Hayatı miras bırakan Atatürk'ü Türk gençliği anlatıyor
Yazar: Ä°lay Zeynep Uzun
Osmanlı iniş çıkışlarının içinde görünür görünmez fırtınanın içine girmeye başlayan bir savaş gemisi gibiydi. Savaş gemisine fırtınanın verdiği zararlar her saniye, her dakika, her saat ve her gün artmaktaydı. Ama bu savaş gemisini içten içe tahtakuruları yemeye başlamıştı ki bulutlar kayboldu, yağmur durdu, güneş gözüktü...
Denizin her tarafını dünyada hiç kimsenin görmediği, özel olduğu çok belli olan bir gökkuşağı kaplıyordu ve yeni bir devlet doğduğunu haykırıyordu. Bu devlet "Türkiye" diye tüm dünyaya ilan ediyordu, kendini. Bu özel gökkuşağı savaş gemisinin neresine gelirse geminin o kısmını gizemli bir şekilde etkiliyordu. Gemi, ilk yapıldığında bile ne o kadar parlak ne de o kadar sağlam olmuştu! Gökkuşağı savaş gemisindeki tüm tahta kurtlarını yok etmişti.
Peki ya o özel gökkuşağı buraya nasıl gelmişti? Nasıl bu fırtınayı dindirmişti? O kimdi? O, Selanik’te doğmuş, hayatını Osmanlıyı kurtarmaya adamış, şu anda burada bu şartlar altında olmamızı sağlayan kişiydi. İşte o, ulu önderimiz Mustafa Kemal Atatürk'tü. O, Osmanlı'nın verdiği yanlış kararlar sonunda Anka kuşu gibi küllerinden yeniden doğuşu simgeliyordu.
Atatürk, hiçbir zaman kendi mutluluğu için çalışmadı. O, bizler için gelecek kuşaklar için çalışıp, mutluluğunun kaynağının tam da bu olduğunu söylemişti. Bir gün Romanya Dışişleri Bakanı Victor Antonescu onu ziyaret etmişti. Orada Atatürk mutluluk tarifini şöyle verdi:
"Herhangi bir şahsın, yaşadıkça memnun ve mutlu olması için gereken şey, kendisi için değil, kendisinden sonra gelecekler için çalışmaktır..."
Sonra Atatürk devam etti, hayattan alınabilecek keyfin sırrını verir gibiydi:
"...Hayatta tam zevk ve mutluluk, ancak gelecek kuşakların şerefi, varlığı, mutluluğu için çalışmakta bulunabilir. Bir insan böyle hareket ederken, ‘Benden sonra gelecekler acaba böyle bir ruhla çalıştığımı fark edecekler mi?’ diye bile düşünmemelidir. Hatta en mutlu olanlar, hizmetlerinin bütün kuşaklarca gizli kalmasını tercih edecek karakterde bulunanlardır.
Herkesin kendine göre bir zevki var. Kimi bahçe ile ilgilenmek, güzel çiçekler yetiştirmek ister. Bazı insanlar da adam yetiştirmekten hoşlanır. Bahçesinde çiçek yetiştiren adam bir şey bekler mi? Adam yetiştiren adam da çiçek yetiştirendeki duygularla hareket edebilmelidir. Ancak bu şekilde düşünen ve çalışan adamlardır ki, ülkelerine, uluslarına ve bunların geleceklerine yararlı olabilirler. Bir adam ki, ülkenin ve ulusun mutluluğunu düşünür, o adamın değeri birinci derecededir."
Atatürk, o gün uluslararası ilişkilere bakış açısını da anlattı. Herkes arasındaki o özel ve önemli bağı görmüştü. Sadece kendi milletini değil bütün ulusları düşünen, kapsayabilen bir dehaydı o!
"...İnsan bağlı olduğu milletin varlığını ve mutluluğunu düşündüğü kadar, bütün dünya ülkelerinin huzur ve refahını düşünmeli ve kendi milletinin mutluluğuna ne kadar değer veriyorsa, bütün dünya uluslarının mutluluğu için elinden geldiği kadar çalışmalıdır."
Hayat, işte böyle bir olgu...
Milletinin, gelecek kuşakların mutluluğu ve tüm ulusların iyiliği için çalışmak üzerine adımlarını atan bir ulu öndere sahip Türk genci, nasıl gurur duymasın, nasıl daha fazla çalışmasın?
Bazen Atatürk’ü düşünürüm; hani zeybek oynamayı çok severmiş ya... Onu zeybek oynarken hayal ederim. Zeybek oyununda bir duruş vardır, efeler kartal gibi dururlar. Kollarını kaldırmış, kartal kanatlarını açmış gibi gelir, Atatürk. Öylesine mağrur, öylesine özgür ve öylesine güçlü!
Gökkuşağı gelir, kartalı çevreler, kurduğu cumhuriyetin mutluluğunu ve gücünü kanatlarının arasından geçen ışıklarla Atamıza hissettirir. O da bilir ki bugünün Türk genci de aynı onun gibi milleti, gelecek kuşaklar ve tüm ulusların iyiliği için çalışıyor!