Derin futbol: Futbol Türkiye demektir
Yazar: Ayşe Başak Kaban
Ben çocukluğumdan beri futbol maçlarını izlerim: Babam beni alır, okulunun futbol maçlarına götürürdü, futbol tutkum o zamanlarda başladı. 12 yaşına geldiğimde ofsaytın ne olduğunu yaşıtım olan erkek çocuklardan çok daha iyi biliyordum. Lig maçları naklen yayınlandığında, maç özetleri verildiğinde, Avrupa Kupası, Dünya Kupası turnuvalarını, Türk Milli Takımının oynadığı hemen hemen tüm maçları izleyerek büyüdüm.
Ben futbol oyununu çok seviyorum ama anladığım kadarıyla Türk futbolu bizi sevmiyor.
Serdar Akarın bir filmi vardır, Dar alanda kısa paslaşmalar adında, en sevdiğim filmlerinden birisidir. Filmde, hafızama kaydettiğim şahane bir replik vardır:
Hayat futbola fena halde benzer, üç doğru pas, yüzde doksan goldür.
Hayat, özellikle Türkiyede, futbola fena halde benziyor. Ama yaşanılan her coğrafyanın farklı hayatları, o coğrafyalarda yaşayan insanların da hayata farklı bakışları, hayattan farklı beklentileri vardır ya, bizim hayatımız da bizim futbolumuza fena halde benzer durumda. Niteliksiz, kazanmak için her şeyin mübah olduğu, başarı denilince akla sadece çok para kazanmanın geldiği, o paraya ulaşmak için de yapılan tüm pisliklerin, yok edilen hakların, görmezden gelinen, sömürülen emeklerin olabileceği ve bunun doğal karşılandığı bir ülkede yaşıyoruz.
Yıllardır türlü yolsuzluklarını bilememize, her seçim öncesi vaat edilen dokunulmazlık zırhının kaldırılacağı söylemlerine rağmen aynı tarz siyasetçileri başımıza çorap örsünler diye seçmenin bir adı var mutlaka, ama burada söylemeyeceğim. Bizim ülkemizde yöneticiler de aranan son şey dürüstlüktür, zaten dürüstlüğün erdemden sayıldığı bir ülkede bunun aranması da pek gerekmemektedir.
Türkiyede milletvekilleri ülkeye hizmet etmek için değil, var olan hizmetlerden sonuna kadar yararlanmak için gelirler Meclise. Maaşlara zam söz konusu olduğunda işçiye ve memura çay kaşığı ile verirken, kendilerine kepçe ile almakta bir edepsizlik olduğunu düşünmezler. Vatandaş yeri geldiğinde bir çocuk gibi azarlanabilir, sokak ortasında iki göbek atması istenebilir. Toplanan deprem vergileri ancak büyük bir felaketten sonra akla gelip ne olduğu sorusuna pişkince duble yol cevabı verilebilir, taraf olmayanın bertaraf olacağı alenen söylenebilir, dünyanın en pahalı benzinini kullanan vatandaş her hafta güncellenen benzin parasını öderken küfürü bassa da kontak kapatayım, eylem yapayım diye düşünmez, bir başkası, başkasının çocuğu, karısı, kocası hak ihlaline uğradığı zaman kılını kıpırdatmaz, başını çevirir.
Bugün Türkiyenin geldiği olumsuz hayat şartlarından siyasiler değil, biz suçluyuz. Biz adam olsaydık bu adamların bizi yönetmesine izin vermezdik. Biz adam olsaydık bu adamlar bizi böyle yönetmeye, ülkenin çivisini onlarca kez çıkarmaya cesaret edemezlerdi.
Gelelim futbola...
Ülke ne ki, sahalarda oynanan, dünyanın seyri en keyifli oyunlarından biri olan futbol güzel olsun?
Bu ülkede futbol resmi olarak bitmiştir.
Türkiye Futbol Federasyonu Türk futbolunun katilidir. Şikenin alenen; açık bir şekilde yapıldığı ve yapılabileceği gözlerimizin önüne fütursuz bir şekilde serilmiştir; hazmedebilen taraftar buyursun yesin. Ben bundan sonra La Liga izlerim.
Profesyonel Futbol Disiplin Kurulu (PFDK), 6 Mayısı 7 Mayısa bağlayan gecenin bir köründe şikeyi kabul eden ancak şikeciyi cezalandırmadığını açıklayan belgeyi utanmazca kamu oyuna sunmuştur.
Asıl sorun bu rezaletin de en kısa sürede unutulacağıdır. Bugün bu karara tepki göstermeyen, futbol baronlarına hizmet etmeye devam edecektir. Sorun bir takımın lig sonunda şampiyon olup olamaması değildir. Sorun, halkın neredeyse birinci neredeyse tek eğlencesi, tek motivasyon kaynağı olan futbolun içine battığı çamurunun görmezden gelinmesidir.
Türkiyede derin devlet, derin siyasetten sonra derin bir futbol da yarattık. Paranın konuştuğu, kulüplerin büyük olmak adına her türlü hileyi, her türlü dolanı çevirdikleri bir yerde, futbolun sermayenin bir parçası olduğu ve bunun normal kabul edildiği bir ülkede bunun spor olarak görülmesi, iyi oynayanın kazanacağının düşünülmesi en basitinden enayiliktir.
O nedenle 2011-2012 sezonunun şampiyonunun belirleneceği son maçta futbol adına yapılacak en güzel şey, Galatasaray ve Fenerbahçe takımlarının sahaya çıkmaması, şampiyonluk kupasını almaması olacaktır.
Her iki takımın futbolcularından, teknik heyetine, stat görevlilerinden taraftarına kadar bunca haftadır emek harcayan, ter akıtan, heyecanlanan, mutlu ve mutsuz olan her bireyi iyi futbolu, temiz futbolu hak ediyor.
Geleceğin futbolunu kurtarmak sıkı bir grevden geçiyor. Ben iki takıma da çocukluğumdan beri futbolu çok seven biri olarak söylüyorum; ileride kendinizle gurur duyacağınız şık bir gol atın federasyona, sahaya çıkmayın, futbolu kirletenlerin, buna göz yumanların oyununa bir son verin. Bu çirkinlik içerisinde alınacak her kupa, her galibiyet, hep şüphe taşıyacaktır.
Artık günü kurtarma alışkanlığından vazgeçelim; yabancıların cirit attığı bir ligde Neden Avrupada yokuz, neden dünyada yokuz? diye düşünmenin de bir anlamı yok, bu kadar pisliğin içinde gerçek centilmenlerin oynadığı turnuvalarda Türkiye asla yer alamayacaktır, karar sizin. Derin devletin hepimizi boğduğu gibi derin futbolun da bizi yok etmesine izin vermeyelim.