Kalıcı demokrasi kültürü - 3 2013-08-12 00:00:00
Yazar: Oğuz Adanır
Bir kısmı Türkiye Cumhuriyetinin güney doğusunda yaşayan Kürt asıllı yurttaşların zaman içinde biriken sorunlarının çözümünde komşu Irak ve değişik Avrupa ülkelerinden yola çıkılarak öneriler üretilmiş/üretilmektedir. Oysa bu düşüncelerin çoğunlukla sonuçlara bakılarak üretildikleri ve genelde nedenler üzerinde hemen hiç durulmadığı görülmektedir. Daha önceki yazımızda Iraktaki yapılanmadan kısaca söz etmiştik. Burada İspanyadaki durumdan yine özetle söz etmeye çalışacağız.
İspanya günümüzde politik açıdan parlamenter monarşi olarak nitelendirilmektedir. Uzun bir krallık geçmişi olan ülkede demokrasi tüm kurum, kuruluş ve kurallarıyla ne kadar yerli yerine oturmuştur bilemiyoruz. Zira oldukça yakın bir geçmişte (1978) görece anayasalı, demokratik bir düzene geçilmiş olup demokratik altyapı sorunlarının ne kadar çözülüp, çağdaş bir görünüm aldığını söyleyebilmek kolay değildir. Söylemeye çalıştığımız şey İspanyada yaşayan insanlar zihinsel olarak demokrasiye görece Türkiyede yaşayanlardan daha yakın görünmekle birlikte uygulamada kök salmış demokratik bir yapılanmadan söz etmenin kolay olmadığıdır. Zira İkinci Dünya Savaşı sonrasında İspanya yaklaşık 30 yıl boyunca diktatörlükle yönetilmiştir. Günümüzdeyse çalışan her dört kişiden birinin işsiz olduğu İspanyada demokrasi sorunlarının daha uzun süre devam edeceği söylenebilir.
***
Özerk bölgelere gelince, krallık geleneğine bağlı olarak halen İspanya bayrağı altında varlıklarını sürdüren 17 özerk bölge olup, dil düzeyinde Kastilya dili (tüm Latin Amerika ülkeleri ve İspanyada değişik versiyonları konuşulan dile İspanyolca denilmektedir) dışında ancak Katalanca, Galiçya dili ve Bask dili resmi bir konuma sahiptir. Ancak bu resmiyet özerk bölgelerle sınırlı olup ülke genelinde Kastilya dili geçerli resmi dildir. Bu özerk bölgeler sözcüğün gerçek anlamında ne ekonomik ne de politik açıdan tam özerk olmayıp ancak kültürel ve toplumsal açıdan görece bir özerklikten söz edilebilir. Örneğin Katalunya bölgesinin son on yıl içindeki ekonomik bağımsızlık girişimlerinin gelip dayandığı nokta yurttaş başına ödenen verginin bölgeye yatırım olarak geri döndürülmesi şeklinde olup henüz tam bir çözüme kavuşmamıştır. Öte yandan ulusal olarak nitelendirilebilecek ve merkezi yönetim tarafından belirlenen eğitim, öğretim sürecinde de halen çok sayıda sorun çözüm beklemektedir. İspanya Anayasasının 2. maddesi İspanyol ulusunun bölünmez bütünlüğünü ve bölgelere dağılmış ulusların özerkliklerini tanımaktadır.
Politik bağımlılık konusunda yaptırım gücü büyük ölçüde kısıtlanmakla birlikte İspanya Kralının hala devrede olduğu hem genel meclis olarak nitelendirilebilecek Milletvekilleri Kongresi hem de özerk bölge meclisleri üstündeki kimi yetkilerini korumasından anlaşılmaktadır. Örneğin, Milletvekilleri Kongresinin önerdiği başbakan adayı ve özerk bölgelerde yerel meclisler tarafından önerilen bir tür yerel başkanları atayabilmekte ancak yöneticiler yerel meclisler tarafından belirlenmektedir. Senato olarak adlandırılan ikinci bir meclis ise modern federal yapılanmalardaki gibi bir yaptırım gücüne sahip olmaktan çok Milletvekilleri Kongresinin kararlarını onaylamaktan başka bir şey yapmamaktadır.
İspanyadaki özerklik sürecinin her bölgede birebir aynı şekilde yaşama geçmediği görülmektedir. Örneğin, Bask Bölgesi birkaç yıl öncesine kadar ekonomik açıdan Avrupanın en gelişmiş sanayi bölgelerinden biri olup kişi başına düşen yıllık gelir Avrupadaki en yüksek gelir grubu arasındaydı. Ancak burada da başlayan sorunlar bölge ekonomisinin geleceği konusunda sorular sordurmaktadır. Bu sorunlara karşın gerek Bask bölgesi gerek Katalunya halen İspanyanın en zengin bölgelerinin başında gelmektedirler.
Ulusal basın ve ulusal medya açısından bakıldığında hemen tüm özerk bölgelerde çok sayıda yerel kanal, gazete, dergi, vs olmasına karşın resmi dil olan Kastilya dilinde yapılan yazılı ve işit-görsel yayım türlerinin ilgi gördükleri söylenebilir. Bunun en önemli nedeni büyük sermayenin sahip olduğu ekonomik güçtür. İspanyada da hemen tüm dünyada olduğu gibi televizyon kanallarının en büyük sorunu kanala en çok izleyiciyi çekebilmektir. Dolayısıyla ticari kaygıların zorunlu olarak ön planda olduğu bir yerde kültürel özerklik ikinci plana düşmektedir. Ayrıca son yıllarda yapılan araştırmalar özerk bölgelerde gençlerin yerel dilleri öğrenme konusunda giderek isteksiz davrandıkları, zira İspanyolcanın gelecek açısından tüm Latin Amerika ülkelerine açılmalarını ve iş olanağı sağlaması nedeniyle birkaç milyon insanla sınırlı yerel dillere olan rağbetin giderek azaldığı belirtilmektedir.
Öte yandan bütün bu özerk bölgeler arasında doğal olarak değişik işbirliği projeleri ve programları olabilmektedir. Hukuk dili resmen Kastilya dili olup yalnızca üç özerk bölgede konuşulan ikinci resmi dil mahkemelerde kullanılmakta ancak bütün kararlar resmi dilde alınmakta, yayınlanmakta ve yerel dile çevrilmektedir. Aynı şekilde Milletvekilleri Kongresinde temsil edilen özerk bölgeler yasa, karar, vb önermelerini yerel dilde yapabilmekte ancak tüm kararlar ve yasalar resmi dilde alınmakta, yayınlanmakta ve yerel dillere çevrilmektedir. Ayrıca Bask bölgesinde halkın önemli bir bölümü ulusalcı politikaları onaylamazken; Katalunyadaki nüfusun önemli bir bölümü de İspanyadan bir ulus şeklinde ayrılmak istememekte ve üstünde anlaşılmış bir bağımsızlığın yeterli olabileceğini düşünmektedir. Örneğin, Katalonya bölgesinde üretilen her şeyin en büyük alıcısı İspanyadır. Dolayısıyla bölge insanlarının çok yönlü düşünmek zorunda oldukları açıktır. Gerek ETAnın oluşum süreci ve bugünkü konumu, gerekse Katalunyada yaşanan şiddet süreci (ayrıca Avrupa Birliğinin zorlamasıyla) bütün bölgeleri mücadeleyi demokrasi ve barış çerçevesinde yürütmeye zorlamaktadır, zira İspanya genelinde tüm özerk bölge halkları artık yeni şiddet dönemleri yaşamak istememektedirler.
Bu giderek içinden çıkılmaz bir görünüme bürünen sürecin İspanya Devletini bürokratik ve maddi açıdan her geçen gün büyüyen bir darboğaza soktuğu ve pek çok bölgede ekonomik sorunların her geçen gün arttığı görülmektedir. Tamamıyla geçmişe ait olup, krallığın bıraktığı bir miras olarak adlandırılabilecek bu durumdan İspanyanın kurtulmak bir yana her geçen gün daha da kötüye gittiği söylenebilir. Öte yandan Avrupadaki özerk bölgelerin Avrupa Birliği nezdinde yaptıkları girişimlerin birleşip, bütünleşmek ve uluslar üstü bir güç olmak isteyen bir Avrupa Birliğinin ruhuna ve ilkelerine tamamen ters düştüğü görülmektedir.
Özetle söylemek gerekirse İspanyadaki özerk bölgelerin Türkiyedeki durumla uzak yakın hiçbir ilişkisi olmadığı gibi İspanyada bu yüzyıllara dayalı özerklik sürecinin görece modern bir demokratik yönetimin başına sayısız miktarda sorun açtığı görülmektedir. Son otuz yıl içinde hiçbiri uzun ömürlü olmayan İspanya hükümetlerine bakıldığında bu ülkenin her an yeni sorunlara gebe olduğu söylenebilir. Ayrıca İspanya anayasasında yer almaması, gerekli ve yeterli kurumsal örgütlenme olmaması nedeniyle İspanya kimi federal özellikler taşımakla birlikte federal bir yapıya sahip olmadığı gibi bu işin nasıl ve ne zaman olabileceği de belirsizdir. Örneğin, Bask bölgesinde ulusçu akım XIX. yüzyıl sonunda (Sabino Arana) kan ve soy birliğiyle (saf ırk) başlamış, ailesinde dört tane Bask ismi olmayan kişi Bask sayılmamış, tüm Basklara Katolik olmak gibi bir zorunluluk getirilmiştir, vs. Aradan yüzyıl geçtikten sonra bu görüş yumuşamış ancak aşırı ulusalcılar o eski yaklaşımı zaman zaman gündeme getirmekten geri durmamışlardır. Bugün kimin Bask sayılacağı konusunda önemli sorunlar olup bir kez daha yinelemek gerekirse ulusçulardan yana tavır koymayan ve terörizm istemeyen büyük bir kitle vardır. Yirmi yıl gibi bir süre içinde bu bölgede yalnızca Bask dilini konuşan insan oranı ancak yüzde yirmiden yüzde otuza çıkmıştır. Bugün Bask bölgesinde yaşayan insanlar İspanya ile olan ilişkilerde zihinsel düzeyde birbirlerinden oldukça farklı düşünceler üretip tek bir noktada buluşmaktan çok uzaktırlar. Kimileri yalnızca Bask olmak isterken kimileri hem Bask hem İspanyol olmakta bir sakınca görmemektedir. Bunların dışında kalan görüşler de vardır.
Kısaca Türkiye ne tarihsel ne de toplumsal açıdan İspanyada yaşanmış sürece benzer bir süreçten geçmiştir. Etnik yapılanma, dini yapılanma ve diğer unsurlar özgün olup tüm veriler Türkiye bağlamında değerlendirilmek durumundadır, tıpkı Avrupada tamamıyla özgün bir modele benzeyen ve sorunlarını halen çözmekle uğraşan İspanya gibi...