Senin saçlarını okşayan oldu mu hiç Melek?
Uzundu değil mi saçların bir zamanlar? Mesela onaltı yaşında evlendirildiğinde mutlaka uzundu kara saçların, belki arada bir; iki yana sallandırdığın beliklerini sıra sıra açıp, şöyle bir kafanı iki yana sallayarak dolanmak istemişsindir Ağrı'nın sokaklarında? İstedin mi? Kuaföre gidip saçlarının arasına gölge yaptırmayı, bir ton açtırmayı hiç düşündün mü Melek? Böyle bir şey olduğunu biliyor muydun? Sen hiç kuaföre gittin mi?
Senin saçlarını okşayan oldu mu hiç Melek?
On altı yaşında evlendirilip kocanın koynuna sokulduğun, sekiz yıl boyunca karısı olduğun o adam; avutmak için, sevmek için, mutlu etmek için hiç saçını okşadı mı senin? Ya baban? Küçük bir kızken, öldüğün zamandan daha da küçükken, mesela henüz altı yaşındayken, ayağında plastik terliklerinle koşarak babanın kucağına atladın mı hiç? Baban seni kocaman kucaklayıp ellerini havaya kaldırıp, döndürü döndürü verdi mi hiç?
Seni seven biri oldu mu Melek?
Olsaydı bilirdin... Kendisini seven biri olduğunu bilen herkes bilir ki, şu çok kalabalık dünyada seni çok seven birinin, tek bir kişinin olması dahi tüm dünyaya meydan okumak için yeterlidir. Seni çok sevdiğine inandığın birileri olduğunu bilseydin kocanın yanına dönmezdin değil mi?
Ama sen bilemezsin ki Melek, şimdi ölü bir genç beden olduğun için hiç bilemeyeceksin seni gerçekten seven biri olup olmadığını.
Annen sevmiştir belki, en çok o ağlamış öldüğüne. Baban da sevmiştir bir şekilde, eminim bundan, ama sevdiğini göstermektense ölmeyi tercih eden adamların dünyasında yaşıyoruz ya biz, ondandır korkaklığı.
Oysa baban, seni sevdiğini söyleseydi, söyleyemese bile gösterseydi, sen inansaydın onun seni çok sevdiğine, kılına zarar gelse gözünü budaktan sakınmayacağını bilseydin, kalmazdın değil mi o cehennemde?
Şimdi sen ölüsün ya, o nedenle böylesine futursuz kullanabiliyorum kalemimi. Yapabileceğim başka bir şey olmadığı için en iyi bildiğim işi yapmaya çalışıyorum, ardından ağıt tutmaya, Meleğin ölümünü duyurmaya... Ondandır sana sorularım, sen aldırma bana...
Yirmi dört yaşındaymışsın. Yirmi dört yaşında hayal dahi kurmanın yasak olduğu bir yerde yasak olduğunu bile bile hayal kurar mıydın Melek? Bunu çok merak ediyorum.
En çok ne isterdin mesela? Mesela, diyelim ki, okusaydın, Ağrı'da değil de İzmir'de doğsaydın ne olmak isterdin? Çok gençtin ya, daha bir şey olamazdın sanırım. Yeni yeni üniversiteyi bitirmiş olurdun, bir çocuğa sevdalanmış olabilirdin? Evlenmek isteyebilir veya evlenmeden anne olmak isteye bilirdin?
Çalışıyor olabilirdin bir fabrikada... Sabahın alacakaranlığında yola çıkıp servise binip arkadaşlarınla gülüşerek, kavga edip küserek yol alırdın işyerine. Tüm hafta bu can sıkıcı tempoda geçerdi, hafta sonları annene yardım eder, kızlarla sinemaya giderdin. Mahallenin delikanlılarından biriyle gizli gizli görüşebilirdin?
Ä°ster miydin Melek?
Melek...
Adını sana kim koydu kuzum? İnsan sevmediği, istemediği bir bebeğe böylesine güzel bir isim vermez ki? Bak gördün mü sevmişler seni, sevmişler ama söyleyememişler, gösterememişler.
Çünkü Melek...
Çünkü bu coğrafyada, mahalle dedikodusundan, akraba lafından daha az değerlidir kız çocukları... Öyle olmasa bile öyleymiş gibi yaparlar. Sanki o kızlar hep onları gömecekmiş gibi düşünürler, "Ailenin Namusu" dedi mi birisi, akrep ile yelkovan durur. Öyle demişler işte babana... Baban seni alıp eve evine getirdiğinde "Aile namusu" demiş aklı evvelin biri. Toplumun dayatması, evlat acısından daha mı ağırdır Melek? Ama başka biri seni on altı yaşında çocuk gelin yapan ailene karşı çıkmamış, "Şaşırdınız mı siz, bu kız daha çocuk, evlenemez" dememiş. Bizim toplumun ahlak dayatması insanların canından daha değerlidir Melek, bunu en iyi sen bilirsin.
Senin hiç oyuncak bebeğin oldu mu Melek?
Anne olmuşsun daha çocuk olmadan. "Çocuk gelin" diyoruz biz senin gibilere... Çocuktan hiç gelin olur mu Melek? Olamadığı için mi delirdin sen? İlk bebeğini eksi otuz derecede sokakta doğurmuşsun da ölmüş ya o bebecik? O bebeğin acısı mı delirtti yoksa seni? Bebeği sağ sanmışsın da seni kara kışın zemheresinde sokağa atan kocana, kayınvalidene, kayınpederine geri dönmüşsün ya? Neden Melek? Neden?
Hiç çığlık attın mı Melek, kilitli kaldığın tuvalette? Hiç bağıra bağıra ağladın mı, haykırdın mı seni döverlerken? Senin sesini neden kimse duymadı Melek? Neden sesini kimseye duyuramadın? Ağrı'nın Hamur'unda herkes sağıra mı yatıyordu ve her birinin gözleri görmez miydi?
Melek Karaaslan çarşamba günü bu coğrafyanın bir yerinde öldü. 24 yaşındaydı. Yediği dayaklar nedeniyle açılan yaraları kurtlanmış, kireçlenme nedeniyle yatalak olmuştu. Kocası ve kocasının ailesi tarafından evin tuvaletinde kilitli tutuluyordu. Kafasına aldığı darbeler, evden atılıp, havanın eksi otuza vurduğu bir gecede tek başına sokakta yaptığı doğum bebeğin ölü doğması veya ölmesi, onu sağ sanıp yeniden kocasının evine dönmesi, ardından ölü bebek doğurduğu için işkence görmesi, görmesi, görmesi...
Yirmi dört yaşındaydı Melek. Onaltı yaşında evlenmiş, on sekizine gelmeden önce hamile kalmıştı.
Melek, Ağrı'nın Hamur ilçesinde yaşamıştı. Yaşadığı her şeyi orada yaşamıştı, yaşayacağı her şeyi...
Sabah Gazetesi'nden Müjgan Halis'in haberi ile tüm Türkiye Meleğin düşüşünü, Meleğin ölüşünü izledi, şahitlik etti... Ağrı Valisi olaya haberden sonra el koydu.
Ama Melek öldü.
Ölürken hafifledin değil mi Melek?
Adaşların seni almaya geldiğinde onlara gülümsedin mi çocuk gelin? Senin gelinlik giymiş bebeğin oldu mu hiç Melek?
Söylesene Melek, biz daha senin gibi kaç meleğin ölümüne şahitlik edeceğiz?
Fotoğrafına uzanıp parmak uçlarımla saçlarını okşuyorum bana bir kez gülümsesene Melek...