Bizim idare geleneğimizde günümüzdeki yerel yönetim anlayışının tarihi yaklaşık 150 yıl geriye doğru gitmektedir. 1864 yılındaki Vilayet Nizamnamesi ile başlayan süreçtir aslında bu geriye gidiş. Osmanlı idare geleneğinde bilindiği gibi eyalet sistemi esas olmuştur. Anadolu ve Rumeli Beylerbeyliği ile başlayan süreç, daha sonra iki beylerbeyliğinin içindeki eyaletlere bölünmüştür.
İzmir/Sığla Sancağı’nın içinde bulunduğu eyalet, önce Kaptanpaşa Eyaleti ve daha sonra Cezayir-i Bahr-i Sefid Eyaleti olmuştur.
Eyalet sisteminden vilayet sistemine geçildiği 1864 yılı düzenlemesi günümüzdeki genel ve yerel idarenin temelini oluşturmuştur. Vilayet sistemi genel idarenin bir uzantısı olarak düzenlenirken yerel idare izleyen yıllara yayılmıştır.
Bu bağlamda Osmanlı’da kurulan modern belediyeciliğin ilk örneği İstanbul’da oluşturulmuş ve Altıncı Daire adı altında kurulan daire ilk örnek olmuştur. İzmir’de belediye teşkilatının kesin kuruluş tarihi belli değildir. Ancak 1869-1870 yıllarında İzmir’de Frenk Mahallesi ve Kemeraltı merkezli olmak üzere iki belediye teşkilatının varlığını biliyoruz.
Şimdi bu noktada şunu söylemek isterim. Geçtiğimiz günlerde Urla Belediyesi logo tasarım yarışması yapmış ve iki logo finale kalmış. Logolardan birinin tescilli bir başka logoya benzerliği ve diğerinin Urla’yı temsil edemeyeceği itirazından yola çıkılarak logolar iptal edilmiş ve yarışmanın yenileneceği açıklanmış.
Burada söylemek istediğim şey şu; logolarda Urla Belediyesi’nin kuruluş tarihi olarak 1866 yılı yazılıydı. Yani buna göre o günlerde dünyanın en büyük 51. limanı olan İzmir’de belediye kurulmadan Urla’da kurulmuş!
Tarih böyle bir şeydir! İnsanı fena açığa düşürür! Bir kurum kendi kuruluş tarihini dahi bilemeyecek halde. Gel de bu işin içinden çık bakalım!
Neyse dönelim yerel yönetimin tarihsel sürecine...
Cumhuriyet’in ilk yıllarında, kuruluş sırasındaki yeniden yapılanma sürecinde belediye yasası düzenlenmemiş, Osmanlı’dan kalan belediye kanunlarının geçerliliği 1930 yılına kadar devam etmiştir. Bu nedenle ilk yedi yıldaki belediye teşkilatlarımız hakkında bilgiye ulaşmak biraz zordur.
1930 yılında çıkarılan 1580 Sayılı Belediye Kanunu ile Cumhuriyet modern belediyeciliğe adım atmıştır. Bilinenin aksine kadınlar -1934 yılındaki seçme ve seçilme hakkından önce- 1930 yılında yapılan yerel seçimlerde seçme hakkını kullanabilmiştir. Bu kanun uzun yıllar belediyeciliğimizin yol haritasını belirleyen kılavuz olmuştur.
Daha sonra sırasıyla 5393, 5216 ve 6360 sayılı kanunlar, yerel yönetimlerde yapılan değişiklikleri ve iyileştirmeleri amaçlamıştır. Ancak tüm bu 150 yıla yaklaşan süre içinde yerel yönetimlerin denetimi merkezi idarenin yetkisinde olmuştur.
Belediyecilik tarihinde genelde Sayıştay denetçileri ve müfettişler aracılığıyla gerçekleşen belediyelerin denetimi işine, 2004 yılında yapılan ve Avrupa Birliği kökenli olan değişiklikle iç denetim mekanizması olarak belediye meclislerinde kurulan denetim komisyonları da eklenmiş oldu.
Belediye meclisinde temsil edilen partilerin oy oranlarına bağlı olarak seçilen meclis üyelerinden oluşan denetim komisyonu üyeleri bir önceki mali yılın denetimini yapar. Denetimin amacı komisyon üyelerinin hâkim ya da savcı rolü oynamasından çok meclis/halk adına mali denetim yapmalarıdır.
Buradaki amaç; kamu kaynağı kullanan belediyenin yasalar ve yönetmelikler çerçevesinde gerçekleştirdiği satın alma veya gelir elde etme aşamasında usulsüzlük yapılmaması veya belediyenin zarara uğratılmaması işini denetlemektir. Yapılan iş ve işlemlerde usulsüzlük olup olmadığı veya satın alırken ve gelir elde ederken kamunun zarara uğratılıp uğratılmadığı denetimin temel amacıdır.
Denetim komisyonunu oluşturan komisyon üyeleri partilerinin oy oranlarına göre ve meclisteki temsil oranlarına göre seçildikleri için, meclis adına yaptıkları bu denetim bir anlamda halk adına yapılan bir denetimdir de...
Halk adına yapılan kamu kaynaklarının denetimi işi ne yazık ki, iki yasa maddesi ve bir yönetmelik maddesiyle yapılmak zorundadır. Böylesine önemli bir denetimi yapanlar için yetkilerinin tanımlandığı, sınırlarının çizildiği bir düzenlemeye ihtiyaç bulunmaktadır.
Henüz katılımcı ve demokratik yerel yönetimlere geçmekten çok uzağız! Bu anlayışa ilişkin talepler alttan da gelmediği için yerel yönetimler Allah’a emanet şeklinde gitmektedir.
Demokratik ve katılımcı yerel yönetim aslında şeffaflığın ve hesap verilebilirliğin yaşama geçmesidir... Ama bizde, vergiden oluşan kamu kaynakları “nasıl olsa cebimden çıkmıyor” mantığıyla pek kimseyi ilgilendirmiyor.
“Ben oyumu verdim ya!” sorumluluğu yeterli görülmektedir! Herkes her yerde siyaset yapmakta ancak örgütlü siyasete kimse yanaşmamakta; siyasetin gereklerini yerine getirmeyi kimse kendine yakıştıramamaktadır(!). Hâlbuki siyaset toplumların geleceğine karar veren mekanizmadır.
Bugünler belediyelerde denetim komisyonlarının çalışma günleridir. 45 günlük mesai sonrası bu komisyonlar Mart sonunda raporlarını yazacaklar, varsa kamu zararlarını bildirecekler ve görevleri sona erecek.
Bakalım halk adına yapılan denetimlerde ne çıkacak?
Nisan başında kulağınız denetim komisyonu raporlarında olsun...