Demokrasi kültürü - 8
Yazar: Oğuz Adanır
Demokratik toplumlar nasıl bir ahlak anlayışına sahiptirler? Modern, çağdaş demokratik bir ahlak kavramı var mıdır? Evet vardır. Az çok gelişmiş tüm modern demokrasiler laik yani akılcı bir ahlak anlayışına sahiptirler. Modern demokrasiler neden akılcı bir ahlak anlayışına sahiptirler?
Modern toplumbilimin atası Emile Durkheima kulak verdiğimizde din ve ahlak kavramlarının kültürel ve toplumsal nitelikte olduklarını; başka bir deyişle dini inancın, tıpkı ahlak kavramı gibi yalnızca bir kolektivite aracılığıyla sürdürülebildiğini anlarız. Çünkü kişisel ahlak diye şey olamaz.
Modern toplumlar öncesinde ahlak kavramının dinle bağdaştırılmasının nedeni tek tanrılı dinler öncesinde törelerin inançlarla bağlantılı olması ve semavi dinler döneminde bazı değişikliklere uğrayarak varlığını aynı çerçevede sürdürmesidir. Dolayısıyla Durkheim ahlakın ilk baştan itibaren toplumsal bir niteliğe sahip olduğunu önce irrasyonel-mistik zihniyet sonra da metafizik düşünceye boyun eğip bu düşünce yapılarının inançla ahlakı birbirinden ayırma gibi bir gereksinim duymadığını belirtir.
Ne var ki 19. Yüzyıl sonu 20. Yüzyıl başında egemenliğini ilan eden sanayileşmiş kapitalizmle birlikte yaşamın her alanında görülen maddi ve manevi gelişmeler giderek çağdışı bir görünüm arz eden ahlak kavramına el atılarak çağın gereklerine uygun hale getirilmesini sağlamıştır. Durkheima göre modern toplumlarda olumlu, olumsuz her şeyden tanrıyı sorumlu tutan müminlerin yerini aklını kullanan ve birey-toplum ilişkisine inanan akılcı düşünce sahibi insanlar almıştır.
Modern akılcı oluşumlarda toplum bireyler üstü bir varlık olup, her yurttaşın sahip olduğu bireysel hak ve özgürlükleri korumak adına toplumsal kurallara boyun eğmesi kaçınılmaz bir şekilde toplumsal düzen, disiplin ve ahlak anlayışının gelişmesine katkıda bulunacaktır. Zira modern toplumsal oluşumlarda genelde özgür bireylerden oluşan çekirdek aileler şeklinde yaşayan yurttaşlar artık bir önceki patriarkal aile döneminde olduğu gibi her türlü ihtiyaçlarını kendileri karşılayamadıklarından herkes icra ettiği meslek, verdiği hizmet ve temsil ettiği kurum nedeniyle diğerlerine karşı sorumlu hale gelmektedir. Daha önce bu sorumluluk Tanrıya ya da kadere atfedilirken, insanın zekasını azıcık olumlu yönde akılcı bir şekilde kullanması durumunda diğerlerine zarar verme sürecine büyük ölçüde son verilebileceği anlaşılmıştır.
Zaten Durkheim de laik ahlak anlayışının aslında yüzyıllar boyunca oluşmuş ahlak kurallarını metafizik düşüncenin egemenliğinden kurtararak onlara akılcı bir görünüm kazandırmaktan başka bir şey yapmadığını söylemektedir (Ahlak Eğitimi, Say Yayınları). Başka bir deyişle modern, laik ahlak anlayışı aslında yüzyıllardan bu yana süregelen metafizik kurallara boyun eğen ahlak anlayışının yeniden düzenlenip modern yaşam biçimine uygulanmış, akılcı görünümünden ibarettir. Çünkü modern toplumlarda bireyler gündelik/maddi yaşamda öncelikle birbirlerine karşı sorumlu ve yükümlü olduklarından birbirlerine karşı belli ahlak kuralları çerçevesinde davranmak durumundadırlar ki, milyonlarca, on milyonlarca insandan oluşan bu toplumlarda yaşam giderek karmaşık bir ilişkiler yumağına benzediğinden bu ilişkilerin sürekli güncellenmesi gereken akılcı bir ahlak anlayışına boyun eğmesi de kaçınılmaz hale gelmektedir.
Günümüzde modernleşme sürecine boyun eğen, modern bir toplum ve modern bireyler olmak isteyen insanların çağdaş laik ahlak anlayışını reddetmesi, aklı ve akıl ürünü olan bir ahlak anlayışını reddetmesi demektir. Ayrıca ahlaksızlık da modern toplumlara özgü bir ahlaki davranış biçimi değildir, zira en eski arkaik ve ilkel toplumlardan günümüze varlığını sürdürmüştür. Katı Şeriat kuralları ve töreler öncelikle ahlaksızları yola getirmek amacıyla oluşturulmamışsa kimin için oluşturulmuştur? Kilise kurallarının yanı sıra mevcut töreler öncelikle ahlaksızlığı engellemek amacıyla konulmamışsa ne için konulmuştur? Dolayısıyla modern toplumlar da daha önceki toplumlar gibi belli bir düzen ve disiplin oluşturmak amacıyla kendi ahlak ve hukuk kurallarını üretmek zorunda olup, eskidikçe çağa uygun bir şekilde değiştirmek durumundadır.
Modern toplumlarda bireylerin maddi yaşamlarıyla ilgili alanlar dini inançların baskısı ve kısıtlayıcılığından kurtarılarak bireysel, iradi ve vicdani bir olgu niteliği kazandığından kişiler işledikleri suçlardan dolayı yalnızca Tanrıya değil aynı zamanda ve öncelikle topluma karşı sorumludurlar. Bireylerin topluma karşı sorumluluk hissetmemesi demek o toplumda bireysel vicdan kavramının kesin bir şekilde yerleşmemiş olduğunun göstergesi olup yurttaşların henüz kendilerinden saymadıklarını birer yabancı gibi (kazıklanabilecek, aldatılabilecek, zarar verilebilecek, vs) gördükleri söylenebilir. Modernleşmenin önündeki en önemli zihinsel sorunlardan biri bu olup birey-toplum ilişkileri çerçevesinde geliştirilecek akılcı bir bireysel vicdan kavramıyla aşılabilir.
Yine modern toplumlarda henüz ahlak kavramından haberdar olmayan ve bu amaçla eğitilen geleceğin bireyleri olan çocuklar açısından toplum bir tür bireyler üstü ideal bir varlıktır. Zira çocuklara ahlaki değerler kazandırma sürecinde yetişkinlerden oluşan özgür düşünce, bilimsel bilinç, dürüstlük, düzen, disiplin, başarı, anlayış, bağışlama, vb niteliklere sahip insanlar örnek alınacak model, dolayısıyla toplumun geneli geleceğin bireyi üstünde bir tür manevi baskı aracı görevi yapmaktadır ki, böyle bir sürece boyun eğen herkes olağan koşullarda bir sonraki kuşak için model görevi yapma arzusu duyacağından bu düzen kolay kolay bozulamaz. Bireysel vicdanın gelişmesi görüldüğü kadarıyla böyle bir eğitim, öğretim sürecini zorunlu kılmaktadır.
Öyleyse laik, akılcı ahlak anlayışının ideal ahlak kavramına en yakın ve çağdaş bireyler yetiştirmek isteyen modern toplumlara en uygun ahlak biçimi olduğu söylenebilir. Bunun dışında kalan ahlak anlayışları çağdışı yani modern akılcı bireyin kabul edemeyeceği türden ahlak anlayışlarıdır. Burada bir kez daha altını çizerek söylemek gerekirse günümüzde modernleşmeye çalışan dünya toplumlarının iki şeyi birbirine karıştırdıkları görülmektedir. Bunlardan biri hiçbir toplumun istemediği takdirde ulaşmış oldukları noktada modern toplumların az çok deforme edilmiş ahlak anlayışlarını örnek almak durumunda olmamasıyken; diğeri modernleşmek isteyen bir toplumun modernleşmenin başlangıç noktasında yer alan ahlaki ilkeler ve insani değerleri benimseme zorunluluğudur. Aksi takdirde bireylerden oluşan bir toplum değil güruh halinde yaşayan bir kalabalıklar yığınına benzeyebilir.