Doğrudan bir tanışıklığımız yok, ayaküstü birkaç selamlaşmadan başka uzun boylu bir konuşma yaptığımızı da anımsamıyorum. Belki konuşma fırsatı bulamayacak kadar yoğunluktandı, belki hayat buna fazla bir şans vermedi. Hoş, varlığını yokluğunu armağan ederek çalışmayı seçenler için, bir beis yoktur. Onlar tanışmasa da, bir karınca saadeti içinde, üstlerine düşeni yaparlar. Yaptığımızı yapmadığımızı yapamadıklarımızı, kuşkusuz tarih değerlendirecektir; günübirlik yargılar ve değişebilir yasalar, mevzuat falan değil...
Arada sırada, Saraya girip çıkarken görürdüm sizi. (Şu Osmanlı artığı Saray adlandırması hala neden sürdürülür, bilemiyor ve sinirleniyorum. Lütfen, makamınıza geri döndüğünüzde, bu garabeti, 68li duruşunuzla kaldırınız.) Bana ortaokul matematik öğretmenimi hatırlatırdınız. Mesafeli, yaptığı işten emin ve o iş için yaratıldığı beş yüz metreden anlaşılan bir Cumhuriyet Kadını... Bana bu mektubu yazdıran, yalnızca bir zamanlar aynı çatı altında çalışmanın, belki bir masada içilmiş bir çayın ve kuşkusuz hayata genel bakışın hatırı değildir. Onlardan daha önemli olarak, bir İzmirli ve kuruluşundaki değerler harcına inanan, bir Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı olma sorumluluğudur.
Bu sorumluluk bana, adalet, çağdaşlık, demokrasi ve insan haklarından yana tavır almayı, bu değerlere uygun biçimde davranmayı yüklemektedir. O nedenle, şimdi yaşadığınız tutukluluk, sevdiklerinizden uzaklık, çalışma ve üretme olanaklarından yoksunluğunuz... Evet, tümüyle paylaşıyor, kendi halimmiş gibi kabul ediyor, yaşıyorum. Dışarıyı özlediğiniz her an, bir kardeşinizin de sizi ve sizin durumunuzdaki herkesi düşündüğünü anımsayınız. Öyle ya, Tolstoyun sözüyle; Bir gemide bireysel ve toplumsal felaketlerle dolu günler yaşıyoruz. Dip ambarında ya da güvertesinde olmak, bu gerçeği değiştiremez, daha ferah bir yerinde olduğumuz yanılsaması, bizi mutsuzluktan kurtaramaz. Ama neresinde olursak olalım, bu geminin sevgilimiz Türkiye olduğunu bilmek, ona doğru rotayı mutlaka vereceğimiz yolunda bizi kışkırtacak, bir büyük eylem kardeşliğinde buluşturacaktır.
Biz bunları biraz da, siz 68li ablalardan ağabeylerden öğrendik. O yüzden içerde karartmayacağınız cevahir, bize dışardaki karanlığın içindeki yürüyüşümüzün ışıldağı ve siren sesi olacaktır. Sizi kısa sürede, kırçıllı döpiyes, koyu renk gözlük, yükten sapı esnemiş kocaman çanta, çok işi olanlara özgü telaş ve kendini ele vermeyen coşkunuzla göreceğimizi biliyorum, tez zamanda gerçekleşmesini diliyorum.
Kendini ele vermeyen coşkudan ne kastediyorum? Merak edenler, victory işareti yaparak, cezaevi aracına binerken çekilmiş fotoğrafınıza bakabilir. Biz de sizi, cezaevinden çıktığınızda, kapıda aynı işaretlerle karşılayacağız. O fotoğraf, kentin belleğindeki onurlu yerini almıştır, bilmelisiniz.
Pervin Hanım,
17 insanımız, kendine özgü tahliye koşullarıyla, şimdi bu kentin evlerinde, sokaklarında, meydanlarındadır. Biz, her kederden kahkahalar derlemeye mecbur dünya görüşünün çocuklarıyız. Bakın, Halimin tahliyesini nasıl duyurmuşum; Şairin İmza Günleri! Gün: Her Gün, Saat: 19.00-21.00 arası, Yer: İlçe Merkez Karakolu, Kişi: Halim Yazıcı, şair...
Alinin köpekleriyle bahçe kapısına kadar oynayabilmesi, Hüseyinin havalandırmaya koşullanmış adımlarını Konak Meydanına uydurması ve öteki arkadaşlarımızın ahvali, kuşkusuz şiirin, öykünün, romanın ve oyunun kapısında, yazılmayı beklemektedir. Ve elbette Sakız... Müyesser Yıldız, içerde bir kedisi olmasını çok istemişti. Şimdi bir sokak kedisiyle birliktedir. Kafamın bir yerlerinde, sokak kedisiyle, sizin Sakızı buluşturacak bir oyun dolaşıyor. İki kadın, iki kedi, bir ülke...
İzmir sizi özlemektedir. Sevgi ve selamlarımla...
***
Değerli Kent Yaşam Okurları,
Bu yazı, aynı zamanda 50. Sevgilim İzmir anlamına gelmektedir. 9 Temmuz 2012 Pazartesi günlü Cumhuriyet Gazetesi Ege Bölge Ekinde PATİKA köşemde yayınlanan bu yazının, 50. Sevgilim İzmire yakışacağını düşündüm.
Orhan Beşikçinin önerisi, Hüseyin Erciyasın yüreklendirmesi ve hepinize bin selam siz sevgili Kent Yaşamcıların ilgi ve desteğiyle, yazılar birikmiş, gelmişiz bugünlere.
Bundan sonra da tek kaygımız, daha yaşanır bir dünya, daha paylaşılır bir yaşam isteği; her şeyimiz Türkiye ve Sevgilim İzmir olacaktır.
Çünkü ben yalnızca onlara, düşlerime ve düşlerimi paylaşanlara borçluyum...
Haluk