaten öyle bir toplum olabilseydik bugün böyle sorunlarımız olmazdı!
Böyle bir insanca birliktelik uygarlıktan nasibini almamış düşmanca tavırlara alışkın kesimler üzerinde hiç kuşkusuz şok etkisi yaratacaktır. Böyle bir birlik ve beraberlik görüntüsü yalnızca Türkiye'yi değil yakın ve uzak coğrafyaları, kısaca dünyayı derinden etkileyecektir. Halkın politikacılara yol gösteremediği bu türden dönemlerde politikacılar halka yol göstermekle yükümlüdürler. Bu hayati öneme sahip bir konudur ve politikacılar en azından bu kadarını topluma borçludurlar.
Doğal olarak yalnızca kendilerine oy verenleri toplumun kendisi olarak görmüyorlarsa. Zira yeryüzünde istisnai dönemler dışında politikacılar ülkeyi yönetmez. Bir ülkeyi bürokratlar ve teknokratlar yönetir. Politikacılar toplumla devlet arasındaki sorunların çözümü konusunda yapılacak işbirliği konusunda getirecekleri öneriler, çözümlerle olumlu bir koordinasyon görevini yerine getirerek asıl görevleri olan toplumun önünü açma işini yaparlar. Eski bir Çin deyişiyle ?en iyi yönetim halkın işlerine en az burnunu sokan yönetimdir?.
Toplumu kendi varlığını onaylatmak, onsuz hiçbir işinin yolunda gitmeyeceğini dayatmak gibi düşüncelerle iktidar olmaya çalışanlarda ne vatan, ne insan sevgisi vardır. Onlar kendilerinden başkalarını sevmeyen insanlardır. Dolayısıyla kendilerini seçenlere değil başka amaçlara hizmet edebilirler. Demokratik, insani, etik erdem ve değerlerin kısaca Türkiye'nin kazanması dileğiyle.