Ne onun haberi, ne de benim bu yazı için ön hazırlığım var. Neden bu açıklamayla başladığımı da bilmiyorum. Belki de, “şike yazılar”dan içimiz yeterince bulandığından ve bunaldığından olabilir. Böyle bir niyetimin olamayacağını, beni bilenler yerime söyleyecektir. Neyse. Kısaca pek yeltenmediğim ve kimseye salık vermeyeceğim biçimde, dilime ne gelirse onu okuyacağınız bir yazı olacak, oluyor. Bir kere başladım, geriye dönemem.
Hasan Tahsin, gazetecidir. Ama bu yazının öznesi, gerçek adı Osman Nevres olan Hasan Tahsin değil, pek kullanmadığı soyadıyla Hasan Tahsin Kocabaş’tır. Yani 1888’de Selanik’te doğan Hasan Tahsin’den değil, 1967’de İzmir’de doğanından söz ediyorum. İlki 15 Mayıs 1919’da İzmir’de “İlk kurşun”u atarak şehit edilmiştir. İkincisini, sıklıkla “kurban” görülmesi ve edilmesiyle tanırım. Birini, Konak Meydanı'nda anıt olarak görürsünüz ki kimilerine göre kaldırılması gerekir. Ötekini sokakta otobüste ekranda görürsünüz ki kimilerine göre hayli rahatsızlık vericidir. Niye bu kıyaslamayı yapıyorum? Ortak paydaları yurtseverliktir de ondan.
Yanılmıyorsam, Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi mezunudur. 90’ların başında TRT’de “merhaba” dediği mesleğini, HBB, Star, Kanal 1, Ege TV gibi kanallarda ve değişik gazetelerde “epey dolaşarak” sürdürmüştür. Onu bugünlerde, fenomen programı “Sabah Resimleri” ile Kanal 35’te izliyoruz. “Sabah Resimleri” adı, nicedir Hasan Tahsin adıyla özdeşleşmiştir. Gazeteciliğine, ilerde döneceğim.
Sözü dolaştırmaya gerek yok, benim tanışım değil, iyi arkadaşlarımdan biridir. Dünya görüşümü bilenlerin önemli bir kısmı, bu arkadaşlığı pek anlayamaz. Öyle ya, Hasan Tahsin “hızlı” yaşamına, hiç de yakın durmadığım bir siyasal partiden, İzmir Büyükşehir Belediye Başkan adaylığını da sıkıştırmıştır. Bugün bu teşebbüsünü nasıl değerlendirdiğini bilemem. Ama yalnızca bu konuda değil, yaşamın her alanına dair taşıdığı “samimiyeti” bilirim. Bu samimiyet onu her daim “acar bir delikanlı” olarak tutmakta ve tanımlamaktadır. Eğer bu kimilerine göre bir hata ve damgalanmaya yetecek bir tavırsa, orada biraz durmak gerekir.
Hasan Tahsin bir “iyi niyet”tir ve iyi niyet, bir şiirimde söylediğim gibi, bu topraklarda nicedir dağlara kaçırılan bir güzelliktir. Hiç çekinmeden söyleyebilirim ki, bu tavrı olmasaydı, Hasan Tahsin bugün iki özel kalem müdürü, beş sekreter bariyerinden sonra ulaşılabilecek bir “makam”da da olabilirdi. Ama kendi makamını ve şarkısını seçenler için, bunun pek kıymet-i harbiyesi yoktur.
Onun bilmediği bir örnek vereceğim. Umarım bana kızmaz ve o da ilk kez şimdi okuyacak. Hayli zaman önce, cep telefonuma bir ileti düştü. Bilgisayarını satacak kadar sıkıştığından ve içinde bulunduğu durumun sıkıntısından söz ediyordu. Yanlışlıkla bana gönderilmişti. Bunu ona asla söylemedim, ama pek kederlendim. Ertesi sabah, yine “canhıraş” biçimde, kentten yana tümceler kuran, hepimiz adına ve birçoğumuzun dile getirmekten çekindiği sorunlara dem vuran biri vardı ekranda. Kirlenmeden ve kirletmeden, ama yalnızca inandığı gibi konuşan biri vardı. Ben, Hasan Tahsin’i o gün, yeniden sevdim.
“Çocuk” der Hasan Tahsin, “kadın” der, “gençlik” der. Önünden geçip gittiğiniz bir ilkokulun çatısında, yerinden oynamış sallanan kiremidi siz görmezsiniz, ama Hasan Tahsin kalkar, bunu validen sorar. Ertesi gün o kiremit düştüğünde, Hasan Tahsin’e hak verirsiniz.
Bırakın “aşağı mahalleyi”, “yukarı mahallelerde de yaşıyor İzmir” der, siz gülüp geçersiniz. Ta ki yolunuz oralara düşene dek.
“Maddeye amma bağlandınız, ya sevgi, ya hoşgörü?” diye sorar. Sizi çoluk çocuk bir kahvaltı masasında, bir saadette buluşmaya çağırır. Bir gün aklınıza geldiğinde ve özlediğinizde, “Yahu bunu Hasan Tahsin söylememiş miydi?” diye düşünürsünüz.
Hasan Tahsin, bir kent vefalısıdır.
Beyaz eldivenlilere, gizil müttefiklere, sosyetik ortaklıklara falan da düşürür sözünü. Kendince tahliller yapar. Katılır ya da katılmazsınız. Ama itiraf edin, içinizde bir imbik kaynar, sizi de bir tahlil merakına sokar.
Hasan Tahsin, bir İzmirlidir. Kuvvacıdır vesselam, neylersiniz.
Dostum Süleyman Gencel’le harika bir itişme içindedir. Bir gün iki kişilik bir oyunu yazmam için, bana sürekli esin verirler.
Hasan Tahsin, esaslı gazetecilerden biridir.
Geçenlerde, yayın sırasında bir deprem yaşadı. O halet-i ruhiye içinde bile, kendi “humor”uyla, tanrıya seslendi, hepimize akıl fikir vermesini diledi. Siz birkaç gün sonra, İzmir’i basabilir mi diye tsunami öyküleri, deprem senaryoları falan dinlediniz.
Kalkıp, Hasan Tahsin’den “depreme yakalanınca saçmalayan bir televizyon sunucusu” diye haber yaptılar. Aptaldılar.
Tsunami aslında onlardı.
Hasan Tahsin, onları anlatmıştı.
Gazeteci, her zamanki gibi, işini yapmıştı.
Sevgili dostuma selam olsun.