Yağmurlu bir Pazar sabahı
Yazar: Haluk Işık
Erken kalktım, her zamanki gibi. Bugünlerde Muzaffer İzgü ağabeyle, Dido Sotiriyu teyze arasında gidip geliyor, arada Mozart kardeşe uğruyorum. İnsanın, sanat denen memleketin sayısız diyarından ne çok akrabası var. İhmal ettiklerimi, henüz tanış olmadıklarımı, bir merhabayı dahi paylaşamadıklarımı düşünüyorum.
Bugün 9 Aralık 2012 Pazar. Yağmur yağıyor. Kaldırım kenarından akıp giden sular, bir bilinmeze sürekli bir şeyler taşıyor. İşte, ayrı düşmekten korkup bir birine yapışmış yapraklar, bir kibrit kutusu, bir parça kumaş, bolca kağıt, plastik bir şişe ve zahmetli bir yolculuğun yorgunluğunu yaşayan bir çam kozalağı... Çöp deyip geçmek, haksızlık olur. Kışın soyduğu ağaca, o kibrit sayesinde tutuşmuş ocağa, o kumaşı dokuyana, belki bir mektup artığı belki az önce sarıldığı ekmeğin sıcaklığını taşıyan o kağıda... Sahi sokak köpekleri, sokak kedileri, kuşlar nerelerdedir? Farkında olmadan iç geçiriyorum. Soğuk ve yağmurlu bir Pazar sabahı, okuma ve yazma telaşındayım. Ve biliyorum, bizim cafcaflı telaşımız, hayatın usul ve kendince yürümesi yanında hiçbir şeydir.
“Kendini saklayan bir kent...” Böyle mi tanımlamışlardı? Bir Pazar sabahının ıssızlığında, bu tanım İzmir’e, sevgilime çok yakışıyor. Bu kapalı pencerelerin, bu sır vermez kapıların ardında, bir kentin çocukları yaşıyor. Bugün ve bu sabah, yalnızca onların şiirini düşünmek istiyorum. Çünkü gerçek, her geçen gün biraz daha canımı acıtıyor. Şiiri, hayatın gerçeğinden kaçırmak mı, böyle mi dedim? Utanıyorum.
Az sonra dışarı çıkarım, gazete ve ekmek almak için. Ev uyanır çünkü. Uyanan bir eve, ekmek kokusu ve dünyaya merhaba demekler yakışır. Bugün “kaçmak” duygusu ağır basıyor? Nereye? Yok, doğru soru şu olmalı: Niye?
Oysa biliyorum, bilecek kadar yaşadım. Görmezden, işitmezden, anlamazdan gelsen de, hayatın bir yerlerde canı çok acıyor. Öyle ya, insan varsa hasret var, açlık, yoksulluk, şiddet, sömürü var. Ötekileştirerek varlığını süslemek, ötekileştirildiğini bilerek var olmaya kaldığın yerden yürümek var. Sonsuz eşitsizliklerde, artık bitsin kavgası vermek... Nedense birden bir kuş geçiyor, tam da gözlerimin hizasından ve tam da ben pencereye baktığımda. Gri bir boşlukta, beyaz bir leke. Sürüsünden ayrı kalmış bir martı olmalı. Kim bilir?
Küçük ve iddiasız tümceler kurmak istiyorum. Anlaşılır ve paylaşılır tümceler. Basit değil, ama yalınlığın samimiyeti ışıldayan tümceler. Dün gece, Muzaffer İzgü ağabeyin “Zıkkımın Kökü”nü okudum yeniden. Raziye’nin verdiği dolmakalemle, kırmızı kravatı düşündüm. Uykumda sürdü sonrası ve çok önceden yazdığım bir dizenin peşinde, Adana’nın sokaklarını, Seyhan kıyısında yaşanan yalnızlıkları dolaştım.
“Bütün Bunlar Bize Özgü, Yazan: Muzaffer İzgü” Ocak ortalarında sahneye çıkacak. İnsanların aklına hemen güldürü gelecek. Afişte de o yazacak kuşkusuz. Ama biliyorum, ben bugünlerde güldürüden pek uzağım. Dize mi? Şöyleydi sanırım: “Dolmakalemle yazılmış şiirler kadar, incelikli olmalı şu hayat...”
Yağmur dindi, bir perde kalkar gibi oldu sokaktan. Ağaçtaki turunçlar biraz daha parlak şimdi. Ama bahçedeki çiçekler, birkaç yaprak daha eksik. Karşı komşunun erkeği ne düşünecek? İyi oldu yıkamaya vermediğim, bak pırıl pırıl oldu araba... Hayat dediğin nedir ki? Ya insan dediğin?
Oyunuma dönmeliyim, “YERYÜZÜ Sahnesi, İzmir” emekçileri, benden oynayacak ve bir kelamı olacak oyun bekliyorlar. Peki ben ne yapıyorum şimdi? Kimi ilgilendirecek bu yazdıklarım? Gereksiz bir sütun işgali mi bunca hurufat? Yoksa bir yakarış mı, “Ey hayat bana ve insanlara bu pazarı bağışla” diye?
Bilmiyorum, bilemiyorum.
Birazdan başlayacak, belki bir yanıtı vardır. Yağmura soracağım. Mutfaktan çay kokusu geliyor, sevgilim İzmir’le karşılıklı çay içip, “No Pasaran!” demenin tam zamanıdır.
***
Ve anımsatıyor hayat, ne kadar düş, ne kadar iddia, ne kadar çaba gösterirsen göster beni gerçeğimle yaşayabilirsin der gibi. Yağmur yeniden başladığında, telefona bir ileti düşüyor. Arkadaşım Oktay Gökdemir’in annesini, annemizi yitirdiğimizi bildiriyor. Buca Cem Evi'ne gitmeliyim, sevdiğim ve sevdiğini bildiğim bir anneye “Hoşça kal” demeliyim.
Kalbime bir ateş daha düşüyor.