Modern demokrasiler ve dini inançlar 4
Yazar: Oğuz Adanır
İnsanlık tarihinin son 1500 yıllık bölümünde görece en ahlaklı toplumlar modern demokrasileri oluşturanlardır. Modern demokrasiler yalnızca monarşiler, aristokrasiler, prensliklere değil aynı zamanda kendinde insanların gündelik yaşamına müdahale etme hakkı gören ve onlara doğrudan ya da dolaylı bir baskı uygulayan kilise ya da din kurumlarına karşı yürütülmüş bir mücadelenin ürünüdür.
Bugün yanlış bir şekilde inanç özgürlüğü olarak ileri sürülen düşünce modern toplumların biçimlenmeye başladığı dönemlerde dini inancı yadsıma ya da ate olma özgürlüğü şeklinde algılanmaktaydı. Zira bu toplumlar üzerinde bin yıldan uzun bir süre baskı kurmuş ve önemli bir bölümünde insanlara rahat nefes aldırmamış, onları büyücülükle suçlayıp yakmış, hiçbir özgür düşünce ya da davranışı kabul etmeyip, cezalandırmış bir kurumun özgürlükten söz etmesi kadar çelişkili bir durum olamazdı. Aydınlanma mücadelesi aynı zamanda kilisenin acımasız, insanlık dışı kurallarını yıkmaya yönelik, yaşamın akılcı düşünce üstüne oturtulması amacıyla aydınların taviz vermeden sürdürdükleri bir mücadeledir.
Bu bağlamda inanç ve akılcı düşünce demokratik bir ortamda kendi yerlerini belirlemiş ve o günden bu yana belli bir consensus sağlanmıştır. Gustave Le Bon 19. Yüzyıl sonlarında inanç ve aklın ayrı kategorilere ait olup birlikte ele alınamayacağını göstermiştir. Çünkü inanç ağırlıklı olarak duygular üstüne oturduğundan nesnel koşullarda nesnel deneysel sonuçlar üretmeye çalışan akılcı, bilimsel düşünceyle bir arada ele alınamaz. Dolayısıyla inanan bir insanın bilim üretme merkezi olan üniversiteye girmesi ya da gitmesi yasaklanmalı mı sorusu o dönemde çok uzun tartışmalara yol açmış, ancak sonunda bir çıkış yolu bulunmuştur.
Doğanın, maddenin, bilimin inançla herhangi bir ilişkisi olmayan kendine özgü bir mantığı olduğunu kabul etmeyen bir insanın bilimle gerçekçi ilişkiler kurabilmesi ve onu sahip olduğu bu özellik ya da niteliklerle kabul etmesi çok zor hatta imkansızdır. Çünkü bu durumda inanmadığı bir alanla, bir işle ilgileneceğinden başarılı olması söz konusu olmayacak örneğin, bu alana herhangi bir olumlu katkıda bulunamayacak ya da elde edilmiş sonuçları gündelik yaşama uygulama konusunda sürekli inançlarıyla çelişki içine düşebileceğinden çevresine zarar verebilecektir.
Zira bilimsel etik kurallarına inançları adına ters düşecek davranışlar sergilemesi toplumsal açıdan yararlı olan bir alanda modern ve bilimsel ahlak kurallarını çiğneyerek ahlaksızca bir davranış sergilemesine neden olacaktır. Kişinin burada kendi inançları adına çevresine zarar vermesi, yani egoistçe davranıp topluma egemen olan akılcı ahlak kurallarını hiçe sayması hukuken bir suç teşkil etmektedir.
Ancak inançlı bilim insanların büyük bir çoğunluğu inanç ve akılcı düşünce arasındaki bu ayrımı kabul ederek hem inancına hem de bilimsel düşünceye ters düşmeyen bir yaklaşım sergilemişlerdir. Bu yüzden o toplumlarda üniversiteye giden ya da bilimsel düşünce üreten insanlar inançlarını kapının dışında bıraktıklarını söylerler. Zira evrensel nitelikte bilim üreten üniversitede bilimin, doğanın, maddenin dayattıkları kendi yasaları vardır. Bir ikileme düşmek istemeyen bir bilim adamının bu ikili süreci yani duygusal ve bilimsel düşünce evrenlerini birbirlerinden ayırmayı da bilmesi gerekir.
Bu bağlamda günümüz Türkiyesi ve benzeri ülkelerde üniversiteye inancını zorla sokmak bilimi, sanatı hiçe saymak ya da bilimi ve sanatı kendine uygun hale getirmek yani bilim ve sanat olmaktan çıkartmak anlamına gelebilir. Doğal olarak bu mekanların üniversite olma özelliklerini yitirmeleri kaçınılmazdır. Oysa üniversiteler bilim ve sanat tapınakları olarak nitelendirilebilir. O tapınakların kendi kuralları vardır ve bu kurallara uymak istemeyenler o kurumlara gitmemelidir, zira modern demokrasi ve etik anlayışın en önemli kurumları arasında yer alan üniversiteler açısından bu en hafifinden etik dışı bir yaklaşımdır.
Çünkü üniversiteler özerk (yani hiçbir akıl dışı kurum ve kurala boyun eğmeyen) ve demokratik kurumlar olup hiç kimseyi ne zorla bilime inandırmaya ne de bilimden caydırmaya çalışır. Bu kuruma kendi arzu ve iradesiyle gelerek bu kurumun oyun kurallarına uymayı taahhüt eden insanlara bildiklerini aktarır ve bu bilgileri geliştirmelerine yardımcı olur.
Akılcı düşüncenin egemen olduğu modern toplumların üniversitelerinde modern akılcı bir ahlak anlayışına sahip insanlar vardır. Bir toplum modern toplumlara özgü üniversite adlı bir kurumu benimsemişse yüksek insani ve ahlaki değerlere sahip bu toplumun akılcı ahlaki değerleri ya da benzerlerini benimsemesinde bir sakınca yoktur. Ancak üniversiteyi olumlayıp onun ortaya çıkmasını ve bugünlere gelmesini sağlayan yüksek ahlaki değerlerini olumlamamak en hafifinden çelişkili bir davranıştır.