Ben yazmaktan, konuşmaktan utanıyorum attık, “onların” alayında ne bir utanma var ne de bir adım atma... İnanın sıkıldım ben doğduğum, büyüdüğüm ve kısmetse öleceğim kentimdeki “riyakarlıklardan”...
Ha “riyakarlık” yeni mi?
DeÄŸil tabii...
Bugünkü neyse dünkü de o.
“Riyakarlık” Sarı Kışla’yı yıkanlarda, Kordon’un içine edenlerde, Yeşilyurt’a “rant imarı” uygulayanlarda başlamış. Yoksa Behçet Uz’un fikriyatı devam etseymiş, Allah bilir ya İzmir şimdi Allah’ın sömürgeci Levantenlerine hasret çekeceğine, alem-i cihan İzmir’i kıskanırdı ya, konuşamıyoruz işte...
Geçen hafta Basmane’deydim...
Canım Orhan Beşikçi abim ve Mahir Dinç kardeşimle, merhum Necdet Doğanata’nın cenazesinden önce, belki dört saat dolaştık Basmane’yi.
Sinir stres tabii...
Leş gibi çöp kokan sokakları mı yazayım yoksa güya Müslümanlığımızla gurur duyup gözümüzün önünde çatlayıp duran Faik Paşa Camii duvarlarını mı? Yoksa fotoğraf çekilmesine bile izin verilmediği söylenen ve yıllardır bir türlü onarımı bitmeyen Emir Sultan Haziresi’ni mi?
Ya da size İstanbullu sermayedar kokoşların ve de meşhur artistlerin üçer beşer ve dahi beleş fiyata çöktüğü metruk binaların hikayelerini mi anlatayım, neyi anlatayım, neyi?
Belediyelerin, Emniyetin, valiliğin, vekillerin bir cümle devletin elini ayağını çekip, çekmemiş gibi yaptığı Basmane’yi hangi sözcüklerle yazayım size? Şimdilerde bölücü örgütün bile ahkam kestiği o canım yokuşlarda geçen hayatımı mı anlatayım yoksa terör sempatizanlarının milli günlerde bayrak asılmasına “kızdığını” mı yazayım?
İyisi mi pek muhterem Cumhurbaşkanımıza “arz ettiğim” ve Vakıflar Müdürü her kimse şikayet ettiğimi Kumrulu Mescit’in hazin öyküsünü yazayım.
Kumrulu Mescit, Orhan Beşikçi abim olmasaydı, hayatta gündeme gelmeyecek bir konuydu. Her ne kadar Ramazan-ı Şerif’te “çadır sevabına” koşturan muhafazakar zenginlerimiz çoksa da, bir zamanlar her türlü İslami ibadet ve faaliyetin yapıldığı, atalar mirası Kumrulu Mescit’in, utanma duygusu kalmışları utandıran hali pür melali...
Her lafa “Allah” adıyla başlayıp “Allah’ın evi” kabul edilen yerleri ise görmezden gelen İzmirli ağa Müslümanlara Mahşer’de sormazsam bu rezilliği ben de adam değilim inşallah!
Ä°zmirÂ’in ayakta kalabilmiÅŸ en eski mescidi Kumrulu Mescit.
18. Yüzyılda yapılmış 1757 gibi... Lakin zamana ve ihmallere yenik düşmüş. Tam yıkılacakken Orhan Beşikçi diye bir “insan evladı” çıkmış ortaya ve feryad-ı figan.
Orhan Abimden çok sonra ben de başladım “hooop neredesiniz efendiler” diye... Ecdat mirasını hapır hapır yiyen, güzelim şadırvanların edepsiz şerbetçi olmasını da “gelişme kabul eden” Vakıflar İdaresi bir kıpırdamıştı. Güya restore edeceklerdi. Kim olduğu ne olduğu belli olmayan bir firmaya verilmiş iş. O firma da gelmiş, güzelim mescide kaynanasının evi muamelesi çekmiş. Çatıyı kaldırmış, uyduruk bir branda çekmiş ve bayram tatili diye çekip gitmiş.
Önce rüzgar uçurmuş uyduruk brandayı...
Sonra da yağmur o çatıdan girmiş güzelim mescidin içine. Yağmurun neticesi belli değil. Zira Vakıflar İdaresi kilit vurmuş kapıya, göremedik giremedik içeri.
O kapıdaki kilit, açık çatının hali, kilitli kapıdan görünen ve iç yakan giriş...
Allah bizi neyle sınıyor bilmiyorum ama samimiyetsizlik, utanmazlık ve tabii o müthiş riyakarlık tarihte hiç bu kadar tavan yapmamıştır belki de.
İki gün konuştum, izlediklerini, bilgileri olduğunu kesin olarak bildiğim Vakıflar İdaresi’nden “çıt” çıkmadı, bir milletvekili bile aramadı, Vali Bey merak etmedi, aslan medyamızda Ege Telgraf Gazetesi dışında ilgi duyan olmadı.
Ben de oturdum Cumhurbaşkanlığı Makamı’na e-postayla bildirdim ve Vakıflar İdaresi İzmir müdürü her kimse şikayet ettim. Bakalım dönüş olacak mı?
İzmir’e bir yandan EXPO kazandırmak için uğraşanlar diğer yandan da İzmir’i İzmir yapan değerlerin sadece kilise veya havra olmadığını da anlamak zorundalar.
Bu arada Basmane gezimizde Cumhuriyet Halk Fırkası Mirali Ocağı Hatıra Çeşmesi’nin de hazin haline şahitlik ettik ne yazık ki. Çöp kokuları arasına hapsedilmiş Selvili Mescit ve çeşmenin durumu da Kumrulu Mescit’ten farklı değil. CHP Konak İlçe Başkanı Sinan Karamustafaoğlu’nun çeşmeyle ilgilendiğini öğrendim sevindim. Lakin ne hikmetse CHP hem örgüt hem de Konak belediyesi olarak 3 aydır sadece “uzaktan” ilgilenmişler. Bu ilginin artık somut yakınlaşmaya dönmesini bekliyorum.
Utanmak dedik deÄŸil mi?
Yok, ne yazık ki, hele utanmak mevki ve makam düzeylerinde galiba çok “banal” bir davranış sanılıyor. Vakıflar İdaresi’nin İzmir’deki beceriksizliği kadar Kültür Müdürlüğü’nün de beceriksizliği dillere destan.
“Çok turizm az kültür” Müdürlüğü, güya İzmir Kültür Envanteri adında bir tomar paçavra yayınladı. Kimlerin yazdığı, hangi yetki ve duyguyla bastıkları belli olmayan bu kallavi paçavradaki yanlışlar şimdi düzeltilmeye uğraşılıyormuş ama nafile. O envanter adı altındaki rezillikler tez elden bir fırına yollanıp, ehil uzmanlara yeniden Allah’tan korkma, milletten utanma ve İzmir’e karşı sorumluluk duyguları içinde hazırlanması gerekir. Bu envanter rezilliğini de İzmir Orhan Beşikçi’den öğrendik. Allah korusun Orhan Abim bizi bilgilendirmeye devam etsin inşallah.
Bu hafta Kültür Müdürü’nü de şikayet edeceğim Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e. Aslında Başbakanlığa da şikayet edeyim diyorum ama Başbakana yazarsam, İzmir’den ilgisiz İzmir vekillerini de şikayet etmem gerekecek. Çünkü İzmir vekilleri başarılı, sorumlu olsalardı bu yazı da yazılmazdı.
Son cümleme gelince.
“Edep ya hû” diyeceğim ama alemin kıblesi para ile menfaat olmuşsa Allah’tan korkma da nafile olur...
Her halimizle “saldım çayıra Mevla’m kayıra” yaşıyoruz ama inanın “birileri” küplerini tam da bu fikir üzerinden dolduruyor, dolduracak.
Ve ne yazık ki “söz konusu menfaat olunca fikri ayrılıklar da, AKP’lilik CHP’lilik, MHP’lilik falan da teferruat kalıyor” maalesef, bunu İzmir’de en sıkı şekilde yaşıyoruz vesselam!