Demokrasi kültürü - 5
Yazar: Oğuz Adanır
Demokratik ülkelerde ekonomi alanında haklar ve özgürlükler hangi temel ilkeler üstüne oturmaktadır ya da oturmalıdır?
Çağdaş demokrasilerin şekillendiği ve kendisinden dünyanın esinlendiği coğrafyalar Batı Avrupa ve Kuzey Amerikadır. Sanayileşmiş kapitalizmle birlikte ortaya çıkan ve 19. Yüzyıl'ın ikinci yarısından itibaren giderek ön plana çıkan çağdaş demokrasi kavramının ekonomiyle olan tarihsel ilişkisini şu şekilde özetleyebiliriz:
19. Yüzyıl'da başlayan ve hızla gelişen sanayileşmiş kapitalizm başlangıçta kendi insanına bir köle muamelesi yaparak erkek, kadın, çoluk, çocuk demeden onları haftanın yedi günü, kimi zaman günde on sekiz saati bulan bir çalışma süresine mahkum edip, yalnızca hayatta kalmasını sağlayacak bir ücret veriyordu. Bu dönemde haftalık izin, yıllık izin, sağlık izni, hamilelik, doğum ve lohusalık izni, sağlık sigortası, işsizlik sigortası, eğitim hakkı ve özgürlüğü, politika yapma hakkı ve özgürlüğü, özgürlüklerden ve haklardan söz etme özgürlüğü, kısaca yurttaşların insanca yaşama hakkı ve özgürlüğü yoktu.
Marxın öncüleri ve ardılları, yani aydın burjuvazinin ya da intelijentsianın öncülüğünde işçi sınıfı olarak örgütlenen kitleler (sendika ağırlıklı olarak) mücadeleye başlamış ve 20. Yüzyıl'ın ilk çeyreğinde bu mücadele çok şiddetlenmiş 1929da çökmeye başlayan mevcut kapitalist düzen, nasyonal sosyalizmin devreye girip müdahale etmesiyle saf dışı edilmiş ve İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Batı Avrupa ve Kuzey Amerikada örgütlenen işçi kesiminin sol politikalara yakın durması, Sovyetler Birliği'nin ve ardından devreye giren komünist/Maoist Çinin Batı bloku olarak adlandırılan çağdaş demokrasileri tehdit etmeye başlamasıyla birlikte 20. Yüzyıl'ın ilk yarısında büyük mücadelelerle elde edilmeye başlanan haklar ve özgürlükler konusunda önemli aşamalar kaydedilmiş ve neo-liberal kapitalizm Karl Polanyinin deyimiyle sosyalleşmiş, Jean Baudrillarda göre ise kendi içinde düşünsel ve zihinsel bir devrim yapamayan Marksist düşünceye karşın bir mutasyon geçirmiş, bir devrim yaparak yoluna devam etmiştir.
Bu toplumlarda insan hakları ve özgürlükleri hem kitlelerin harcadığı yüzyılı aşkın yoğun çaba ve inatçı mücadele, hem de Doğu Bloku'nun bir tehdit oluşturması nedeniyle hızla gelişme göstermiş ve dünya için bir model, bir esin kaynağı haline gelmiştir. Kapitalizm yüzyıldan fazla süren bir mücadele sonucu insanların artık insanca yaşamalarının bir hak olduğunu ve insanca yaşamanın sağlıklı yaşamak, iyi eğitilmiş insan olmak, günde ortalama sekiz saatten fazla çalışmamak, politik görüşlere sahip olmak gibi şu anda halen geçerli olan pek çok hak ve özgürlüğü kabul edip, yaşama geçirilmesine izin vermek durumunda kalmıştır.
Ancak Sovyetler Birliği'nin çökmesi ve dağılması, Komünist Çinin artık yalnızca kağıt üstünde geçerli olan bir sözcüğe dönüşmesi, yani Çin kapitalizminin Çinin küresel rekabet gücünü koruyabilmesi adına Komünist Parti'yi bir bakıma kitleleri zaptı rapt altında tutmaya (asgari ücreti 250-650 TL arasında tutmaya yarayan) yarayan bir kuruma dönüştürmesiyle birlikte özellikle Batı Avrupa ve Kuzey Amerikanın son derece bilinçli oldukları söylenebilecek yurttaşları, yeniden 19. Yüzyıl çalışma ve yaşam koşullarına döndürme olanaksızlığı nedeniyle, dünyanın sömürülmesine katkıda bulunmaları karşılığında sistemin ortağı haline getirilmişlerdir.
Bu toplumlarda proletarya Baudrillardın deyimiyle bir bakıma buharlaşmış, başka bir deyişle sınıf atlamış, sistemle suç ortaklığını kabul etmiş, dolayısıyla bu toplumlar neredeyse tek sınıflı, hiyerarşik yapılı bir görünüme sahip olmuşlardır. Bu gelişmiş demokrasilere sahip toplumların demokratik yapıları artık küresel koşullara bağlı olup her an yara alabilecek ya da kan kaybına uğrayabilecek bir konumdadır. Öyleyse bu ülkelerin mevcut demokratik yapılanmalarına çok fazla bel bağlamadan (zira model olma özelliklerini görece yitirmişlerdir), evrensel nitelikteki demokratik ilkeler üstüne oturan özgün yerel demokratik rejimler oluşturmak gerekmektedir.
Küresel ekonomi rekabet gücü olmayan ülkeleri bir sefalet düzeni ve anti demokratik bir yapılanmaya mahkum ederken, belli alanlar ya da konularda belli bir rekabet gücüne sahip toplumların demokratik bir rejime sahip olabileceklerini göstermektedir. Tabii önemli olan bu demokrasilerin standartlarıdır. Örneğin, Türkiye gibi belli bir rekabet gücüne sahip olduğunu kanıtlayan bir ulusal ekonominin demokrasi penceresinden bakıldığında ekonomi alanında evrensel nitelikte geçerli olduğu söylenebilecek insan hakları normlarına uymadığı görülmektedir. İnsanca yaşam koşullarına uygun demokratik bir ücretlendirme politikasını benimsemeyen yerel kapitalist düzende çalışan insanların neredeyse yarısının asgari ücret aldıkları ve bunun insanlık dışı bir ücret felsefesi olup, toplumun bu kesimlerini ahlaksızlığa itme konusunda önemli bir rol oynadığı söylenebilir.
Ülkenin her yerinde yurttaşlarına eşit yaşam, sağlık, eğitim, ulaşım, çalışma, dolaşma vb olanaklar sunamayan bir kapitalizmin henüz sosyal adalet ve gelişmiş bir demokrasi anlayışından yoksun olduğu söylenebilir. Örneğin, Türkiyedekine liberal ekonomi denilmesi durumunda Batı Avrupa ya da Kuzey Amerika gibi ülkelerde çalışanları kapsayan ekonomik yaklaşımın sosyal demokrat bir nitelik taşıdığını kabul etmek gerekir. Bu ülkeler örneğin, ABD ayda 900 dolardan az kazanan yurttaşını yoksul olarak kabul ederken, Batı Avrupa ülkelerinin hemen tamamında asgari ücret 800 Eurodan daha yüksek olup Fransa dışında (bu ülkede çalışan nüfusun yüzde 17si, yani yaklaşık dört buçuk milyon çalışan asgari ücret almaktadır) kalan ülkelerde asgari ücret çalışan kesimin yüzde 1i ile yüzde 4ü arasında değişip, büyük çoğunluk asgari ücretin üstünde bir maaş almaktadır.
Ekonomi alanında eşitlik ilkesinin en önemli değişkeni olan ücret konusunda Batı Avrupa toplumlarına 20. Yüzyıl başlarında sosyal demokrat bir yaklaşım öneren Marcel Maussa göre ücret örneğin, bir ay boyunca belli bir iş karşılığında harcanan emeğin karşılığı olamaz, ücret hesaplaması bir insanın yaşamının 25-30 yılını bir işe vermesinden hareketle hesaplanması gereken bir şeydir.
Türkiyede insanlar diğer insanları ya da yurttaşlar diğer yurttaşları önce insan olarak göremedikleri sürece demokratik bir ekonomi anlayışından söz etmek de mümkün olmayacaktır.