Basmane ve çevresinde tarihsel dokunun korunması
Yazar: Konuk Yazar
Doç. Dr. R.Eser GÜLTEKİN
Akdeniz Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi
Mimarlık Bölümü Öğretim Üyesi
Basmane ve çevresi yüzyıllar boyunca çeşitli dönemleri yaşamış bir yerleşim olarak tüm dönemlerin izlerini taşımaktadır. Örneğin, Antik Dönem eserleri Surlar ve Agora’dan, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerine kadar pek çok eseri içermektedir. Basmane ve çevresi günümüzde dini yapıları, ticari yapıları, hamam, sebil ve çeşmeleri, geleneksel konutları ve bunların oluşturduğu tarihi sokaklarıyla özgün niteliğini kısmen koruyan bir bölgedir. Buradaki eserlerin bir kısmı özgün durumunu korumakla birlikte, bir kısmı terk edildiğinden zamana yenik düşmüş, harap bir halde kendine uzanacak yardım elini beklemektedir. Ancak, yasalara, yönetmeliklere ve uluslararası antlaşmalara rağmen kültürel mirasın korunması konusunda istenilen başarı sağlanamamıştır.
Bu bölgedeki eserleri tanıtmak, korunma bilinci oluşturmak amacıyla yapılan bu farkındalık etkinliklerini çok önemsiyor ve yararlı olduğuna inanıyorum. Kültürel mirasın korunması, değerlendirilmesi, yaşatılması / sürdürülebilirliği dünyada olduğu gibi, ülkemizin de gündemindeki önemli konulardan biridir. Kültürel mirasın korunmasında bölge halkının katılımı çok önemlidir. Dolaysıyla bu etkinlik (Basmane Günleri) farkındalık yarattığı için ve tüm dikkatleri bu bölgeye çektiği için çok yerinde olmuştur. Bu konuda büyük bir özveri ile çalışan araştırmacı - yazar Sayın Orhan Beşikçi ve eşini bu etkinliğin sürdürülebilirliğini sağladıkları için, kültürel mirasın korunmasında farkındalık yarattıkları için kendilerini içtenlikle kutluyorum.
Mimarlar Odası İzmir Şubesi’nin yönetiminde bulundum uzun yıllar ve fahri olarak rehberliğini yaptım. Bu kente ait tüm araştırmalarımı ve bilgilerimi; geziler ve verdiğim konferanslarla hep paylaştım. Yerel Gündem 21 çalışmalarına katılarak Kültür ve Sanat Çalışma Grubu Yürütücüsü olarak, gönüllü arkadaşlarımla birlikte, "kenti tanıma gezileri" yaparak eğitim çağındaki çocuklarımızın bu kenti yakından tanımalarını ve sevmelerini sağlamaya çalıştık. Öğrenciler arasında kent merkezi dışında yaşayıp, kent merkezini ve Konak Meydanı’nı, Saat Kulesi’ni bile görmemiş öğrenciler vardı. İl Milli Eğitim Müdürlüğü öğrenciler konusunda yardımcı oldu, İl Kültür Müdürlüğü ise kenti tanıtan kitap ve broşürler verdi. Yerel yönetimler otobüs ve sivil toplum kuruluşları kumanya temini konusunda gönüllü olarak bizim bu çalışmalarımıza katkı koydular, destek oldular. Bizler de şunu fark ettik: Kültürel Mirasımızın Korunması ve Kent Kültürü gibi dersler ikinci ilköğretim eğitiminden başlayarak dört yıl boyunca okullarda okutulmalıdır.
YG 21 Etkinliklerimiz içinde çeşitli ören yerleri de vardı. Örneğin:Agora ören yeri için bir farkındalık oluşturmak istemiştik. Buna yönelik "Sarı Yaz Esintileri" adı altında, İzmirli yazar Sayın Bekir Yurdakul’un sunduğu bu gecede İzmirli şairlerin İzmir’e ilişkin şiirlerini bir podyum üzerinde kendilerinden canlı olarak dinlemek heyecan vericiydi. Bu etkinliklerin fikir babası İzmirli şair - yazar Sayın Erdoğan Aytekin’e de bir kez daha teşekkür etmek isterim. Başta yerel yönetimler, Ege Kültür Vakfı ve sivil toplum kuruluşlarının desteği ile halkı Agora ile buluşturup, bu ören yerinin farkına varılmasını sağlamaya çalıştık. İşte bugün Agora’da süren çalışmalar da bunun bir göstergesi olsa gerek.
Farkındalıklarla, koruma bilinci oluşturulabilir. Çünkü insanlar bildikleri, tanıdıkları, sevdikleri şeyleri korumak ister. Ancak biz mimar gözüyle olaya bakarak, sadece mimari eserleri yapı olarak korumak yerine; orada geçen anıları ve olayları da göz önünde bulundurarak tanıtmalı ve sevdirmeliyiz tarihi çevreyi.
Emir Sultan’a ilişkin de etkinliklerimiz oldu. Kimdir Emir Sultan? Emir Sultan, Horasan’dan gelip buralarda Türklüğü ve İslamiyeti yaymaya çalışan seyyidlerden. Asıl adı, Seyyid Mükerremeddin. Burası bir külliye, diğer bir deyişle türbe, tekke, aşhane, hamam ve hazireden oluşan bir yapılar topluluğu. Türbenin etrafındaki hazirede İzmir’e hizmet etmiş, emeği geçmiş valilerin yanı sıra Atatürk’ün eşi Latife hanımın aile fertlerinin de mezarları da burada. Gönül ister ki 15 Mayıs 1919 da Yunanlıların İzmir’i işgali sırasında şehit edilen Miralay Süleyman Fethi Bey’in 12 Eylül 1982 sonrasında Narlıdere Şehitliğine defnedilen kabri ile Agora ören yerinde kaderine terk edilmiş mezar sandukası Agora’dan alınarak, bir 15 Mayıs günü, günün mana ve önemine uygun olarak eski yerine getirilsin. Bu konuda başta Sayın Orhan Beşikçi ve eşi olmak üzere, İzmir sevdalılarının önderlik etmesini diliyorum. Bir gün eşimle birlikte Agora’daki mezar taşları üzerine araştırma yaparken Sayın Şükrü Karaca ve Sayın Ozan Semerci de yanımızdaydılar ve Fethi Bey’in mezar taşındaki kalpağın yok olduğunu fark ederek aradık bulduk ve yerine yerleştirdik.
Emir Sultan’daki mezarlar ve mezar taşları çok önemli ve bilimsel anlamda çok değerli, ancak sayıları her geçen gün yok olan mezar taşları günümüz Türkçesine çevrilerek, diğer ülkelerde olduğu gibi, bir açık hava müzesi haline getirilmelidir. Avlunun köşesinde yer alan hamam onarılarak işlev kazandırılmalıdır. Burada geçen olaylar ve anılar bilgi levhaları konularak halka sunulmalıdır. Uzun yıllar Hisar Camisi’nin imamlığını yapan, aynı zamanda "20. yüzyılın Dede Efendisi" olarak anılan İzmirli bestekar rahmetli Rakım Elkutlu - ki benim de babaannemle kan bağı olduğundan,.akrabamız olur- bu tekkede bir ayin yönetmiştir. Buna ilişkin, Sayın Şükrü Karaca tarafından bana takdim edilen fotokopi arşivimde bulunmaktadır, kendilerine bu belge için bir kez daha teşekkür ederim. Yine Atatürk’ün 29 Ocak 1923'te Latife Hanım’la nikahını kıyan İzmir Müftüsü Mehmet Çelebioğlu Rahmetullah Efendi’nin (Ö.T. 28 Ağustos 1944 ) Hatuniye’nin doğu yönündeki iki katlı, cumbalı evi günümüzde metruk haldedir. Eski dönemden günümüze ulaşan bu görkemli ev, en kısa zamanda kamulaştırılarak, daha fazla yok olmadan, zamana yenik düşmeden "Basmane Türk Evi" olarak düzenlenmelidir. Yine Rakım Elkutlu Hoca’nın vefat ettiği tarihte (14 Aralık 1948) Tekke Sokağı’ndaki oturduğu ev, bilgilendirme levhası konularak tanıtımı yapılmalıdır.
Özetleyecek olursam, yıllarca bu kenti araştırdığım, duyduğum, okuduğum ve dinlediğim kadarıyla hep anlattım, bilgilerimi hep paylaştım. Baktım ki bu bilgiler yazmadığım sürece unutulup yok oluyor, karar verdim yazmaya ve yazıyorum. İzmir’le ilgili olanlar: "Tarihi Kemeraltı Çarşısının Dini Yapıları" ve şimdi de "İzmir Kemeraltı Bölgesindeki Osmanlı Dönemi Çeşmeleri", inşallah arkası gelecek...
Neden Kemeraltı bölgesi?
Yaklaşık 170 hektar alanı kaplayan, içerisinde 7 binin üzerinde konut bulunan, bunlardan 1500 eserin tescilli olduğu Kemeraltı bölgesi, belki de dünyanın en eski alışveriş merkezi...
Sayın Erdal İzgi’nin Konak Belediye Başkanlığı döneminde, Dokuz Eylül Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Şehir ve Bölge Planlama Bölümü’nün Prof. Dr. Sayın Tayfun Taner Başkanlığında "Kemeraltı Bölgesi Koruma Amaçlı İmar Planı" yapıldı. Ancak benim de içinde danışman olarak bulunduğum ve Kemeraltı’ndaki tarihi yapıların tescil fişlerini hazırladığım bu eserlerin Kültür Bakanlığı 1 No’lu Koruma Kurulu’ndan ve Kültür Envanteri’nden de faydalanılarak yerel yönetimlerce kitaba dönüştürülmesinin yararlı olacağı kanısındayım. Yerel Yönetimler bünyesindeki Koruma Uygulama ve Denetim Büroları (KUDEB), Kent Bilgi Bankası oluşturarak bu konuda çalışmalıdır. Bunun için ilgili meslek odaları, diğer kamu kurumları ve bu konuda çalışan vakıf ve derneklerin iş birliği yapmalarına gereksinim vardır.
Basmane Günleri nedeniyle, hızla ve az miktarda basılan son kitabım "İzmir Kemeraltı Bölgesindeki Osmanlı Dönemi Çeşmeleri " hakkında da bir şeyler söylemek isterim.
"Niçin Çeşme?" diyebilirsiniz...
Çünkü Türk - İslam kültüründe suya ve temizliğe verilen önemin yanı sıra, sağlıklı kalmak için kullanımı nedeniyle çeşmeler işlevseldir. Susayanlara su vermenin dinimizce en büyük sevaplardan biri olduğu düşüncesi, kentsel estetik kaygılar suyu insanlarla çeşmelerde buluşturuyordu. Bir su yapısı olan çeşmeler; toplumsal yaşamda, mimarlıkta, edebiyatta, taş ve mermer işçiliğinde, dinde önemli bir yere sahiptir. Ayrıca kentin dört bir yanına dağılan insan ölçeğindeki çeşmeler, bir "açık hava müzesi" görünümü arz etmektedir. Diğer bir neden ise; önemi büyük, boyutu küçük olduğundan kentin hızlı değişimi içinde özelliklerini en kolay yitiren taşınmaz kültür mirası olmalarıydı.
Yapıları restore etmek yetmez, yeniden işlev kazandırılarak sürdürülebilirliği sağlanmalıdır. "Basmane Günleri" etkinlikleri içinde eski sokak çeşmelerine dikkat çekebilmek amacıyla, mimari restorasyonu yapılan Osmanzade Sebili’nde "İzmir’in eski çeşmeleri" konulu fotoğraf sergim gerçekleştirildi. Sebil’in bu amaçla belki de ilk kullanımıydı. Onun için bu fırsatı bana veren yetkililere de huzurunuzda teşekkürü bir borç bilirim. Ancak, sebil çeşmelerinin çağdaş teknoloji ile su israfı yapılmaksızın (Photocelli musluklar ) kullanılmasını sayın ilgili ve yetkililerden rica ediyoruz. Ramazan ayında iftarla sahur arasında, farklı (şerbet, limonata ve benzeri) ikramlar da yapılabilir diye düşünüyorum, eski işlevinde olduğu gibi. Başarılı olunursa, çeşmelerin sayısı artırılabilir.
Tarihi çevre koruma; değişmeye ve gelişmeye engel değildir. Eski evi korumak, yenisinin yapılmasını engellemez. Burada sorun eski ile yeni arasındaki ilişkinin nasıl kurulacağıdır. Çağdaş yaşam, sürekli yenilenme süreci içinde kentleri değişmeye zorlar. Burada önemli olan eskiyi yerinde koruyarak, onun dışında yeni bir düzen geliştirmektir. Örneğin, eski Paris korunmuş, buna karşın La Defense’da yeni bir Paris inşa edilmiştir. Bunun örnekleri dünyada çoktur. Burada önem olan geçmişin mesajını okumak ve bunu günlük yaşam içinde değerlendirmektir. Koruma, çok önemli Batılı bakış açısına göre, çünkü restorasyon yapının ruhunu yok eder. Bu nedenle sürekli bakımla ve içinde yaşanarak binalar ayakta tutulabilir.
Basmane ve çevresinde gerekli restorasyonlar, onarım ve yenileme çalışmaları yapıldığında yine aynı kullanıcıların ve semt sakinlerinin buralarda oturması sağlanmalıdır. Bu durum çok önemli, aksi takdirde böyle yaşayan bir kentsel doku kaybedilir, yabancılaşır. İnsan çevresiyle,sevdikleriyle ve anılarıyla bir bütündür. İstanbul’da ve Antalya Kaleiçi örneklerinde olduğu gibi. Eski meydanlar, örneğin Pazaryeri Camisi / Han Bey’nin önündeki alanda çevre düzenlemeleri yapılarak dikkat çekilebilir. Böyle durumlarda halkın oturduğu mahalle ve sokağı sahiplendiği, koruduğu görülebilmektedir.
Eskiden buraların yani Basmane ve çevresinin bir silueti vardı. Göztepe’den, Konak yönüne gelirken bu siluet içinde camiler, mescitler, minarelerle adeta boy ölçüşürcesine yükselen servi ağaçları hemen fark edilirdi. Ancak binalardaki gabarinin yükseltilmesi nedeniyle bu siluet kayboldu.
Sözlerimi Italo Calvino ile tamamlamak istiyorum. Ünlü yazar, "Görünmez Kentler " kitabında, "Kentler de düşüncenin ya da rastlantının eseri olduklarını sanırlar hep, ama ne biri, ne öteki ayakta tutmaya yeter onların surlarını. Bir kentte hayran kaldığın şey, onun yedi ya da yetmiş yedi harikası değil, senin ona sorduğun bir soruya verdiği yanıttır" diyor.
Bizler bu kentin sevdalılarıyız. Bu söz bizi sorumluluk altına sokar. Çünkü sevmek; tanımak ve bilmekle olur. Tanımazsanız, bilmezseniz nasıl seveceksiniz? İnsan severse, sevdiklerini korur. 8 bin 500 yıllık bir kente sevgi sözcükleri yazmak yeterli değildir. Eğer yanı başımızdaki kentsel mekanların, sokakların yakın dönemindeki yaşantılarını bile anımsamıyorsak, kuru kuruya kentin 8 bin 500 yıllık geçmişi olduğunu söylemek de boşunadır. Yani balık hafızalı değil, kentin belleğinde sık sık yolculuk yapan bireyler olmalıyız. Çalışmalarımızla gönül verdiğimiz kentin hafızasını canlandırmaya ve gelecek kuşaklara yaşar halde devretmeye çalışmalıyız. Kültürel varlıkların savaş durumunda korunmasına ilişkin 1954 yılında Lahey’de bir antlaşma yapılmıştır. Bu antlaşmanın sembolü kapağı açık bir zarftır. Çünkü kentler kendilerini yazılı bir metin ile ifade ederler. Bu metni okumasını bilmek gerekir; kapağı açık bir zarfta muhafaza ederek, içeriğini zenginleştirmeli ve gelecek kuşaklara yine kapağı açık olarak devretmeliyiz.
Koruma kavramı, Aydınlanma Dönemi ile ortaya çıkmış bir kavramdır. 1789 Fransız Devrimi ile birlikte Fransa’da gelişen koruma anlayışı içinde korumaya ilişkin ilk kanunu Victor Hugo yazmıştır. Bu kanunu adı "Hatıralar İçin Kanun" dur. Çünkü korunacak olan hatıralarımızdır. Bunun alt açılımı olarak yazılan tüzüklerden biri de Anıtlar Kanunu olarak değil, "İnsan Aklının Büyük Eserleri Hakkında Kanun" başlığı ile yazılmıştır. Bundan hareketle bizler de hatıraların korunması yönünde yaşadığımız bölgeye, kente sorular soruyoruz. Gelin hep birlikte bu bölgenin, kentin öyküsünü yazalım.