Hayatın bazı dönemlerinden geçerken bundan daha kötüsü olmaz diye düşünürsün. Bundan daha kötüsü olmaz, o zamana kadar başına gelmemiş dolayısıyla hiç tecrübe etmediğin acılarla baş etmeye çalışırken tekrar edersin. Bunu atlattıktan sonra… Her şey çok güzel olacak.
Babam hastalıkla mücadele ederken sıklıkla öyle düşünürdüm. Bunu bir atlatalım, bir atlatalım her şey düzelecek. Babam öldüğünde artık başıma daha kötü bir şeyin gelmeyeceğine emindim. İnsan hayat karşısında her daim cahil kalıyor. Bunu yaş aldıkça öğreniyorsun.
Ölümle baş edemeyeceğini düşünürken, yıllar geçiyor. Bir daha gülemem ki ben derken bir bakmışsın gözlerinden yaşlar süzüle süzüle gülebiliyorsun. Kargaların yan yan yürüyüşleri eniklerin neşesi, güneşin sabahı müjdeleyen ilk ışıkları tüm bunları yeniden sevmeye başlıyorsun usul usul…
Hayat, öğreterek yaş aldırıyor insana… Ve yeterince büyüdüğünde başına her türlü felaketin gelebileceğini biliyorsun, demirden olmadığından insan yüreği eğilip,bükülerek, kırılan yerlerinden öpülerek onarıyor kendisini… Ama yine de şaşırmadan edemiyorsun, istemsiz soruyorsun Tanrı’ya, “Yumruk kadar yüreğime bu kadar acıyı nasıl sığdırabiliyorsun?”...
Sedat Abi, en son
“Son otobüsü kaçırdığımda… KEDİ OLMAK fikri… Hep içime işlemiştir…” diye yazmış, ardından ilk cemre havaya düşmüştür. Yeter artık kış, kışt kışt dediğimiz bir günün ertesinde erik ağaçları çiçeğe vurmuş, yeni ay Venüs’le sevişir pozisyonda belirmiştir gökyüzünde. Sedat Peker, öyle bir günün ve gecenin ardından yoğun bakıma kaldırılmıştır, bu kötü haberi en az Sedat Abi kadar güzel Işık Abi vermiştir.
Kayıtlara geçsin diye yazıyorum bu satırları. 21 Şubat Cumartesi 2015. Saat 22.01. Öğleden beri kapanmaz hüzün yaraları ellerimde… O yaraların bulaşıcı olduğunu herkes bilir, ellerinden, gözlerine, gözlerinden yüreğine, yüreğinden beynine doğru akarlar hızlıca. Gözlerin dolup dolup boşalır.
Bugün yine öyle oldu… Ne diyeceğini, ne düşüneceğini bilemiyor, için için doya doya ağlayamıyorsun bile. Tüm öğleden sonra, kedi evlerini yeniden düzenlerken, soğukların kırıp geçirdiği mavi yaseminin toprağını eşelerken, aklımda hep Sedat Abi. “Bir iyi insanın daha gidişine hazır değilim be Allah’ım, biliyorum çok seviyorsun onları ama… Bu kez yapma, ne olur…”
Çünkü yeni yıl temennisi olarak,
“2015'in SOKAKTA YAŞAYAN SAHİPSİZ HAYVANLAR İÇİN,'ACIMA,VİCDAN ve MERHAMET FARKINDALIĞINI YARATAN BİR YIL OLMASINI CAN-I GÖNÜLDEN DİLERİM” diyen bir adamdan bahsediyorum, anlıyor musunuz? İşini gücünü bırakıp işini gücünü sokak hayvanları yapan birinden… Hayır sadece o kadar değil. Gazeteci gibi gazeteci olan birinden. Mesleğine, meslek etiğine ölesiye bağlı olan birinden…öyle ki, işsiz kalmaktan hiç korkmayan, hakkıyla yapamıyorsan tek başına, serbest yaparım diyen birinden.
Devrimi kadınların başlatacağına inan, puştluğa tahammül edemeyen bir baba adam Sedat Abi… Çünkü ben mesleğe onun yanında ilk adımımı attığımda sene bilemem kaçtı ve Kordon TV’nin nefis Gündoğdu manzarasında denize bakarak şöyle demişti, “Bu işi insan gibi yapacaksan başla, kellen uğruna kalemini koruyacaksan başla…” Kaç kere kellesini aldılar da düşürmedi yere kalemini… O ki az buz değildir hani bilin diye söylüyorum, öykü yazar gibi fotoğraf çeker… İki eyvallahı olsaydı bugün ülkenin en tanınmış foto muhabiri- gazetecisi olurdu.
Ama olamazdı. Derdi mi? Değil bence… Sistemin topuna karşı olan, anarşist ruhunu dizginleyemeyen biri ne kadar sığdırılabilirse bir koridora o kadar kalabildi düzenin içerisinde. Umurunda mı, değil elbette. O değil ama sokakta insanların birbirine selam vermemesi umurunda, sevgisiz insanlara, kediye, köpeğe, kuşa, tilkiye, kelebeğe, ayıya, foka, balinaya, ağaca, denize kıyanlar hedef tahtasında… bir nefret ettiği onlar. İnsan olamayan mahlukatlar… O nedenle termik santrallere karşıdır, çocuklar sokaklarda öldürüldüğünde hıçkırarak ağlayacak kadar öfkelenir, o yüzdendir ki yürekten sever dünyaya ait tüm güzellikleri, yaratılan her şeyi ve o nedenle nefret eder tüm kıyımlardan, kıyım yapan zihniyetten.
Sedat Abi hep çok tanıdık gelmiştir bana. İlk karşılaştığımız o andan bu yana… sanki daha önce, çok önce henüz dünyaya merhaba demediğimiz zamanlardan gelen bir tanışlık… Uzun uzun çayırlarda yürüyüp tüm bu dünya meselelerini konuşmuş gibi…öyle bir şey işte… Belki o nedenle yazıyorum, çok eskiden kaldığı için. Çünkü tüm umutları, hayalleri, dilekleri… Ve tüm öfkesi, kırgınlıkları,isyanı o kadar bildik, anlatabiliyor muyum?
Şöyle yazmıştı 7 Şubat’ın bir saatinde:
"GAZETECÄ°LÄ°ÄžE BÄ°R SÃœRE MOLAÂ…
Farkındaysanız son zamanlarda fotoğraf paylaşmıyorum… 30 yıllık dostumdan beni soğutmayı başardılar… O dostumun deklanşör sesinin, artık bana heyecan vermediğini anladım… Oysa o deklanşör sesi, vizördeki ve ben… TARİFİ İMKANSIZ bir bütündük…
Fotoğraflarıyla yaşayan bir gazetecinin… İÇİNE NASIL EDİLİR hikayesinin… Nedenini sormayın bana… Kapınızın önünde… HER GÜN SATILIYOR… Gazetenin satın alındığı değil, paspas yapıldığı zamandayız şimdi…
HABERSİZ KAĞITLARIN… PUŞTLARIN FOTOĞRAFLARI İLE DOLDURULDUĞU ZAMANLAR… Bütün derdi… Halka haber vermek değil… BANKAYA DOMALMAK OLAN GAZETELERDE… YALAYAN DEĞİL… Sokaktaki sürünen adam olmayı tercih ederim… ANLADINIZ SİZ BENİ…”
Anladık elbette Sedat Abi… Anlamasak bu kadar yüreğimiz buruşmazdı, yürek buruşmasını sen çok iyi bilirsin değil mi?
Tuhaflığı ızdırap verici bir ülkede yaşıyor ve buraya ister istemez ev diyoruz ya Sedat Abi, sırf burada biraz daha güvende yaşamak için belki, belki daha da azalmamak için yani senin anlayacağın belki sırf bencilliğimden
“Diren Sedat” demek istiyorum. Bunca yıldır, bunca çirkinliğe direnen sen! Lütfen be abi…
Trenleri çok seven bir adamdan bahsediyorum ve bir çocuk saflığında gülümseyen birisinden. Gülümserken çocuk olabilenlere sımsıkı sarılmak gerekiyor bunu unutmayın.
Bazen bir mucize beklersin… Şimdi onu tecrübe ediyorum.