Maviyle yeşilin kucaklaşması
Yazar: Öykü Bolulu
SBS nedeniyle ailecek yaşadığımız zor dönemden sonra, güzel bir tatili hak etmiştik. Aile meclisindeki uzun tartışmalardan sonra sıkıntılarımızı Fethiyenin mavi sularına bırakmaya karar verdik.
Sabah uyanır uyanmaz hemen yola koyulduk. Araba yolculuklarını çok sevdiğimden etrafı izleye izleye ilk durağımız olan Muğla Akyakaya vardık. Akyakanın masmavi denizini ve yemyeşil ağaçlarını arkamıza alarak fotoğraf çekildikten sonra, kendimizi o eşsiz denizin içine attık. Su tertemizdi ve sıcaklığı çok güzeldi. Gürültüden uzak, ağustos böceklerine yakın bir doğa köşesi
Akyakada denize girdikten sonra, Cittaslow (Yavaş Şehir) unvanını almaya hak kazanan beldenin çıkışındaki Azmakbaşına gittik. Muhteşem bir yer... Derenin denizle buluştuğu bu güzel yerdeki suyun derinliği 30-40 santimetre civarı, içini rahatlıkla görebiliyorsunuz. Suda çeşit çeşit balıklar, kurbağalar, su yılanları ve ördekler var. Dere kenarında birçok balık lokantası sıralanmış. Biz de onlardan birine oturduk. Hafta içi olduğundan kalabalık da değildi. Dere üstüne kurulmuş bu lokantada suyun yanı başında, yeşile boyanmış ahşap masaya yerleştik. Boy boy balıklar ve apak ördekler keyfimize eşlik ediyordu. Bu güzel yer biraz cebimizi yaksa da o manzaraya değdi doğrusu
Ördeklere birkaç dilim ekmek atıp veda ettikten sonra Fethiye yoluna devam ettik. Sıcak bir yolculuğun sonunda Fethiyeye vardık. Yollar sıcak ama sığla ağaçlarının altı oldukça serindi. Yazın ortasında taze sıkılmış portakal suyu ve keçi sütünden yapılmış dondurma insanın içini serinletiyordu.
Bu arada küçük bir araştırma yaparak Fethiyeye adını Mustafa Kemal Atatürkün verdiğini öğrendik. İlk hava şehidimiz Tayyareci Fethi Beyin adı, Meğrinin önde gelenlerinin isteğiyle 1934 yılından bu yana Fethiyede yaşar olmuş. Bence, hakkında kartalım diye şiir yazılmış Fethi Beyin adı; yemyeşil örtüyle kaplı, sarp dağlarla çevrili bu şirin ilçeye çok yakışmış.
Yorgunluğumuzu attıktan sonra kalacağımız eve yerleştik ve akşam yemeği için sahile doğru yürüdük. Sokaklar gerçekten güzeldi. Ramazan Ayı olmasına rağmen yine de kalabalık sayılırdı. Gün battıktan sonra sıcak hava yerini tatlı bir serinliğe bıraktı. Yemek yediğimiz yerin sahibi hesabı alırken, bütün konukseverliğiyle bize bazı uyarılarda bulundu: Ölüdenizde et yemeyin, alışverişte pazarlık yapın, Kuleli Koyuna mutlaka gidin
Bu ipuçlarını aldıktan sonra sahilde gezmeye başladık. Deniz pek temiz görünmüyordu; nedeni dağlardan derelerin sürüklediği topraklarmış, denizin dibi balçık olmuş. Neyse ki korktuğumuz gibi kanalizasyon kirliliği değilmiş.
Sahilde çok sayıda gezi teknesi vardı. Daha geçen sene Göcekten bir tura katıldığımız için aklımızda tekne gezisi yapmak yoktu aslında ama o kadar güzel görünüyorlardı ki tekneleri gezmeye başladık ve en sonunda Fethiyenin en büyük teknesi olan Hanedanı seçtik.
Hanedan gerçekten büyük bir tekne, içinde kaydırağı bile var. Kaydırak teknenin içine giriyor ve en uçtan çıkıyor. Çok eğlenceli görünüyor. Ramazan nedeniyle fiyatlar da çok uygundu. Kimseye söylememek şartıyla indirim bile kaptık. Bu güzel kararımızın ardından meydandaki su ve ışık gösterisiyle daha da keyiflendik.
Güzel bir uykudan sonra, sabah erkenden kalkıp tekne gezimiz için sahile gittik. Ben çok seviyorum tekne yolculuklarını, çok eğlenceli oluyor. İlk durağımız Yassıcalar oldu. Çok güzel bir yer. Deniz çok berrak ve çeşit çeşit balık var. Aralarına dalmadan edemedim. İkinci durağımıza doğru yol alırken teknenin pruvasında fotoğraf çekilmeyi de ihmal etmedik tabii ki.
İkinci durağımıza giderken bir korsan gemisi gördük. Bir gezi teknesini korsan gemisi gibi yapmışlar. İçindekiler oldukça eğleniyor gibi görünüyorlardı uzaktan. Üstlerinde bembeyaz uçuşan köpüklerin arasında müziğin ritmine uyarak dans ediyorlardı coşkuyla. Eğlenceli görünüyordu ama ben denizin maviliklerinde olmayı tercih ederdim yine de. İkinci durağımız Akvaryum Koyu oldu. Akvaryum metrelerce derinlikte, denizin ortasında ayağınızı rahatlıkla yere basabileceğiniz bir yer. Su, o kadar berrak ki rengarenk balıkları rahatlıkla görebiliyorsunuz. Bu yüzden buraya Akvaryum deniyor. Burada dalmak çok eğlenceli ve güzel. Çünkü rengarenk balıklar, değişik taşlar var. Denizin ortasındaki yıkık duvar kalıntıları da kolaylıkla görünüyor, hatta bazı yerlerde üstüne basabiliyorsunuz.
Üçüncü koya doğru yol alırken nefis bir de yemek yedik. Biraz uzun bir yolculuktan sonra Tersane Koyuna vardık. İsminden de belli olduğu gibi Osmanlılar zamanında bu ada tersane olarak kullanılıyormuş. Bu güzel koyda babam, teknenin kaydırağından kaydı. Ama sandığımız kadar kolay değilmiş oradan kaymak. Babamdan sonra ben denemeyi düşünmedim bile
Son durağımız adını üstünde özgürce dolaşan sevimli canlılardan alan Tavşan Adasıydı. Bir diğer ismi de -denizdeki kırmızı taşlar nedeniyle olsa gerek- Kızıl Adaymış. Yine tertemiz sularda bol bol yüzdük, daldık. Akşamüstü karaya doğru hareket ederken yorgun ama çok keyifliydik. Hemen yatıp ertesi gün için enerji toplamalıydım.
Sabah yine erkenden kalkıp Ölüdenize doğru yola çıktık. Ölüdeniz hepimizin fotoğraflarda gördüğü o güzel yer değilmiş artık, onu anladım. Ölüdeniz gerçekten ölüyormuş. Denize girmedik bile. O kadar kalabalık ki inanamazsınız! Ölüdenizde su akışı olmadığından su kendini yenileyemiyormuş. Zaten plajlarda da iğne atsan yere düşmüyor. Ölüdenizin bize göre olmadığını anlayıp kısa sürede ayrıldık oradan.
Dümenimizi Gemile Koyuna ve Kayaköye çevirdik bu kez de. Gemile Koyu, Fethiye merkeze aslında çok uzak değil ama biraz zahmetli bir yoldan dağa tırmanıyor sonra nefis bir manzara eşliğinde aşağı iniyorsunuz. Yeşil ve mavinin buluştuğu çok güzel bir koy. Kalabalık da değil. Keşfedilmesi gereken yerlerden biri. Gemile Koyunda küçük bir işletme var. Güleryüzle karşılıyorlar. Sadece girişte muhtarlık makbuz karşılığı para alıyor, o kadar. Pahalı da değil araba başı 2,75 TL. Hem ucuz hem güzel. Fethiyeye giderseniz mutlaka buraya uğramalısınız.
Gemile Koyunda yüzdükten sonra karnımız zil çaldı. Üç sevimli çardağı olan bir köy gözlemecesinde mola verdik. Tatlı bir esinti ve Kayaköy manzarası eşliğinde teyzenin sacda pişirdiği nefis gözlemelerimizi yedik. Yemekten sonra Kayaköye doğru ilerledik. Kayaköy mübadele sırasında terk edilmiş. O yüzden bomboş, hayalet köy gibi. Evler kayalardan yapılı ve boyalı değil. Girişte çeşitli atölyeler var, bir de rengarenk süslenmiş bir deve ve eşek. Bunların sırtında dolaşabiliyorsunuz çevreyi.
Hızlıca burayı gezerken benim aklım bir sonraki rotamız Saklıkentteydi. Bu yolculuk sırasında bir de kar şerbeti içtim. Çok güzeldi. O bölgede keçiboynuzu pekmezinden yapılıyor. Çok az yerde limonlu, narlı, çilekli gibi çeşitlerini de satıyorlar. Ama ben pekmez sevmesem bile kar şerbetine en çok pekmezi yakıştırdım ve tiryakisi oldum. Dönünceye kadar, gördüğümüz her yerde içtim.
Saklıkente giderken yol üzerinde birçok küçük lokanta vardı. Bu lokantalarda çalışanların hepsi bize el sallıyordu. Müşteri çekmek için yapıyorlardı bunu ama çok samimi görünüyorlardı. Biz de hepsine el salladık. Uzunca bir yolculuğun sonunda gri dağın dibindeki turnikelerden Saklıkente girdik ve daha girer girmez büyülendim. Saklıkent bizi hırçın akan buz gibi suyuyla karşıladı. Ayaklarımı bir dakika bile suda tutamadım. Yazın bu sıcağında bu kadar serin bir yer bulmak zordur. Geceleri orada kalsam ne güzel olurdu! Suyun kaynadığı yerlerden birinde buz gibi sudan içtik, tadı nefisti. Tadı damağımızda, güzel Saklıkentten ayrılma vakti gelmişti maalesef. Dönüş yolculuğumuzu köylülerden aldığımız minik yeşil elmalar tatlandırdı.
Fethiyedeki son günümüze buruk başladım. Dönmemiz gerekiyordu ama Fethiyeyi çok sevmiştim. Sabah kahvaltımızı, kaldığımız evin sahibi Mehmet Amca ile birlikte Kuleli Koyunda yaptık. Mehmet Amca, babaannem ile dedemin yıllar öncesinden bir öğrencisi. Artık o da emekli bir öğretmen. Buradan kendisine konukseverliği için tekrar teşekkür ediyorum.
Mehmet Amcanın kahvaltı için bizi götürdüğü Kuleli Koyu gördüğüm en güzel yerlerden biri. Kahvaltı ederken etrafımızda keklikler, tavuklar ve cıvıl cıvıl öten kuşlar vardı. Günlük ağacının serinliğinde kahvaltımızı ettikten sonra kendimizi Kulelinin muhteşem suyuna attık. Taşları ayrı güzel, kumu ayrı güzel
Aşık oldum desem yeridir. Fethiye turumuzu bu muhteşem yerde bitirmek üzüntümü birazcık azalttı.
Fethiyede son bir kar şerbeti içip uzun yolculuğumuza başladık. Neyse ki evimizi çok özlemiştim yoksa Fethiyeden ayrılık zor olacaktı. Yolda yorgunluktan hepimiz uyuyakaldık. Tabii arabayı kullanan babam dışında
Editörün notu: Kent-Yaşam yazarı Öykü Bolulu başarılarına bir yenisini ekledi. Genç yazarımız, bu yazısıyla İzmir Özel Gelişim Kolejince düzenlenen Evliya Çelebinin İzinde konulu liseler arası gezi yazısı yarışmasında ödül kazandı. Kutluyor, başarılarının sürmesini diliyoruz