Ramazan Bayramı bitti.
"Ergenekon" namıyla bilinen "malum davanın" sonuçlarının yarattığı karamsarlığa rağmen yaşamaya çalıştık bayramı.
Şimdi sırada Kurban Bayramı var ömrü olanlara.
Bakalım Kurban Bayramı öncesi ne yaşayacağız?
Bayrama lafım yok benim, lafım İzmir'in merkezini arife günü sahipsiz bırakan devlete!
"Devlet" dediğim de "atanmışı, seçilmişi" ile kamu yöneticilerinin alayı.
Çünkü bu yaşıma geldim böylesine sıkıntılı bir bayram arifesi hatırlamıyorum.
Arife günü önce Konak'taydım. Hatta gidiş ve eve dönüşü de sayarsak hem öğle hem de akşam üzeri olmak üzere iki kez.
Bayram öncesi vatandaşların huzur ve güvenle alışveriş etmesini kim sağlar?
Önce belediye sonra da emniyet. Ancak emniyet "gerek olduğu" zaman görev başındadır. Hani bir kavga ya da hırsızlık olursa diye.
Ama belediye ki çoğunlukla "zabıta" marifetiyle özellikle alış veriş alanlarında hem görsel açıdan caydırıcılık hem de gereğinde müdahale için görev yapar.
Kağıt üzerinde ne güzel laflar değil mi bunlar?
Ä°yi de hani uygulama?
Nasılsa vatandaş "kuzu" gibi, ne sesi çıkar ne de sorar. Mazallah soran biri de olursa "haddi bildirilir!" Doğru ya, kimin haddine bu sekiz bin yıllık kentte belediyeyi emniyeti sorgulamak?
Ne demek "yurttaşlık hakkı" falan?
İnanın kızmıyorum işportacılara, çünkü biliyorum ki tabiat boşluk kabul etmez, her boşluk mutlaka doldurulur! Türkiye'nin ekonomik adaletsizliğini de düşününce işportacılık bana daha ahlaklı geliyor. İş bulamayan, evine ekmek götüremeyen ne yapsın, hırsızlık mı? Ancak devleti de burada aramak gerek. Düzen ve intizamı kim sağlayacak?
Nerede zabıta, belediye, trafik polisi falan diye de sormak lazım?
Yaklaşan seçim öncesi anlaşılan herkes boşlamış düzeni.
Ancak işporta ağalarına "eyvallah" diyenler bu cahilce ve ilkelce duruşlarının sonuçlarını sanırım göremiyorlar! En azından artık bendeniz kim olursa olsun "EXPO" martavallarını yemiyorum!
İşportacılığın Valilik kapısına da dayandığı görülmüyorsa zaten söyleyecek sözüm olamaz!
Ya trafik keÅŸmekeÅŸi?
Lakin, inanın İzmir Emniyet Müdürlüğü çalısmaları hakkında yazmaktan ben sıkıldım. Trafik emniyeti sadece "mektupla ceza makbuzu" yollamak olarak algılanıyor galiba artık.
Ama İzmir Büyükşehir Belediyesi'ne bir sorum var.
Geçen Şubat ayıydı sanırım. Kızılay Kan Merkezi Konak Meydanı'na araç sokup kan toplamak istemişti. Büyükşehir Belediyesi sanırım "kent estetiği" açısından Kızılay Kan aracını "uygun" bulmamıştı. Galiba bu olay bir de Karşıyaka'da yaşanmıştı. Peki muhterem belediyeler arife günü Konak Meydanı'ndaki "köfteci arabasını" görmediler mi?
Kent estetiği kan aracını kabul etmiyor da köfteci aracını mı uygun görüyor?
İzmir'in "köy" olduğunu hiç savunmadım inanın ama arife günü İzmir "köy" bile değildi ne yazık ki!
Kafam karıştı!
Evet, ciddi söylüyorum kafam karıştı. Şu "malum dava" kararlarına göre şanlı ordumuza "komutanlık" edenler "terörist" ya da "terör örgütü yöneticisi" imiş. İlker Başbuğ Paşanın mektubundan okudum bunu. Türk Silahlı Kuvvetleri'ne resmi atamayla kabul edilen bir paşa "terör örgütü yöneticisi" olabiliyorsa Türk Silahlı Kuvvetleri ne oluyor? Peki İlker Başbuğ, Hurşit Tolon, Mustafa Balbay, Tuncay Özkan "terörist" ise İmralı'da yatan şahıs kim oluyor? Dedim ya, ne vicdanım, ne ahlakım ne de yurttaşlık anlayışım bu kararları kabul etmeyecek!