Başlık şaşırttı mı sizi?
Şaşırtmasın lütfen. "Üç" önceki üç yazı, artı "bir" ise şimdi zahmetinize teşekkürümle şimdi okuyacağınız.
***
Telefondaki ses benim için önemli birine ait. Sıcak bir şekilde konuşuyor:
"Neden yazıyorsun bunları? Ne istiyorsun onlardan anlamak mümkün değil. Bak yaşın ilerliyor ve istikrarlı yaşamıyorsun. Aileni de mi düşünmüyorsun? Çocuğunu da mı düşünmüyorsun? Yazıyorsun da ne değişiyor, şimdilik televizyondasın. İzliyorum bazen, değişiklik yok. Dönüp dolaşıp her konuyu ...... ile ......'e getiriyorsun. Vazgeç bundan. Bak senin iyiliğin için söylüyorum. Ne İzmir'i değiştirebilirsin ne de kendi doğrularını hayata geçirebilirsin."
Arada lafa girip söyleyebildiklerimi yazmadım buraya.
Dedim ya benim için önemli biri bu sözlerin sahibi.
Yaşı ellinin üzerinde. Benimse kırkı geçti... Onun hayatı hep istikrar ve para.
Benimkisi ise ona göre "saçmalık" ve "boşa harcama"...
Bilmiyorum. Belki de o haklıdır...
Lakin bundan sonra onun istikrar dediği şeyi benim yakalamam pek mümkün görünmüyor.
Uzun bir zamandan sonra yeniden ekranla buluÅŸtum Kanal 35 TV'de...
Söylenenlerin aksine 26 Eylül'den bu yana "özgürlüğün" tadını çıkarıyorum açıkçası. Zıpkın gibi çocuklarla çalışıyorum. Onlar beni anlıyor, ben onları çok seviyorum. Belki değil, eminim, yayın pek çok gönüle yerleştiyse bu başarının çoğu sabahın köründe benimle birlikte televizyona gelen o çocuklara ait...
Geçtiğimiz hafta sabah saatlerinde bir depremle sallandık.
Yine yayın sırasında yaşadım depremi.
Ve biraz dalga geçerek geçirdim. Ağzımdan çıkanlar bir anda "medya malzemesi" edildi meslektaşlarımca... Televizyonlar, internet siteleri falan...
Özellikle "saçmaladı" içerikli ve nerede kimin tarafından yazıldığını anlamadığım bir metin de "haber" olarak paylaşıldı onlarca yerde...
Kim ne değerlendirme yaptıysa sadece gülümsedim...
Tek tek neyi neden söylediğimi açıklayamam ya? Hele İstanbul'dan yayın yapanlar nereden bilsinler beni, yayınımı, tarzımı... Ama çok garipsedim. Söylediklerimin neresi saçmaydı acaba? Dünyaya geldiğimizde kulağımıza okunan ezanla adımızı almıyor muyuz? Dünyadan giderken de namazımız kılınmıyor mu musalla taşında? Kulağımıza okunan ezanla, namazımız kılınana kadar geçen süre içinde neye inanıyoruz?
Deprem beni hep korkutur.
Doğum günüm olan 17 Ağustoslarda ise daha fazla korkarım. Ve belki inanmayacaksınız ama ben 1999'dan beri her gece saat 03:00 civarında mutlaka uyanırım...
Ama korkum depremde kafama yiyeceğim bir beton parçasıyla ölmekten kaynaklanmıyor. Korkum insanın insana yaşattığı maddeci, vicdansız, insafsız umursamazlıktan kaynaklanıyor. 1999'dan beri ülkem hükümetlerinin, belediyelerinin bizi deprem gerçeğine rağmen yalnız bırakmalarından kaynaklanıyor...
Ve 1999'dan beri işimizin sadece Allah'a kaldığına olan inancımla haykırdım yayında "Allah'ım sen bizi koru" diye... Lakin ne bilirdim ki bunca çok akıllı meslektaşımın gözünde "saçmalayan deli" olacağımı?
O haber metni nerede yazıldı bilemem...
Saçmaladığımı düşünenlerin arasında beni tanıyanların olduğunu da geçiyorum...
Lakin birilerinin itibarsızlaştırma uğraşı tutmadı galiba...
Çok şükür 10 yıllık programımın tarzını iyi bilen canların sahiplenmesi güç verdi bana. Kanal 35 TV'de yayın yaptığımı yeni öğrenenler oldu. Geri dönüşler gurur vericiydi. TV yönetiminin hoşgörüsü mükemmeldi. Hele sokakta, metroda, çarşıda vatandaşlarla giriştiğimiz "deprem sohbetleri" çok hoştu...
Ancak...
Ancak şimdi gerçekten "korkuyorum"...
Çünkü İzmir'in "kuytu" köşelerinden kulaklarıma gelen fısıltılar çoğaldı...
İzmir'in kuytu köşelerinden kötüleme, çekememe, haset, fitne, iftira, itibarsızlaştırma gayretli, kibir yüklü dedikodular geliyor kulaklarıma...
Hem de öyle tanımadığım "elbise" değil fısıltı sahipleri yahu...
Derdimi, tasamı, kaygımı, sıkıntımı paylaştıklarım da var aralarında...
Abi dediÄŸim, kardeÅŸ dediÄŸim, arkadaÅŸ dediklerim de var...
Ne yapabilirim ki? Hiç...
İşsiz, aşsız kalmamla mutlu olabilecek "yakınlarım" olması beni öylesine karamsarlaştırıyor ki... Düşünsenize bir insan nasıl olur da başka bir insanın ekmeksiz kalmasından mutlu olur? Böyle birine "insan" denir mi? Bırakın Müslümanlığı, Türklüğü falan insan denir mi insan?
Bunlar olsa olsa şeytanın emrine girmiş insan müsveddesi olabilir... Üç kuruşluk dünya çıkarı için mesela...
Sapla saman "özellikle" karıştırılıyor, biliyorum...
Ama inanın bana o saplarla samanları özellikle karıştıranlar var ya? Acayip kazanıyorlar. Geçmişte de kazandılar şimdi de kazanıyorlar işte...
Her şey, her değer maddeye endekslenmiş... Sürekli ayrışmalar ve "para kardeşlikleri"...
Dün böyleydi, bugün de böyle...
Güç odakları hep birbirinin sahibi...
Belki benim eksiğim bu... "Sahibim" yok sanılıyor ve kolay "harcanıyorum" belki...
Ama gerçekten "sahipsiz miyim" dersiniz?
Asla...
Öyle bir "sahibim" var ki...
Yine "saçmalamamak" için sahibimi açıklamıyorum...
Kim olduÄŸunu tahmin ettiyseniz, sizi "ona" emanet ediyorum...