Hayvancılık Fuarı'ndan dönerken...
Yazar: Konuk Yazar
Ebru Karaismailoğlu Yumurtacı
İşletmeci
İzmir'de 10. Tarım ve Hayvancılık Fuarı'nı gezerken, bir önceki gün ülkemizde yaşanan acı olay ve hakkında sosyal medyada paylaşılanlar, yapılan yorumlar da aklımın bir köşesindeydi. "Ülkemde kadına bakış açısı" idi zihnimde dolaşıp duran... Fuarda olmanın yaptığı çağrışım, iki yıldan fazla zamandır hafızamda bekleyen bir anıyı canlandırdı.
2012 yılının Haziran ayı. İstanbul'da Hayvancılık Fuarı Animalia'da, çalıştığım firmayı temsilen katılımcı olarak bulunmuşum. Dört gün süren yorucu bir çalışmanın ardından, Pazar gece saatlerinde bir THY uçağı ile İzmir'e dönüyordum.
Uçağa bindiğimde fark ettim ki, bir futbol takımı ile birlikte yolculuk edeceğim. Üçüncü lig şampiyonu olmalarına az kalmış. İkinci lige yükselme yarışında oynadıkları bir maçta rakiplerini yenmişler. Deplasmandaki galibiyetin coşkusu ile sarhoşlar.
Fuarda, yanıbaşımdaki standda damızlık keçi yetiştiricisi bir firma vardı. Dört gün boyunca onların standa getirdiği tekelerin kokusu ile uyuşmuş burnum ve koku alma duyum, daha da kötü ve boğucu bir kokunun çarpıcılığı ile "level atlıyor". Maçtan sonra duş almaya zaman bulamadan ya da gerek görmeden, doğru uçağa binmişler sağ olsunlar.
Maçın oynandığı Güneydoğu ilimizden, İstanbul aktarmalı olarak İzmir'e gidiyorlar. İzmir'den de, havalimanında onları karşılayacak otobüsle memlekete yolculuk edecekler. Ege'mizin bir ilçesinin belediye destekli futbol takımı bu. Uçağın sol ön tarafında oturuyor oyuncular; kalecisi, santrforu, liberosu, forvetleri... Onların yedekleri, malzemecileri ve diğerleri. On bir kişiden hayli fazlalar.
Benim oturduğum arka bölümde, koridorun diğer tarafında, kulüp yöneticileri olduğu konuşmalarından belli olan üç kişi var. Yüksek sesle konuşup uçaktaki diğer yolcuları rahatsız ediyorlar. Yönetici takım, oyuncu takımdan daha fazla taşkınlık yapıyor. Hele bir tanesi var ki, bana en yakın koltukta duran, aramızda sadece bir koridor boşluk olan, o iyice gemi azıya almış.
"Oturuyor" diyemiyorum, çünkü anlatacağım olay yaşanırken oturuyor değildi o kişi. Oturmak, poponun koltuğa değmesi suretiyle yapılan bir eylem. Oysa bunun poposu havada. Burnu gibi. Yetişkin bir insan değil de, üç beş yaşlarında yaramaz bir çocuk adeta. Sırtında marka bir gömlek var. Marka olduğunu biliyorum çünkü, asgari ücret tutarındaki fiyatı ile, bir vitrinde dikkatimi çekmişti.
Kulüp yöneticilerinden biri olduğunu, hatta belki kulüp başkanı olduğunu tahmin ettiğim bu kişi, yüzü arkaya dönük bir şekilde, dizlerinin üstünde duruyor koltukta. Kollarını da, koltuğun arkalığına sarmış, arka sıradaki arkadaşı ile yüksek bir ses tonunda konuşuyordu. Sanki uçak kulübün özel uçağı, o derece rahat.
Sohbet, "Nasıl koyduk..." kıvamında ilerlerken, arka sırada pencere yanında oturan bir hanım daha fazla dayanamayarak, "Lütfen biraz sessiz olur musunuz?" dedi. Sadece bu kadar.
Cevaben, "Rahatsız mı oldun (güzelim)?" diyor oturamayan boğa. "Güzelim" kelimesi ağzından değil, bakışlarından çıkıyor. Duymuyorum ama, görüyorum.
Bu kez kadıncağız, "Uçakta sizden başkaları da var, herkes sizi dinlemek zorunda değil. Ben rahatsız oldum gürültünüzden. Zaten başım ağrıyor" karşılığını veriyor. Kadının hemen önünde oturan yandaş, oturmakta olduğu yerden kalkıp, arkaya dönerek, "Hastaysan evinde otur, uçakta ne işin var?" diyor. Aynen böyle. İkinci tekil şahıs eki ile cevap veriyor hanımefendinin "siz" diye hitap ederek ricada bulunduğu şahıs.
Kadın o zaman fark ediyor ki, bunlarla baş etmesi mümkün değil. Hostes geliyor o sırada kargaşaya... "Hanımefendi, arzu ederseniz yerinizi değiştirebilirim. Ön tarafta boş koltuklarımız var" diyor.
Kadın, "Ben neden yerimi değiştireceğim? Onlar gerektiği gibi davransınlar!" diyor. Bir bakıma haklı. Saygı duyuyorum kendisine. Ama onlarla aynı lisanı konuşmuyor. Onlar o kadar yüzsüz ki; gülüyorlar, kendi aralarında kendilerinin ne kadar haklı, kadının ne kadar utanmaz bir kadın olduğunu konuşup birbirlerini iyice gaza getiriyorlar.
Benim damarlarımda dolaşan kan ise kaynamakta... Bir an geliyor, beynime sıçrıyor. Hostese ben sesleniyorum bu kez. "Ben yerimi değiştirmek istiyorum" diyorum, "Ben, saygısız ve terbiyesiz bu kişilerle aynı mekanda olmaktan hoşlanmıyorum ve bu şımarıklığa katlanmayacağım"
Hostesten "Tabii ki..." cevabını alıyorum ve yerimden kalkıyorum, koridorda ayakta durmaktayım. Oturamayan boğa ve arkadaşları cüretime hayret ederek müstehzi gülüşleriyle beni süzmekteler. Tepeden tırnağa.
Ön tarafa doğru gitmek üzere bir adım atıyorum, sonra duruyorum ve geriye dönerek diyorum ki: "Siz bu kafayla mı idarecilik yapıyorsunuz? O belediyeyi böyle mi yönetiyorsunuz?"
"Evet" diyor oturamayan boğa, "Beğenemedin mi güzelim?" bakışıyla... "Tebrik ediyorum sizi oraya getiren oy sahiplerini... Durmak yok, yola devam" diyorum. Bu kez biraz yüzü düşüyor adamın.
Ben arkamı dönüp ön taraftaki yeni yerime doğru ilerlerken, oyuncuların yanından da geçiyorum mecburen... "Güle güle sana..." diye başlayan şarkıyı söylüyorlar arkamdan, hep bir ağızdan. Umurumda değil. İstediklerini söyleyebilirler. Ben de istediğimi söylemişim. Şimdiki aklım, hayat tecrübem olsa, daha başka şeyler de söylerdim... O gün o kadarını kotarabildim...
Ekonomi sınıfının en ön sırasındaki yeni yerime oturuyorum. Doğal olarak, o sinirle halen söylenmekteyim. Bakıyorum yan tarafımda gencecik bir kız, tesettürlü. Elinde zikirmatik. Otobüste, uçakta yanımdaki yolcularla sohbet etme alışkanlığım yoktur, sadece iyi yolculuklar dilerim, selam vermek adına. Ama bu kez söyleniyorum, hemcinsim ya yanımdaki, anlar belki halimden... Zikrediyor kız sadece, bana cevap vermeye tenezzül etmiyor. Sol yanımda ise başka bir hanım var, kitap okuyor. O da bir iki söz söyleyip bana, sayfayı çeviriyor.
Ben, içimde kabaran öfkeyi tam boşaltamamışken, koridorun diğer tarafında oturan bir bey bana doğru başını uzatarak diyor ki "Aslında çok iyi bir insandır. Tanısanız seversiniz."
"Gayet iyi tanıdım beyefendi, daha fazla tanışmamıza hiç gerek yok!" diyorum. Uçağın kalkış anonsu yapılıyor o sırada.