Kalıcı demokrasi kültürü - 1 2013-05-22 00:00:00
Yazar: Oğuz Adanır
Son zamanlarda Kalıcı barış için demokrasi konusunda öne sürülen düşüncelerin, önerilerin bir kısmını paylaşmakla birlikte sorunun ifade edilişinin bir toplumsal konsensüs sağlamaya yönelik olmadığını ve dolayısıyla yaklaşımın kendini bir bakıma baştan sonuçsuzluğa mahkum ettiğini görüyorum. Zira iyi niyetli yaklaşımlar genellikle sonuçtan çok sorun üretir dolayısıyla bu tür konularda gerçekçi bir yaklaşım sergilenmesinde yarar vardır.
Yine böylesine önemli olduğu düşünülen bir konunun elde somut veriler olmadan kısa bir sürede sonuçlanacağını düşünmek en azından naifliktir. Örneğin, bu ülkenin etnik yapısı coğrafi ve nüfus, vs açısından nasıl şekillenmiştir. Örneğin, aynı etnik gruba ait görünen ancak mevcut yönetim ve yapılanmayla kimseden daha fazla sorunu olmayan insanlar adına konuşma ve karar alma yetkisi nereden alınmaktadır? Örneğin, bütün Kürt kökenli vatandaşların aynı talep ve isteklerde bulunduğu gibi bir yanılgı nereden kaynaklanmaktadır. Bu konu herkese sorulup teker teker bir yanıt mı alınmıştır?
Görebildiğim kadarıyla ülkemizde bir Kürt sorunu yoktur, zira sorunu bu şekilde ele almak Kürtler ve diğer etnik gruplar açısından ortaya bir Türk sorununun atılmasına neden olabilir. Başka bir deyişle bir ülkede azınlık/lar/dan söz ediliyorsa orada ayrımcılık vardır. Çünkü azınlık hakları çoğunluk hakkı/ları/nın kabul edilmesini zorunlu kılar. Oysa demokratik haklardan söz ediliyorsa orada görece bir eşitlik de olabilir. Dolayısıyla ben Kürt kökenli Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının özellikle Güney Doğuda yaşayanların belli bir bölümünün çeşitli ve önemli sorunları olduğunu ve 30 yıl kadar önce bu sorunların gereksiz ve anlamsız bir şekilde kanlı bir biçim alarak sonunda bir savaş değil PKK ve T.C. Silahlı Kuvvetleri arasında bir tür kan davasına dönüştüğünü düşünüyorum ki, silahlı çatışmaların tam zamanında kesildiğini ve her ne olursa olsun yani süreç olumlu da bitse olumsuz da bitse devam etmemesi gerektiğine inanıyorum. Zira bu bir savaş değildir, çünkü savaşlar biter oysa kan davaları bitmez, silahlı mücadeleyi sona erdirseniz bile o devam eder. Bunun süresini hiç kimse, hiçbir güç belirleyemez.
Sorun yine kalıcı barış için demokrasi şeklinde ifade edilemez, bu ifade barışın kalıcı olmayabileceği gibi bir düşünceyi kendiliğinden çağrıştırmaktadır. Bunun adı örneğin: Huzurlu ve güvenli bir yaşam için kalıcı demokrasi kültürü olarak değiştirilebilir. Zira demokrasi kültürü kalıcı olursa barış gitse bile geri gelebilir (2. Dünya Savaşı öncesinde giden barışın daha sonra geri gelmesi gibi, oysa tersi doğru değildir. Barışın kendiliğinden demokrasiye yol açtığı, varsa istisnalar dışında, görülmemiştir).
Zaten bu yüzden süreç dünyanın en kusursuz anayasa örneğiyle sonuçlansa bile bunun hiçbir önemi yoktur, zira ülke insanlarının demokrasi kültürü olmamasının ya da standartlarının çok düşük olmasının bu anayasanın yaşama geçirilmesinin önündeki en büyük engel olduğu görülecektir. Ayrıca dünyanın hiçbir demokratik ülkesinde sınırsız demokratik haklar diye bir şey yoktur. Daha çok demokratik hakla ne anlatılmaya çalışıldığının baştan söylenmesi gerekir.
Öte yandan metinlerin Kürt kökenli vatandaşlar üstünde yoğunlaşması diğer etnik kökenlere mensup vatandaşları rahatsız ya da tedirgin edebilir. Örneğin, üstünde konuşulan metinlerde Kürtlerin kendilerini tam anlamıyla eşit yurttaş olarak hissetmeleri
türünden ifadeler kullanılması diğer etnik kökenlere mensup insanların önemsenmediğini düşündürtmektedir, zira bu türden metinlerde görebildiğim kadarıyla başka hiçbir etnik gruptan söz edilmemektedir.
Yine Türk kökenli vatandaşlardan sonra sayısal anlamda Kürt kökenli vatandaşların en büyük kitleyi oluşturması metinlerde sanki bu vatandaşlara diğer etnik grupların sahip olması gerekmeyen haklar verilmesini gerektirir gibidir ki, bunun demokratik eşitlik ilkesine aykırı olduğunu söylemeye bilmem gerek var mıdır? Bir başka kavramsal sorun da farklılıklar gibi (ötekileştirici, ırkçılığı çağrıştıran) bir sözcüğün kullanılmasıdır.
Oysa Türkiyede yaşayan tüm etnik gruplar aynı düşünce ve kafa yapısı ya da zihniyete sahip insanlardan oluşmaktadır. Onlar aynının değişik versiyonlarıdır yoksa aralarında bir fark yoktur. Fark daha çok maddi, fiziksel bir olgudur zihinsel, düşünsel açıdan çeşitli değişkenlerden yani herkesin aynı anda değişik oranlarda hem aynı hem de aynı olmayan özelliklere sahip olabileceğinden söz edilmesi daha doğru bir yaklaşıma benzemektedir.
Burada çok ama çok önemli bir başka konuya değinmek gerekmektedir. Ciddi toplumsal dönüşümlere gebe olunduğu hissedilen dönemlerde aydınlar gelecekte oluşacağını düşündükleri görece gerçeklik evrenine uygun kavramlar, terimler ve sözcükler kullanmak yoksa da üretmek durumundadırlar. Zira toplumlar bu terminolojiye alıştıkça bazı sorunların çözülmesi de kolaylaşabilir. Dolayısıyla bu süreçte kullanılacak her sözcük çok önemlidir.
Sonuç olarak içinde yaşadığımız dönemde göz önünde bulundurulması gereken en önemli olgu din, dil, ırk ve saire farkı olmadan toplumsalın tamamını kapsayan demokratik ilkelere dayanan bir yaklaşım biçiminin benimsenmesidir.