Bir göç hikâyesinden türküye… 2024-06-26 12:00:00
Yazar: Semra Yeşil
Sevgili Yılmaz Demirtaş ile “Hikayeleriyle Anadolu’nun Türküleri” projemizin Ege Üniversitesi Etnoğrafya Müzesi’nde ilk sunumuna başlarken “Yılmaz, türkü nedir?” diye sormuştum. O da bana, “Hayattır” diye cevap vermişti. Sonra şöyle devam etmiştik:
“Peki hayat nedir?”
“Hayat her şeydir.”
“O halde hayat ile türkü aynı şey midir?”
“Türkü aşktır, sevdadır, ayrılıktır, kavuşmadır, derttir, dermandır, gurbettir, özlemdir, yaşamaktır, ölümdür, çaredir, çaresizliktir, isyandır, başkaldırıdır, kahramanlıktır… Kısaca hayatın ta kendisidir. Zira hayatlarımızın içinde ne var ise onun konusudur. Yani düşündüklerin çok doğru…”
O halde Bedri Rahmi’nin şu sözleri ne kadar da isabetli değil mi?
Ne zaman bir köy türküsü duysam
Şairliğimden utanırım
Şairim
Şiirin gerçeğini köy türkülerimizde bulmuşum
Türkülerle yunmuş yıkanmış dilim
Onlarla ağlamış onlarla gülmüşüm
O gün bu gündür sunumunu yapacağımız yeni bölge ile ilgili araştırma yaparken, “hayatın içinden çıkmış bu hikâyeler” kimi zaman güldürdü, kimi zaman hüzünlendirdi. Hatta bazılarını okurken göz yaşlarımı tutamadığım bile oldu…
Onca yıldır dinleyip de sözlerinin arkasında saklı kalmış hikâyesini bilmediğimiz ne kadar çok türkü olduğunu o zaman fark ettim. Bunları anlatırken bizi izlemeye gelenlerin ilgisi ve coşkusu bende bu hikâyeleri daha da çok araştırma arzusu yarattı.
Hikâyesini anlattığım türküyü sevgili Yılmaz Demirtaş’ın pırıl pırıl berrak sesinden dinleyen seyircilerin yüzlerindeki ifade bu çalışmaya devam etmemizi söylüyordu.
Son sunumumuzun bölgesi Doğu Anadolu’ydu ve onlarca türkü arasından seçtiklerimizin hikâyelerini hazırlamaya başladım. İçlerinde bir türkü vardı ki yürekleri parçalayan bir göç hikâyesinin yakarışıydı sanki: "Bitlis’te Beş Minare…"
Onca yıldır göç ile ilgili araştırmalar yapıyordum ama hiç türküye konu olacak kadar önemli olan bu göçü çalışmalarım arasına katmamıştım. O gün bu konuyu daha derinine araştırmaya karar verdim. Hatta türkünün hikâyesini yazmadan önce Halil Dağtekin’in Cumhuriyet Kitapları’ndan 2024 yılında çıkmış olan “Muhacirler” tarihi belgesel romanını bir çırpıda okuyuverdim. Zira içinde anlatacağım türküye konu olan göç son derece detaylı bir şekilde anlatılıyordu. Bu vesileyle sizlere de aktarmak istedim…
Bitlis, Doğu ve Güneydoğu Anadolu arasında yer alan bir şehrimizdir… Gerek coğrafi konumu gerekse Türk, Kürt ve Ermenilerden oluşan insan yapısı ile stratejik bir öneme sahip olması nedeniyle tarihte pek çok olaya sahne olmuştu.
Yabancıların, özellikle Amerikalıların ise bölgeye özel ilgileri vardı. Bu, Birinci Dünya Savaşı öncesi şehirdeki öğretmen okulu, askeri okullar, Amerikan Koleji, Amerikan Hastanesi ve pek çok ülke konsolosluklarının olmasından belli oluyordu. Tıpkı Van, Harput ve Erzurum’da olduğu gibi…
Zira, Amerikalılar bölgedeki Ermeniler'i Protestan mezhebine çekmek için özel olarak misyoner okulları açmışlardı. Bu konu biraz uzun… Biz en iyisi dönelim türkümüze konu olan hikâyeye;
1914 yıllarının başlarında girdiği savaşlardan yorgun ve yıpranmış olarak çıkan Anadolu insanı ülkenin pek çok yerinde olduğu gibi Bitlis’te de kendilerini nasıl bir geleceğin beklediğini tahmin bile edemiyorlardı.
Birinci Dünya Savaşı’nın ilânıyla, seferberlik emri Bitlis’te de sabahın erken saatlerinde halkın görebileceği yerlere asılmış, yazıyı okuyanlar askerlik şubesine giderek gönüllü olarak askere yazılmıştı. Bu gönüllülerin neredeyse hepsi Kafkas Cephesi'ne yollandı. Arkalarından söylenen mâni ise yıllarca dillerden düşmedi.
Gök meydan baş aşağı
Belinde şal kuşağı
Alay kalkmış gidiyor
Hepsi Bitlis uşağı
Gidenlerin çoğu Sarıkamış Harekâtı sırasında Allah-u Ekber Dağları'nda şehit oldular.
Bu arada, Rus Çarı Deli Petro'nun vasiyeti üzerine yıllar boyunca sıcak denizlere ulaşma hayalleri içinde yaşayan Çarlık Rusya Orduları harekete geçmiş, Kafkasya Ordusu’na Anadolu'nun doğusunu işgal etme emri vermişti. Bu emir üzerine Ruslar, Doğu Anadolu'ya girmiş, kısa bir süre içerisinde de bölgenin pek çok şehrini işgal etmişti. Bitlis halkı işgaller ile ilgili gelen haberlerden tedirgindi. Sıranın bir gün Bitlis’e de geleceğinden eminlerdi.
1915 yılının Temmuz ayında, bir Ramazan gecesinde Ruslar'ın Bitlis'i işgal etmek için Başhan Mevkii’ne geldiği haberi alındı. Şehirde inanılmaz bir panik yaşandı. Olabilecek bir işgale karşı göç etmeyi düşünen ailelerin bir kısmı, işgalcilerin gelişlerini beklemeden bulabildikleri tüm imkânları kullanarak; at, eşek, katır ve öküzlere yükledikleri en gerekli eşyalarıyla Baykan ve Silvan’a doğru yola çıktılar.
Çevrede Bitlis’i düşman işgalinden koruyacak düzenli bir askeri birlik yoktu. Ancak Bitlis'teki Türk askerinin ve milis kuvvetlerin güçlü savunması sonucunda Ruslar Bitlis'e giremeyerek geri çekildi. Bu başarı halkın moralini yükseltmiş, telaşla göç edenlerin bir kısmı da geri dönmüştü.
Ancak bu sevinç fazla sürmedi. Muş ve Tatvan’ın işgali Bitlis’in de yakın bir zamanda işgal edileceğinin habercisiydi. Bitlis halkını yeni bir göç çilesi bekliyordu. Yine topladılar eşyalarını ve düştüler yollara…
Şubat 1916 sonlarında Rus askeri Bitlis kapılarına dayandı. Piyade Yarbay Ali Çetinkaya komutasındaki Türk birliği, silah, cephane ve asker bakımından kendisinden çok fazla olan Rus birlikleriyle savaşmak zorunda kaldı. Bütün direnmelere rağmen, Bitlis 3 Mart 1916 günü Ruslar tarafından işgal edildi.
İşgal ile birlikte Ruslarla birlikte hareket eden Ermeni intikam tugayları da şehir merkezine dağılarak zamanında şehri terk edememiş, kimsesiz, yaşlı ve hastaları öldürme girişiminde bulundu. Göç edemeyip şehirde kalanlar öldürülürken, yola çıkmayı başaranlar da çetin kış şartları altında açlık, sefalet ve çapulcuların kurbanı oldu.
Göçten en çok etkilenenler -her zamanki gibi- çocuklardı. Yola devam etmeleri imkânsız olan pek çok küçük çocuk köprü altlarında, kar kümelerinin yanına bırakıldı. Arkalarından gelen askerler tarafından ya da izlerini süren Ruslar tarafından bulduklarında öldürmeyip kurtarılmaları umuduyla… Ancak umutlar boşa çıktı. Çocukların hiçbiri ertesi sabahı göremedi…
Bitlis Geçitleri’nin Rusların eline geçmesi Türk Genelkurmayı'nı düşündürmeye başlamıştı. Bu durum, Diyarbakır, Adana, Halep, Bağdat yolunun düşmana açılması anlamına geliyordu. Bitlis'in acil olarak geri alınmasına karar verilerek, Çanakkale Savaşları'nda büyük kahramanlıklar göstermiş ve o tarihlerde Edirne'de istirahatte bulunan 2. Ordu'nun acilen Bitlis cephesine gönderilmesine karar verildi.
Ordunun başında Anafartalar kahramanı Mustafa Kemal vardı. Albaylıktan generalliğe yükseltilen Mustafa Kemal, 27 Mart tarihinde Bitlis’e gelerek gerekli talimatları verdikten sonra karargahını kurmuş olduğu Silvan'a geri döndü. Temmuz ayı sonlarında geri geldi.
1 Ağustos 1916 tarihinde Mustafa Kemal tarafından taarruz emri verildi. 8 Ağustos 1916 tarihinde de Bitlis tekrar geri alındı. Bitlis, Birinci Dünya Savaşıyla beraber Anadolu'da işgal edilen vilayetler içinde özgürlüğüne kavuşan ilk şehirdir. Bu kurtuluş, Milli Mücadele'nin ilk kıvılcımıdır.
Ancak Bitlis, savaş sonrası harabeye dönmüş, taş taş üstünde kalmamıştı. Savaşın ağır sonuçlarının günümüzde bile hissedildiği biliniyor.
Bitlis’ten işgal kuvvetlerinin çıkarılmasının ardından, işgal öncesi Bitlis’ten kaçan bir baba ve oğul, geri dönerlerken şehre hâkim konumdaki Dideban Dağı eteğine gelmişler. Baba, şehre girmeden önce önden oğlunu gönderip, uzaktan şehri kolaçan etmesini istemiş.
Babadağ'ın eteğinde bitkin bir halde beklerken dönen oğul uzaktan babasına şöyle seslenmiş:
"Baba, şehirde yaşama dair hiçbir iz yok. Bitlis’te sadece beş tane minare ayakta kalmış, geriye kalan her şey harap olmuş…"
Bunu duyan baba adeta yıkılmış, bulunduğu yere diz çökmüş ve oğlunu yanına çağırarak kanlı gözyaşları içinde şu ağıdı yakmış:
Bitlis’te beş minare, beri gel oğlan beri gel.
Yüreğim dolu yare, beri gel oğlan beri gel.
İstedim yanan gelim, beri gel oğlan beri gel.
Cebimde yok beş pare, beri gel oğlan beri gel…
Tüfengim dolu saçma, beri gel oğlan beri gel.
Kaçma sevdiğim kaçma, beri gel oğlan beri gel.
Doksan dokuz yarem var, beri gel oğlan beri gel.
Bir yare de sen açma, beri gel oğlan beri gel…
Kaynak kişi: Mehmet Karakaş
Derleyen: Merdan Güven