Modern demokrasiler ve gerçek demokrasi 5
Yazar: Oğuz Adanır
Modern demokrasiler büyük mücadelelerle belli bir aşamaya gelmişler, ancak belli bir noktadan sonra bu toplumlar görece o eski enerjilerini, mücadele kabiliyetlerini yitirmeye ve adam sendeci denilebilecek bir tavır sergilemeye başlamışlardır. Bunun nedenleri üstünde durmak gerekir.
Akılcı düşünce, üretim, emek, toplumsal gerçeklik ve demokratik şeffaflığı hedefleyen demokratik politikalar üstüne oturan klasik kapitalizm 1929 yılında üretim fazlasından kaynaklanan felaket sonucu radikal bir mutasyona uğramıştır. 1950li yıllardan itibaren neoliberal kapitalizm kendine rağmen, belki de can havliyle denilebilecek bir şekilde akıl ötesi bir tüketim, iş-hizmet ve artık topluma değil sistemi korumaya yönelik politikalar üretmeye başlamıştır.
Mutasyona uğrayan egemen kapitalist düzenin klasik muhalif Marksist terminolojiyle eleştirilmesi boş sözlerden ibaret söylevler üretilmesine yol açmıştır. Olan biteni fark etmemekten kaynaklanan bu durum mevcut düzenin Marksizmi sollayıp geçerek yoluna devam etmesini sağlamıştır. Baudrillard, daha 1970li yıllarda modern toplumlar ya da demokrasilerde devrim olasılığı artık sıfır bile değildir demektedir.
İngiltere eski başbakanlarından Tony Blair 1998 yılında Fransa Parlamentosuna seslendiği tarihi bir konuşmada bundan böyle (Üçüncü yol olarak da adlandırılan) sağ ve sol politikalardan değil doğru politikalardan söz edilmesi gerektiğinin altını çizmiştir. Artık hükümet, sendikalar ve işverenler bir araya gelerek sistemin varlığını sürdürebilmesi için neler yapılması gerektiğine birlikte karar verip, yaşama geçirmek zorundayız demiştir.
Bu yaklaşım modern demokrasilerde görülen kırılmanın en önemli nedenlerinden biridir.
Başka bir deyişle sistemin devam edebilmesi adına zaman zaman (bu hiç kimsenin hoşuna gitmese de) demokrasiden ödün verilebileceği anlamına gelmektedir ki, bu durum yalnızca çalışanları değil aynı zaman hükümetler ve işverenleri de köşeye sıkıştıran politik uygulamalara neden olabilir. Nitekim, Almanyada bir otomobil fabrikası ve Sosyal Demokrat Alman sendikası, hükümet aracılığıyla tam da Blairin yaklaşımına uygun kararlar alıp, uygulamışlardır.
Burada karşılaşılan manzara belli bir refah düzeyine ulaşan toplumların (kendi çıkarları adına herhalde belli bir noktaya kadar) gerekirse demokrasiden ödün verilmesine sessiz kalabileceği şeklindedir ki, Fransa, İtalya, Almanya, İspanya gibi ülkelerde son 20 yıl içindeki politikalara bakıldığında genelde merkez sağ olarak nitelendirilen muhafazakar bir yaklaşımın toplumu etkisi altına almaya başladığı görülmektedir. ABDde ise baba Bush döneminden bu yana politikanın her geçen gün daha muhafazakar, daha Amerika (çıkarları) yanlısı bir çizgi izlediği söylenebilir.
Modern toplumlar çıkarları adına demokrasiden tamamıyla vazgeçebilirler mi? Ulaştıkları demokratik hak ve özgürlükler düzeyine bakıldığında böyle bir şeyin olabileceğine ihtimal vermek zor, ancak bazı demokratik Avrupa ülkelerinin tarihsel açıdan kısa bir süre önce bütün kıta hatta dünyayı etkileyen Nazi ve faşist yönetim deneyleri (yaşadıkları ve) yaşattıklarını da biliyoruz.
Görece sınırsız demokratik hak ve özgürlük talebiyle birlikte gerektiğinde demokratik hak ve özgürlüklerin kısıtlanmasına ses çıkarmayan çelişkili bir toplumsal görünüm sunan modern demokrasilerin gerçek demokrasiler olduğunu söyleyebilmek acaba mümkün müdür? Dünyanın geri kalanına bakıldığında ve bir karşılaştırma yapıldığında hiç kuşkusuz halen dünyadaki en demokrat ülkeler bunlardır. Ancak sistemle işbirliği yapan kitlelerin çifte standartlı bir yaklaşımı (önemli olan benim mutluluğum, keyfimin yerinde olması vs) her geçen gün daha çok benimsediklerini göstermektedir.
Bu yaklaşım şöyle özetlenebilir. Modern demokrasilerde kitleler kendi ülkelerinin içişlerine, toplumsal yapıya yönelik yasama ve uygulama düzeyinde olabilecek en demokratik uygulamaları talep ederken göçmenler ve kendi dışlarında kalan toplumlarda yaşanan antidemokratik, faşist uygulamalar konusunda büyük ölçüde sessiz kalabilmekte; kendi yurttaşlarının başka toplumların insanlarını acımasızca sömürmelerine göz yumabilmektedirler. Örneğin, birçok Amerikalı uzman İkinci Körfez Savaşının en önemli nedeninin Amerikan halkının 4 x 4 olarak adlandırılan araçlara düşkünlüğü olduğunu söylemiştir. Başka bir deyişle aracının deposundaki benzin için kimlerin neden öldüğü Amerikan toplumunu pek rahatsız etmiyor gibidir.
Bütün bunlar ve sunulabilecek daha çok sayıdaki kanıt modern toplumlarda demokrasi anlayışının erozyona uğradığı ve her geçen gün bu örneklerin sayısının arttığını göstermektedir. Başka bir deyişle bu toplumlar zaman zaman kendileri için istedikleri demokrasiyi her toplumun hak etmediğini gösteren bir tavır sergilemektedirler. Demokratikleşmeyi o toplumların kendi iç sorunları gibi görebilmektedirler. Diğerleri konusunda sanki çalışıp çabalasınlar ve onlar da bizim gibi demokrat bir toplum olmayı başarsınlar demektedirler.
Öte yandan bu aşamaya gelmiş toplumların kendi sorunlarını çözme konusunda giderek zorlandıkları için dünyadaki toplumları giderek daha az umursadıkları da söylenebilir. Komünist ya da Sosyalist Partilere sahip bu toplumların zaman zaman düzenlenen Sosyalist Enternasyonal türünden evrensel nitelikteki toplantılarda dile getirdikleri kardeşlik, insanlık, eşitlik vs üzerine çektikleri söylevler artık boş sözlerden ibaret şeylere benzemektedirler. Bu toplumlar bir zamanlar var olmuş gibi görünen içtenliklerini tamamen yitirmişlerdir. Dünya giderek güçlünün kurallarını güçsüzlere dayattığı bir dünyaya benzemekte, ancak demokrasinin bu sürecin neresinde olduğu giderek belirsiz bir hale gelmektedir.
Sonuç olarak, modern toplumların demokrasi modelleri olarak kabul edilip edilemeyeceği diğer toplumların sorunu haline gelmektedir. Gerçek demokrasi arayışına girenler bu olguyu kesinlikle gözden kaçırmamalıdırlar.