Uzmanlık alanı İzmir 2013-12-12 00:00:00
Yazar: Saadet Erciyas
Kent araştırmacısı Yaşar Ürük, 41 yıldır günde sekiz saat İzmir'i çalışıyor, İzmir'i biriktiriyor...
Eylül ayında İzmir tarihi açısından ilginç bir tartışma yaşandı. Tartışma turizmcileri, arkeologları, tarihçileri, Hıristiyan dünyasını, Kadifekale'de yaşayanları, ama en çok da araştırmacıları heyecanlandırdı. İzmir araştırmalarıyla tanınan Yaşar Ürük, yaptığı açıklamada Hazreti İsanın havarilerinden, İncil yazarı St. Johnun müritlerinden önemli bir din adamı olan ve İ.S. 115te İzmirdeki Hıristiyanların piskoposu olarak seçilen St. Polycarp'ın mezar yerini bulduğunu açıklamıştı. Bu iddiayı ortaya atan kişi Yaşar Ürük gibi bir araştırmacı yazar olunca elbette büyük yankı uyandırdı ve sonuçta kentin dinamikleri harekete geçti. İzmir'de yıllardır dillere pelesenk olmuş, "İnanç turizmini canlandıracak" heyecanlı bir serüvenin başlamasına yol açtı Yaşar Ürük.
İzmir'in gündeminde heyecan yaratan bu açıklamanın sahibi Yaşar Ürük, İzmir'in önemli kültür sanat insanlarından birisi. 1967 yılından bu yana Devlet Tiyatroları'nda görev yapan Yaşar Ürük, aynı zamanda fotoğrafçı, yazar, müzisyen ve İzmir konusunda erk sahibi bir araştırmacı olarak biliniyor. İzmirlilerin kültürel buluşma noktalarından biri olan Yakın Kitabevi'nde Yaşar Ürük'le sevdalısı olduğu İzmir üzerine bir söyleşi yaptık. İzmir sevdasını, çocukluğunu, fotoğraf okumanın inceliklerini, İzmir turizmini ve kitaplarını konuştuk.
İzmir sevdası çocukluktan başladı
Öncelikle İzmir sevdasının ne zaman başladığını soruyoruz Yaşar Bey'e. İzmir sevdasının çocukluğunda, ailesiyle başladığını anlatıyor. Yaşar Ürük, anne babası Girit'ten İzmir'e göçmüş bir ailenin çocuğu. Annesinin titizliği nedeniyle çocukluğundan itibaren çok sık yer değiştirdiklerini ve yirmili yaşlara geldiklerinde değiştirdikleri ev sayısının 30 olduğunu gülerek anlatıyor. Çocuk yaşta yaşanan taşınmaların yaşamına iyi ve kötü etkileri olduğunu söyleyen Ürük, "Kötü etkisi bir arkadaş edinecek kadar oturamadık bir mahallede. İyi tarafı da ben 13-14 yaşıma geldiğimde İzmir'i yaşıtım bütün çocuklardan daha fazla biliyordum. Çünkü o yaşta her çocuk doğduğu mahalleyi biliyor. Ben Kadifekaleyi de, Eşrefpaşa'yı da, Altıntaşı da, Karşıyaka'yı da, Şemikleri de, Güzelyalıyı da biliyordum. Bu müthiş bir zenginlik oldu çocukluğumda" diyor.
Okula gitmeden okuma yazma öğrendiğini ve hep kitap okuduğunu anlatan Yaşar Ürük, her dönem başarılı bir öğrenci olduğunu anımsarken, "Fizik ve matematik alanında çalışmalar yapma idealiyle yetiştim. Ama hayat rüzgarları insana umduğunu değil bulduğunu getirdiği için o rota döndü döndü sanat alanında bir rüzgarla başka işe dönüştü" diye ekliyor.
41 yıldır günde sekiz saat İzmir'i çalışmak
Tıp eğitimi almayı düşlerken olanaksızlıklar nedeniyle eğitim planları değişen ve sanat eğitimine yönelen Yaşar Ürük, opera eğitimi almaya başlamış. Bir gün sahnede kendisini izleyen Cüneyt Gökçer, "Sen tiyatroya gel" deyince lise eğitiminin üzerine beş yıl da tiyatro okumuş. Tiyatronun mesleği olacağını, ancak hobi olamayacağını o yıllarda fark eden Yaşar Ürük, Ankara'ya gittiğinde yaşamına bir hobi gerektiğini fark etmiş ve bir karar vermiş. Ürük, o kararını, O zaman yaşadığın şehri araştırmalısın dedim kendi kendime. 1973 yılıydı. Ankara Milli Kütüphane'nin kapısından içeri girdim ve o günden bugüne her gün en az sekiz saat İzmir'i çalışıyorum. 41. sene bu sene ve bu değişmedi" diye anlatıyor.
Fotoğraf okumak ayrı bir uzmanlık konusu
41 yıldan buyana İzmir'le ilgili her şeyi biriktirmiş Yaşar Ürük. Hiç konu başlığı ayrımı yapmadan, İzmir sözcüğü geçen her şeyi kaydetmiş. "İzmir araştırmaları yurt dışına bile sayısız kaynaklara yönelen bir serüvene döndü. Başlangıçta 1973 - 1996 arasındaki yaklaşık 23 yıl, ben İzmir araştırmasıyla ilgili hiçbir şey yazmadım. Yanlış yapmaktan korktum. İlk yazılara 1996 yılında başladım" diyen Ürük, aynı zamanda ciddi bir fotoğraf arşivine de sahip. Arşivinde yaklaşık 30 bine yakın siyah-beyaz İzmir fotoğrafının yan ısıra kendisinin 2000 yılından bu yana çektiği 150 bin dolayında İzmir kent fotoğrafı bulunduğunu belirtiyor.
"Koleksiyoner misiniz?" dediğimde, efemera (gündelik yaşama ait bilet, kartpostal, afiş gibi kısa ömürlü küçük ve geçici belgele) ya da koleksiyon malzemesi değil, İzmir'le ilgili bilgi toplayan bir araştırmacı olarak tanımlıyor kendisini.
Yaşar Ürük, sosyal medyada paylaşılan İzmir fotoğraflarını okuma konusunda da oldukça yetkin bir insan. "Fotoğraf okuma konusunda iddialıyım" diyen Ürük, son yıllarda büyük bir açlıkla ve merakla paylaşılan eski İzmir fotoğraflarının okunması sırasında yapılan hatalara ilişkin şunları söylüyor:
"Bu merak değil bence, moda. Ülkede İzmir moda. Biraz doğal, biraz yapay körüklenerek oldu bu. İzmirli olmak bir ayrıcalık, İzmir'de yaşamak farklı gibi. Bir de modaya uyunca birdenbire İzmirli olmalarına rağmen bu yaşlarına gelinceye kadar alıcı gözle bakmadıkları fotoğraflara, gravürlere alıcı gözle bakmaya başladılar. Bir fotoğraf koyuyorlar Facebook'ta, Orası, burasıdır diyorlar. Altına yazıyorsun Burası şurasıdır diye. Yine kendi bildiğini yazıyor. O ona şartlanmış. Şöyle bir yanlış da yapıyorlar. Bugünkü İzmir'i eski fotoğraflara oturtup ipucu yakalamaya çalışılıyor. Ama o fotoğraftaki yer yanmış, artık yok, bugünkü hiçbir yer olması mümkün değil. İzmir fotoğrafı okumak, bana göre bir uzmanlık alanı. Bu konuda birkaç insan var. Ben iyi okuyanlardan biriyim. İddialıyım. Uzmanlık bu, kentin eski dokusunu, yapıyı bileceksiniz, o fotoğraftaki güneş ışığının açısını hesaplayacaksınız, insanların giysilerinden sokaktaki kaplama taşından, binaların kotlarından şehrin hangi bölgesi olduğunu bulması gerekiyor. Onları kullanmak zorundasınız. Ama o ipuçları kenti biliyorsanız işinize yarar."
Yeni kitaplar yolda
Yaşar Ürük sürekli üreten, bildiklerini kitaplarıyla paylaşan bir yazar. Bugüne kadar yazdığı 16 kitabın yanı sıra yolda üç kitabının daha olduğunu söylüyor. "Sinema Tarihinde İzmir", "Son Emrin İlk Hedefi" ve "Kaptan" yazımı süren eserleri.
"Son Emrin İlk Hedefi İzmir" için "26 Ağustos - 9 Eylül arasında, Kurtuluş Savaşı'nın son 15 gününün öyküsünün anlatıldığı belgesel bir kitap" diyen Ürük, "Kaptan" isimli kitabının ise İzmir spor tarihinin en önemli iki üç kalecisinden birisi olan Seyfi Talay'ın yaşam öyküsünü ve İzmir futbolunun 1940 - 1975 yılları arasındaki dönemini anlatan bir kitap olduğunu söylüyor. Sinema Tarihi kitabının aslında bittiğini belirtirken, "Son anda birden bire, sağdan soldan Şu sinemanın büfesini çalıştıran ailenin kızı benim arkadaşım görüşmek ister misiniz? denince bunlara hayır diyemiyorsunuz. Bir satırlık bir cümle dahi çıksa o bir kaynak. Arkanızda bırakıp başınızı çeverimiyorsunuz.O kitaba ihanet etmiş gibi oluyorsunuz. Biliyorsunuz ki o kitap bir defa yazılacak. Bir daha kimse 50,60,70'lerin kitabını yazmaz" diyor.
Bitmeyen kitap: Müzik Tarihinde İzmir
Yaşar Ürük'ün 1973'te yazmaya karar verdiği ve 40 yıldır bilgi belge topladığı kitabı ise Müzik Tarihinde İzmir. Kitapta ülke müzik tarihi içinde çok önemli bir yere sahip olan İzmir'in antik çağdan bugüne olan gelişimini aktarmış. Yaşar Ürük, "İlk çağ insanlarının ritüelde kullandıkları müziklerden başlayıp, antik dönem Yunan ve Roma dönemi müzik yapıları, Perslerini İzmir'e geldiği dönemlerden tutun burada yaşamış hangi uygarlıklar varsa İzmir'de. Tarih gelişirken müzik de gelişmiş. Onların tamamı, Bizans da var, Osmanlı, azınlık müzikleri var, Ermenilerin Rumların Levantenlerin müzikleri var. Çingene müziği var. Bir ayrım yapmadan, müzik adına yapılmış ne varsa aldım içine. Bu kitap arkasındaki cepte CD'si olması gereken bir kitap. Çok büyük bölümü bitti" diyor.
İzmir'in en güzel yılları 1930'lar
Yaşar Ürük İzmir'le ilgili yazdığı yazılarda sık sık kentin kirliliğinden, yok olan değerlerinden, göçten, yitirilen zarafetten de söz ettiğini anımsatıyor. Kendisine kentin en güzel dönemlerinin hangisi olduğunu soruyorum. 1930'lu yılları işaret ediyor. Kentin iki efsane başkanı Behçet Uz ile Reşat Leblebicioğlu döneminin kentin en güzel dönemleri olduğunu belirtiyor. Kentlilik üzerine, kentlilerin vefasızlığı üzerine duygularını şöyle dile getiriyor:
"Bana göre İzmir'in iki efsane belediye başkanı var. Birisi hiç kuşkusuz Behçet Uz, diğeri arkasından göreve gelen Reşat Leblebicioğlu. Leblebicioğlunun kentte hakları yenmiş bir adam olduğunu söyleyebilirim. İzmir'in Yer Adları ile ilgili çalışma yaptığım için, konuyu yetkin olarak bilen bir insan olarak söylüyorum, ya adamın ismini bir elektrik direğine verin. Bir kent bu kadar vefasız olabilir mi? Kente ne kadar hainlik yapan ne kadar adam varsa adları bulvarlara caddelere adları verildi. Üstelik dünya savaşı çıkmak üzere iken belediye başkanı olduğu kentte, o yokluk döneminde Behçet Uz'un çalışmalarını sürdürmüş, tiyatroyu kurmuş bu şehirde. Senfoni orkestrasını kurmuş. Böyle bir adam. Çok partili dönemle politikanın belediyeye yoğun biçimde bulaşmasıyla birlikte kentte bozulma başlamış. Bazen yüzdesi iyice çoğalmış, bazen azalmış. Ama bu bozulmayı bir daha kimse toparlayamamış. Gündelik politikanın cilveleri bu kentin yaşamını etkilemiş."
Din turizmi için büyük fırsat
Yaşar Ürük'le sohbetimizde söz turizme ve son dönemde tartışmaların odak noktası olan St. Polycarp konusuna geliyor. Yaptığı açıklamadan sonra bu bilginin birçok kişi tarafından sahiplenildiğini söyleyince, "Sahiplenebilirler, önemli değil. Ben şuna bakıyorum. Daha önce birisi çıkıp da şurası demiş mi?" diyor. Sözlerini şöyle sürdürüyor Yaşar Ürük:
"Bütün Hıristiyan alemi, 17. Yüzyılın başından itibaren bütün yazılı kaynaklara, gezginlerin anılarına baktığınızda, o Yusuf Dede mezarının St. Polycarpın mezarı olduğunu söylüyor. Bunu biz söylemiyoruz. Bunu Hıristiyan dünyası söylüyor. Kartpostallar basmışlar, gravürler yazmışlar, fotoğraflar çekmişler. 'Burası St. Polycarp'ın mezarı' diye Hıristiyan dünyası demiş. Bizim kaybettiğimiz ne olmuş, Yusuf Dede mezarının yeri kaybolmuş. Altında St. Polykarp'ın mezarı var mıdır, yok mudur? Ben o iddiada değilim. Ben kaybolmuş mezarın yerini nokta olarak gösterdim. 'Yusuf Dede mezarı okulun avlusunun içinde kalan yerdir' diye. Bakanlık ilgilendi, Kültür Müdürlüğü ilgilendi. Birlikte gittik. Akın Bey (Ersoy) görevlendirildi, müze görevlendirildi. Akın Hoca kazı başkanı olarak görevlendirildi. Müzede çalışma yaptık.
Sunduğum donelerle Akın Hoca ve oradaki grup ikna oldu, bir tutanağa alındı bunlar, çalışma başlatılması kararlaştırıldı. Müze müdürü yazışmaları yürütüyor, çünkü mülkiyet sorunun halledilmesi gerekiyor. Müze Müdürlüğü bu resmi formatı yürütürken Akın Hocalar da teknik konularda çalışmaya başladılar. Benim onlara verdiğim planları günümüz haritalarının bilgisayar çizimleriyle bire bir eşleştirmeye başladılar. Benim gözümle de gezdirmemi istediler. Nasıl çözdüğümü onlara da gösterdim. Orayı kazdıkları zaman altından, 1850 yıl geçmiş bir ceset çıkar mı çıkmaz mı ben bilemem. Ama hiç tarihi değiştiremeyeceğimiz bir gerçek var, o kesin. O adam orada öldürüldü, stadyum da öldürüldü. Önce öldürüldü sonra yakıldı. Oradan kemik çıkmasa da oraya bir ziyaretgah yapılıp İşte St. Polycarp burada öldürüldü demek,. Ben proje olarak bunu önerdim, karşısında boş bir alan var, Ayla Ökmen Seyir Terası olarak Konak Belediyesi'nin mülkiyetinde. O alana da bir açık hava galerisi yapılsa St. Polycarp'la ilgili. Satış stantları, kafesi yapılsa. Gelen gidenin inanç turizminden haddi hesabı olmaz."
Yaşar Ürük, İzmir'de Basmane kadar önemli bir bölgenin de Damlacık olduğunu dile getiriyor. "Damlacık'ta hala evlerin temellerinin kenarlarından sütunlar fışkırıyor" derken, Konak Tüneli'nin yapımı sırasında sözünü ettiği tarihi eserlerin kazı sırasında ortaya çıktığını kaydediyor. Dileriz gelişmeler, yazdığı kitaplar ve yaptığı araştırmalarla kentin tarihine katkı koyarak İzmir'e olan sevdasını gösteren Yaşar Ürük'ün söylediği gibi olur ve inanç turizminde bu kentte yıllardır beklenen sıçrama yaşanır.
Yazar Saadet Erciyas'ın önceki “Kent-Yaşam” yazıları:
[catlist id=18 pagination=no]