Kalıcı demokrasi kültürü - 10 2013-10-10 00:00:00
Yazar: Oğuz Adanır
Kimler adına olduğu tam ve net olarak belli olmayan bir müzakere aşamasına geçmekten söz etmekle, toplumdan gizli demokratikleşme paketi oluşturmak arasında bir fark yoktur. Zira ne BDP, ne İmralı ne de yasa dışı bir örgüt Türkiyede yaşayan Kürt asıllı tüm Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarını temsil etmediği gibi hükümet de ülkedeki tüm muhalif grupların temsilcisi değildir. Dolayısıyla her iki tarafın da yaklaşımı baştan bu yana demokratik olmayıp bir dayatma şeklinde sürüp gitmektedir.
Eğer karşılıklı güvensizlikten söz ediliyorsa orada şeylerin şeffaf olmadığı, yani demokrasi kurallarının geçerli olmadığı söylenebilir. Birileri yalnızca belli sayıdaki oya bakarak kendilerinde aynı etnik gruba ait tüm insanları temsil etme yetkisi görüp bir takım konuları tartışmaya açmak isteyebilir, oysa açmak istedikleri konuların bizzat kendileri başka bir tartışma konusu olabilir. Diğerleri için de aynı şey söylenebilir.
Her şeyin almak ve vermek üzerine kurulu olduğu bir ülkede her oyunun bir kazananı ve bir de kaybedeni olmayabilir. Güneydoğu'da son 30 yılda yaşananlar bazı durumlarda bütün bir toplumun oyunu kaybedebileceğini göstermiştir. Öyleyse buradan çıkış da kolektif bir şekilde olmalıdır, yani böylesine uzun ve olumsuz bir süreçten sonra bütün toplumun kazanabileceği bir oyun oynanabilir. Bu oyunun adıysa kalıcı, sağlam bir demokrasiye sahip Türkiye olabilir.
Gelinen noktada ülkede yaşayan Kürt kökenli yurttaşların en büyük sorunu sanki Kürtçe konuşmak, Kürtçe eğitim görmekten ibarettir. Oysa ülkede çalışan nüfusun yüzde 47si asgari ücret (?) almaktadır. Ülkenin, dolayısıyla Kürt kökenli yurttaşların da en büyük sorunlarından biri ekonomiktir. Ülkedeki en büyük sorunlardan bir diğeri de şu ya da bu dilde eğitim değil nitelikli eğitimdir. Çocuklar ve genç kuşaklara bırakılacak gelecektir. Çağdaşlaşma, sağlık ve ulaşım bu toplumun diğer önemli sorunlarından bazılarıdır, ancak bütün bunların çözülmesi kalıcı ve sağlıklı demokratik adımlar atılmasıyla mümkündür.
Örneğin, ülkede tüm çalışanlar Avrupa Birliği standartlarına uygun bir şekilde sendikalı olmaya itilmelidir. Tıpkı her yurttaşa bir sağlık sigortasına sahip olma zorunluluğu getirilmesi gibi her çalışana bir sendikaya mensup olma zorunluluğu getirilebilir. Demokrat bir yönetim böyle yapar. Gerçek anlamda güçlü sivil toplum örgütleri kurulmasını teşvik eder. Zira, ülke sorunlarının ulusal meclise koşut bir şekilde bu sivil toplum örgütleri bünyesinde de tartışılması gerekir.
Güçlü, kalıcı demokrasiler özetle modern toplumsal mücadele tarihinin ürünüdür. İnsan hakları ve özgürlükler akılcı düşünce mücadelesinin bir sonucudur. İnsan annesinin karnından insan olarak çıkmaz. Çıkan biyolojik ve fiziksel bir varlıktır. Onun bir insana dönüşmesini zihinsel yapı/kültür (ahlaki ve insani değerler, normlar vs) sağlar. Her toplumun zihinsel/kültürel yapısı nasılsa yetiştirdiği insan da az çok bu yapıya sahip olacaktır. Mevcut dünyadaki en zor ve zahmetli işlerden biri demokrat bir kafa yapısına sahip insan yetiştirmektir. Türkiyenin başarması gereken ve onu yeryüzünde birinci sınıf, lider ülke konumuna getirecek olan şey budur.
Güneydoğu'nun hızlı bir şekilde çağdışı törelerle, gelenek ve adetlerden kurtulabilmesi için büyük bir ekonomik yatırımın yanı sıra bu yatırımlara koşut eğitim kurumları, bu bölgeye uygun tarım, sanayileşme ve kültür politikalarının oluşturulması gerekir. Bölgenin töresel adalet anlayışından kopartılarak modern bir hukuk düzeni içine çekilmesi olmazsa olmaz koşullardan biridir.
Örneğin, önümüzdeki 15 yıl boyunca 5 yıllık kalkınma programlarıyla bölgenin öncelikli sorunlarından yola çıkılarak ülkenin geri kalanıyla bu süre içinde yaşamın her alanında olabildiğince bütünleşmesi sağlanabilir. İstanbul, Ankara, İzmir kentleri ve bu kentlerin köylerindeki olanaklara Güneydoğu kentleri ve köyleri de en kısa süre içinde sahip olmalıdır. Devlet insanına sahip çıktığını ancak bu şekilde gösterebilir, kanıtlayabilir.
Kişisel kanıma göre demokratikleşme sürecinin sağlıklı olabilmesi için ilk yapılması gereken şey bir referandumdur. Bu sonuçları alındığında bağlayıcı nitelikte bir referandum olmalıdır. Örneğin, sorulacak Güneydoğuda şiddet eylemlerine son verilsin mi? gibi bir soruya çoğunluğun onay vermesi durumunda hükümet ve terör örgütü bir daha hiçbir şekilde bu tür eylemler gerçekleşmeyeceğini taahhüt etmelidirler.
Referandumun ikinci ayağı ülkede yaşayan tüm insanların kökenlerini isteğe bağlı bir şekilde açıklamalarıdır. Toplum bu çağrıya büyük ölçüde olumlu yanıt verdiği takdirde herkes görece sağlıklı ve somut veriler üzerinden konuşabilecektir. Arzulanan açıklık sağlanmasa bile bu demokratik açıdan denenmesi gereken bir uygulamadır. Çünkü Güney Doğu ve ülkenin diğer bölgelerinde yaşayan Kürt kökenli yurttaşların yalnızca meclis düzeyinde değil hükümet düzeyinde de nüfusla doğru orantılı bir şekilde temsil edilmesini sağlayabilir.
Bu yaklaşım ayrıca bölgesel çıkarlara hapsolacak ve başka sorunlara yol açabilecek politik sürecin rahatlamasını sağlayabilir. Örneğin, 15 bakandan oluşan bir hükümette başbakan yardımcısı ve bazı bakanlar etnik yapı göz önünde bulundurularak belirlenebilir. Bütün bunlar için bir Anayasa değişikliğine gitmeye gerek yoktur. Demokratik erdemlere sahip olmak bunun için yeterlidir.
Bugüne kadar gerek demokrasi kültürü, gerekse kalıcı demokrasi kültürü başlığı altında yazdığımız her şeyin kuramsal olduğu ve kağıt üzerinde kalabileceği söylenebilir. Buna Anayasaların da kağıt üzerine yazılmış kuramsal metinler olup, onların yaşama geçirilmesini sağlayan şeyin toplumsal irade olduğu karşılığını verebiliriz. Eğer toplumsal irade ağırlığını koyarsa değişmeyecek bir hükümet, bir düzen, bir ülke yoktur. Ama her şeyden önce toplumsal iradeye akılcı görünen çözümlerin sunulması ve tartışılması gerekmektedir.