Su Hayattır, Satılamaz!
Yazar: Haluk Işık
Sevgili Dostlar,
27 Mart Dünya Tiyatro Gününde Dikili’deydim. Etkinlikler kapsamında, “Su Hayattır” ve “Adalet” temalı bir panele konuşmacı olarak katıldım. İnsanlık için son derece yakıcı iki sorun hakkında, üstelik Dikili’de konuşuyorsanız, sözü Osman Özgüven’e düşürmemek olanaksızdır.
Başkan Özgüven, duruşu, sözü ve eylemiyle, “Yerel Yönetimler Tarihi” açısından bir simge, moda deyimle fenomendir. Hangi dünya görüşünden olursanız olun, bu ülkede “barış”, “emek”, “çevre” ile başlayan tümceler kurmaya başladığınızda, öznelerinizden biri mutlaka bu çok saygın insan olacaktır. Dikili’nin çok uzun zamandan beri, “Barışın, Emeğin ve Demokrasinin Başkenti” olarak anılmasında, Özgüven’in yadsınamaz payı ve belirleyiciliği vardır. “Dünya görüşü”nün, muhabbet çerezi değil, hayatın pratiğinde gözlemlenen, sınanan ve somutlanan bir olgu olduğunu, Osman Özgüven’in kişiliğinde rahatlıkla görebilirsiniz. Ege’nin kıyıcığındaki kasaba irisi bir yöre, bugün gıptayla anımsanan bir çekim merkezine dönüşmüşse, belediye başkanı ile onu seçenlerin uzun ve hiç de kolay olmayan yolculuğunu iyi okumak zorundayız. Bu okuma, gözümüzdeki at gözlüğü, yüreğimizdeki insansızlığın ve insafsızlığın küflü kilidi, beynimizdeki önyargı çemberiyle yapılamaz.
Özgüven ve arkadaşları, bugünlerde bir adalet ve hukuk süreci yaşamaktadır. Dikili ve ülkemizin, pek çok yerde yaşanan bu sürecin sonunda, güneşli günlere kavuşmasını beklemek durumundayız. Şu anda, onun görevini sürdüren sevgili insanlar, Özgüven çizgisini ve anlayışını korumakta, çok anlamlı bir nöbeti sürdürmektedir. Orçun Masatçı ile gerçekleştirdiğimiz paneldeki konuşmamı, işte bu düşünceler belirledi ve yönlendirdi.
Bugünlerde raflarda, “Su Hayattır Satılamaz ve Osman Özgüven” adlı yeni bir kitap göreceksiniz. Bilimden sanata, siyasetten işin uzmanına (İçlerinde, Bolivya’dan yazan da vardır) pek çok insan, bu önemli yapıtta, konuya dair bilgi, düşünce ve duyarlıklarını paylaşmaktadır. Kuşkusuz bir dayanışma ürünüdür. Bu dayanışmayı daha somut, daha eylemli göstermesi gerekenler için de, gözardı edilemez bir örnektir.
Ben de çok özlediğim ve bir an önce ülkesine, kentine, işine gücüne –o kadar çok biriktiler ki- dönmesini istediğim değerli dostumu, bir yazıyla selamlamaya çalıştım.
Özellikle uzaklar ve uzaktakiler için, bir de buradan paylaşıyorum.
...
Halkı İçin Can Suyu Olmak: OSMAN ÖZGÜVEN
Sorunun teknik boyutunu, insan bilmediği konuda lafazanlık yapmamalı, başta hidrologlara, belki radyolardan hep işitip ama ne olduğunu hiç düşünmediğimiz “Seyir, Hidrografi ve Oşinografi Başkanlığı” çalışanlarına, kısaca uzmanlarına bırakmak zorundayız. Elbette, “Toprak İşleyenin, Su Kullananın” felsefesinden yanayız, doğayı talan eden alçaklara karşı, entelektüel şiddetimizi kullanmaktan geri durmayız. Hayatımız, “Termik Santrallere Hayır!” diyen insan zincirlerinde, “Derelerin Kardeşliği” için yazmakla, “Dağlarımızı Rahat Bırakın Soyguncular!” çığlığı atmakla geçti, geçiyor. Ama biz bugün bu kitap için, sözünü eyleme, duruşunu halkına, gülüşünü hayata eklemeyi bilen bir yoldaştan, çok sevdiğimiz ve saygı duyduğumuz bir dosttan yana, tümceler kurmaya çalışacağız.
Bu kitapta, çok değerli kalemlerden harika yazılar okuyacaksınız. Biz düşlerimizden, o düşlerin kahramanlarından yola çıkalım.
Robin Hood’u egemenler sevmez, çünkü Robin Hood’lar oldukça, egemenler gün yüzü göremez. Sıkıyorsa, Sherwood Ormanından bir dal kopar. Kopar da, hayatının geri kalan kısmını, sözgelimi meşe ağacından kopardığın o dalın, aşı olarak eklendiği bir bünyede yaşa. Bugün reklamlarda altın saat, kösele ayakkabı, “Buraları hep trilyonluk apartman olacak!” diye, kentlerin akciğerlerinde at koşturan tipleri görünce, insan düşünmeden edemiyor: “İşte şimdi çıkmalıydı bu herifin karşısına Robin!” Ne yapardı? Ne yapacak, hepsini geri alır, halka dağıtırdı. Su gibi...
Simpsons sözgelimi, egemenler için tehlikelidir. Çünkü Simpson Ailesi, egemenle maytap geçer. Ne ezber bırakır, ne de egemenin gizlendiği binbir kılıf. Egemeni, vatan millet nutuklarından, din iman lafazanlığından ve de “Ver alttan gazı!”muhabbetinden çek al, karşında çırılçıplak bir kapitalizm, tehlikeli bir çokyüzlülük, korkunç bir insansızlık kalır. Kapatın şu televizyonu, egemenin sinirleri bozuluyor! Ama neyleyelim ki, bu gidişattan hep bir şey devşiriyor ve paylaşıyor Simpson’lar. Su gibi...
Don Kişot, ruhu, düşü, eylemiyle ölümsüzlüğü yakalamış şövalye! Zekanı Cervantes’in zekasına yetiştiremezsen, o olağanüstü yaratıcılık verimini, bir akıl hastasının tuhaflıkları gibi okursun. İddia ediyoruz, eli kulağındadır, pek yakında Don Kişot’u da yasaklamaya, olmadı sansürlemeye, yetmedi yok etmeye kalkışacaklardır. Çünkü ne bileyim, yeldeğirmenleri derken, kadim yazarın aslında barbarları, vandalları, savaş makinelerini kastettiğini anlayacaklardır.
Sanço – Sevdiğini söylüyorsun. Gerçekten var mı şu Dulcinea denen kadın?
Don Kişot – Ne demek “var mı?” Madem ki seviyoruz; var!
İşte bu yüzden, Don Kişot’u sevmez egemen. Centilmenlik var der çünkü, aşk var, düş ve hayatı sahiplenmek ve hep birlikte yaşamak ve paylaşmak var der. Su gibi...
Şirinler’i başlarda “çocuk işi” gibi görmüştü egemen. Komünal hayat, bu hayat biçimine tebelleş Gargamellere itiraz, şiddete ve tahakküme direnen bir takım mavi tipler... Egemenin ruhu sarsıldı, başı döndü, midesi bulandı, kulaklarına inanamadı. Ne oluyordu yahu? Ne olacak, bir arada yaşamanın, paylaşmanın manifestosunu, o manifestonun şarkısını okuyordu Şirinler. “Hayat, savunulacak ve uğruna direnilecek kadar güzeldir” diyorlardı. Su gibi...
Eh, “Masallar ve düşler kadar güzel olsun şu dünya!” diye ses verenler, gerçeğin peşine düşenler, bu gerçekten daha yaşanır bir dünya düşüncesi derleyenler ve böyle bir dünyayı “hemen, şimdi, bugün” talep edenler de vardı.
Onlardan biri, halk tarafından Dikili’ye belediye başkanı seçildi.
O belediye başkanı sayesinde, sanki bütün “gidenler” Dikili’ye döndü.
Belediye Başkanını hep birlikte, yeniden ve yeniden ve yeniden seçtiler.
Barış dedi adam, ekmek dedi, çevre dedi, sanat dedi, kadın dedi, çocuk dedi, eğitim, sağlık, emek, demokrasi... Sözleri, birer pankart gibi durmaktadır Dikili semalarında.
Bir gün kalktı “Su hayattır ve halkındır” dedi, “Satılamaz!”
Söylemekle yetinen, eylemsizlikle geçinen biri değildi. Yaptı dediğini, halkına can suyu oldu. Bütün söylediklerini, halkıyla birlikte gerçekleştirdi. Bedel ödetmeye, sözünden ve eyleminden vaz geçirmeye, yalnızlığa mahkum etmeye kalktılar. Yanıldılar.
Şimdi yurdundan uzaktadır. Beis yoktur. Gelecektir. Gelecek ve nöbeti yeniden devralacaktır Robin Hood’tan, Don Kişot’tan, Simpson’lardan. Gülen gözleri, ışıltılı yüreği, insana umut veren ferahlığıyla, Dikili’de olacaktır.
O gün çok kalabalık olacağız. Biz, düşlerimiz, şarkılarımız, masallarımız ve o masalların hayattaki karşılıkları. Bütün “gidenler” geri dönecek.
O gün Osman Özgüven’i, onbinlerce Osman Özgüven karşılayacak.
Can suyu, hayatın çağlayanına kavuşacak...