Modern demokrasiler ve gerçek demokrasi 8
Yazar: Oğuz Adanır
Modern demokrasilerin kendiliklerinden ortaya çıkmadıklarını, bu konuda yaklaşık iki yüzyıl süren muazzam bir mücadele verildiğinden daha önce söz ettik. Haklar, özgürlükler için kuşaklar boyunca kan dökülmesi ve sayıları belki de yüz binleri bulan insanların zindanlarda çürümesi gerekti. Bu halklar çağdaş bir demokratik düzene bitip tükenmek bilmeyen bir mücadele sonucunda ulaştılar.
Tüketim toplumu aşamasına geldiklerindeyse bu mücadele oldukça yavaşladı ve o tarihten sonra (1960lar) duraksayıp politik ve toplumsal mücadele genel niteliğini yitirerek kadınlar, eşcinseller, göçmenler, yani daha çok azınlık hakları, özgürlüklerine kaydı. Bu duraklama ve hakların azınlık çerçevesinde ele alınması bir kısım politikacıların da fırsatçılığı sayesinde o ülkelerin demokrasilerinde belli deformasyon ya da dejenerasyona yol açtı.
Türkiye ise aşağı yukarı bu noktada uluslararası kapitalistleşme sürecine uyum sağlamaya başladı, ancak bu aşama henüz sona ermedi. Neoliberalizmin tüm kurum, kuruluş ve kurallarıyla ülkeye yerleşmesi yaklaşık 20-25 yıl daha sürebilir. Başka bir deyişle Türkiye gibi ülkeler daha önce de söylediğimiz gibi görece oldukça insani, uygarlaşmış bir kapitalizme kapılarını zaman içinde sonuna kadar açtılar, ne var ki kapitalizm bu tür ülkelere istediği güvenceleri aldıktan sonra yerleşiyor ve bu da zaman alıyor.
Haftada beş ya da altıyı aşmayan işgünü sayısı, hafta sonu izni, yıllık izin, primler, sağlık sigortası, işsizlik sigortası, ücretsiz tatiller, ek sigorta gibi uygulamalar vs kapitalizmin oldukça (genellikle geldiği toplumlardaki mücadeleler ve kısmen de son 40 yıl içinde dünyanın çeşitli bölgelerinde kapitalist sermayenin saldırıya uğraması sonucu) insanileşti(rildi)ği döneme ait olup bizim gibi toplumların çalışmak zorunda olan insanları bir bakıma hazıra kondukları bu olanakları seve seve kabul etmektedirler. Başka bir deyişle görece insani değerlere ve niteliklere sahip bu kapitalizm gittiği hemen tüm ülkelerin insanları tarafından güle oynaya konuk edilmektedir.
Ağır sanayi ve tarım işçilerinin çalıştırıldığı kapitalizm dönemi pek çok coğrafya gibi özellikle üstünde yaşadığımız coğrafyada da çoktan sona erdiğinden bizim gibi toplumlar doğrudan hizmet, iletişim ya da Üçüncü Sektör üzerinden kapitalistleşmekte, dolayısıyla çalışanlar da eski deyimle emekçi olmaktan çok ücretli hizmetlilerden oluşmaktadır. Bunlar bir bakıma (biçimsel düzeyde) küçük ve orta sınıf burjuva olarak nitelendirilebilecek türden insanlar olup mevcut düzene karşı bir mücadele vermek istedikleri takdirde bu çağdaş bir ekonomik-politik çerçeveden çok toplumsal-kültürel-politik çerçeve içinde olmak durumundadır.
Bu sayıları her geçen gün artan hizmet ve iletişim sektörü çalışanları mevcut sendikal hareketler tarafından anlaşılmadığı gibi kendileri de dahil olmak üzere hangi ideolojik çerçeve içinde kendilerine yaklaşılabileceği bugüne kadar hiç tartışılmamıştır. Türkiye yine daha önce söylediğimiz gibi bir Cumhuriyet kurmayı ve yaşatmayı başarmış ancak bunu yaklaşık 90 yıldan bu yana bir türlü çağdaş bir demokratik cumhuriyete dönüştürememiştir.
Günümüz Türkiyesinde son bir yıl içinde yaşanan olaylar, bu olaylarda yer alan insan profili ve demokrasi anlayışları sorgulandığında bu kesimin ilgi alanı içine ekonomik ve sosyal haklardan çok demokratik hak ve özgürlüklerin girdiği, bu kesimin daha çok bu konulara ilgi duyduğu söylenebilir.
Hiç kuşkusuz bu hareketler 1970-1980lerde yaşananlardan bu yana ilk kez bu boyutlara ulaşan toplumsal hareketler olup öncekilerden farkı büyük ölçüde silahsız, örgütsüz, dağınık ve barışçıl bir tavrın sergileniyor olmasıdır. Ancak bu insanların politik nitelikteki sivil toplum örgütleri ve sendikalarla çok zayıf bağlarının olması demokratikleşme yönünde hızla yol alınmasını sağlayacak toplumsal hareketlerin önünü kesmekte ya da gücünü zayıflatmaktadır.
Günümüz Türkiyesinde istisnasız tüm siyasi partiler zihniyet, düşünce yapısı olarak bu yeni kitlelerin gerisinde kaldıklarından mevcut bağlamda onlara ulaşmaları mümkün değildir. Eğer bir araya gelmek durumunda kalıyorlarsa bu mevcut konjonktürel dayatmanın bir sonucudur. Zira bu yeni kitleler mevcut politik örgütlenme ve programlara ilgi duysalardı bu işi çoktan yaparlardı.
Bugün Türkiye hiç kuşkusuz demokratik deneme, sınama yöntemiyle bir demokrasi arayışı içine girmiş görünmektedir. Umarız bu mücadele modern toplumlarınkinden daha kısa sürer.
Bir kez daha yinelemek gerekirse, kapitalizmin Türkiyeye sözcüğün gerçek anlamında 1970lerden sonraki nitelikleriyle yerleşmeye başlayıp, bir bakıma toplumsal açıdan proletarya değil küçük burjuvalaşmaya yol açtığı söylenebilir. Öyleyse günümüz Türkiyesinde bütünsel nitelikte henüz sözcüğün gerçek anlamında ve ulusal düzeyde çağdaş bir burjuva düşünce yapısına/zihniyete, insani değerlere (ya da çağdaş insani niteliklere, erdemlere, değerlere, vs) sahip olmaktan uzak görünen bu insanların ancak görece insani- politik/barışçıl tartışma alanları yaratılması durumunda bir araya gelebilecekleri ve barışçıl yöntemlere başvurarak mücadele etme kapasiteleri sayesinde de bu olumlu değişim arzusunu sürdürebilecekleri ya da daha da güçlendirebilecekleri söylenebilir. Bir bakıma Türkiyeye özgü burjuva demokratikleşmesi belki de böyle olacaktır.
Gelişmenin yalnızca maddi olmaması gerektiği yaklaşık 100-150 yıl önce anlaşılmasına karşın toplumların bunu özümsemesi oldukça uzun bir zaman alabilmektedir. Belli bir ekonomik aşamaya gelerek günümüze özgü manevi yani insani, ahlaki değerler ve erdemlerden yoksun herhangi bir düzen toplumların geneli tarafından benimsenebilir mi? Dünyadaki demokrasi mücadeleleri şimdilik özellikle ulusal zihniyet/düşünce yapısı çerçevesinde sürdürülmeye mahkum görülmekle birlikte evrensel destek alma olanağından yoksun değildir. Yeni dünya yeni çözümler ve sonuçlara gebedir.