İki yazı üst üste umduğumun üzerinde dikkat çekti. Üçüncü yazıya hazırlanırken önce İktisat Kongresi toplantısı oldu üzerine de Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu otopark temel atma töreninde dikkat çekici bir konuşma yaptı...
Oldukça ilginç bir süreç yaşıyoruz.
Yarınlarda “tarih” olur mu bilemem ama “bugünü” iyi okumakta, okurken de “sakin” olmakta büyük yarar var. Çünkü 2012 Şubat ayı da gösterdi ki Türkiye’de “sapla saman” hatta “doğruyla yanlış” yine fena karıştı...
Bu karışıklıkta “farklı” olduğunu iddia eden İzmir’i de “ayrıca” değerlendirmek gerekiyor.
Gerekiyor ama nasıl?
Sancar Maruflu’nun öncülüğünde yapıldı “İktisat Kongresi’ni hatırlama” toplantısı...
Konuşmacılar konuştu...
Plaketler, ödüller falan verildi...
Sonra?
Sonrası yok, bitti...
Toplantının ertesi günü özellikle İzmir gazetelerine baktım...
Toplantı akşamı da televizyonlarına...
Hani önemli bir gün ya 17 Şubat 1923?
Hani Cumhuriyetin ilanından bile önce İzmir’de toplanmış ya İktisat Kongresi?
Belki “işin özüne” girer, hiç olmazsa İzmir medyası dedim ama yoktu...
Sıradan bir “toplantı” kıvamında geldi geçti “kongre anması”...
Kaldı ki bu toplantıyla ilgili pek çok sorum var, ama o sorulara en azından şimdi girmeyeceğim.
Mustafa Kemal ve İstiklal Savaşı kadrosu neden İzmir’i seçmiş İktisat Kongresi için?
Acaba bunun “çok özel” ve “fazla konuşulmayan” bir amacı var mı?
Tıpkı Aya Vukla denen “yer” gibi mesela?
Aya Vukla’da yapılan ihanet toplantılarını bildiği için mi buranın “müze” olmasını istemiş acaba Mustafa Kemal ve arkadaşları? Orayı özellikle “arkeoloji müzesi” yapmasının çok özel bir nedeni yok muydu sizce? Yoksa onca kiliseyi “kilise” olarak bırak, ama gel İzmir’e sadece
Aya Vukla’yı “müze” yap...
Geçelim, gelelim İktisat Kongresi’ne...
Diyorum ama bir türlü anlatamıyorum. İzmir özellikle 1838 sonrası “farklılaştı”...
Masonik faaliyetlerden tutun da sömürgeci emperyal kapitalistlerin inanılmaz rahat at oynattığı bir kent oldu. Limanıyla, demiryoluyla, muhteşem şehir yapısıyla İzmir, emperyalist kodamanların adeta “merkeziydi” eskiden... Şimdilerde İzmir efendilerinin her fırsatta özlem dile getirdiği yıllar işte o yıllardı.
Bir devletin milletiyle birlikte sömürülmesi yöntemlerin sembolüydü İzmir...
Hatta “sömürü” kan dökme, can alma noktasında da İzmir’i “merkez” etmişti...
Bence bu nedenle de Ä°stiklal HarbiÂ’nin kurtuluÅŸ simgesi oldu Ä°zmir...
İzmir’i “kurtarmak” sadece Yunan askerlerinden “kurtarmak” değildi Mustafa Kemal ve arkadaşları için. İzmir’i “bir bütün” olarak kurtarmaktı, zamanın küresel emperyalist kan emicilerinin elinden kurtarmaktı.
İşte bunun için Mustafa Kemal İktisat Kongresi’nde “Siyasi ve askeri muzafferiyetler ne kadar büyük olursa olsun iktisadi zaferle taçlandırılmadıkça payidar olamaz” demişti.
Peki, 1923 17 Şubatından bugüne neler oldu İzmir’de?
Bu konuşuluyor, yazılıyor mu hiç?
1938, 1945, 1950, 1960, 1970, 1980, 1995, 2002 ve bugün...
Neden dürüstçe konuşmuyoruz?
Neden sürekli aynı sözcükler, aynı marşlar ve aynı yaklaşımlarla ve hiç genişlemeyen bir ortamda konuşuyoruz?
İzmir’in “gizli tarihi” var ve ortaya çıkarılmalı diyorum...
İzmir’de “yukarı aşağı mahalle” gerginlikleri sümen altı edilmesin artık istiyorum...
Etki alanı sadece “sahil olan” bir takım entelektüel ve liberal tiplerin “değiş tonton” psikolojisiyle kente egemeni olmasının önüne geçilmeli diyorum...
Hocazade Camisi kadar İkiçeşmelik Camisi de, Agora da, Kadifekale de, Emir Sultan da, Salepçioğlu da bu kentindir diyorum...
Derken de “yaşanası” olduğuna vurgu yapıyorum yahu...
Kışları Punta'da bilmem ne pastanesinde, yazları da Çeşme’de “İzmir sahipliği olmaz” diyorum...
Kadifekale’de çay içmeden, Havra Sokağı’na girmeden, Basmane’yi, gezmeden, Damlacık yokuşundan inmeden “İzmir edebiyatı” olmaz diyorum...
![](http://www.kentyasam.com.tr/Konuk/20022012htk02.jpg)
İktisat Kongresi öncelikle “yukarı mahalleyi” söz sahibi yapmaya odaklanmıştı... Ama özellikle Gazi Paşa öldükten sonra “iktidar” olanların hemen tümü ki bugün bile 9 Eylül 1922 öncesi “gözlükleri” takmışlar...
Ayıp ya hû!
Yazık ya hû!
Edep ya hû!
[Hat: Alper Karaca "Edep ya hu"]
Aziz BaÅŸkan ve tufeyliler!
Bugünlerde bir yandan İzmir Suikastı’nı araştırıyorum bir yandan da “gizli tarihini”... Alenen söylüyorum bakın, önümüzdeki süreçte “başıma bir iş gelirse” bilin ki “doğru izi” buldum “yürüyorum”...
Kazım Karabekir ile Mustafa Kemal’in son dönem ilişkilerine dikkat kesildim.
![](http://www.kentyasam.com.tr/Konuk/20022012htk01.jpg)
Ne yalan söyleyim konuyla ilgili olarak iki kitap beni çok etkiledi. Biri rahmetli Uğur Mumcu’nun “Kazım Karabekir anlatıyor” ve Vahdettin Engin’in “Hesaplaşma” eserleri...
İkisini de özellikle okumalısınız bence.
TRT 1’de yayını başlayan Kemal Tahir’in “Kurt Kanunu” dizisini kaçırmamaya çalışıyorum.
Kemal Tahir’in tüm kitapları gibi bu eseri de bizi “kırmadan dökmeden” tarih araştırmasına itmeli bence. Hem de objektif olarak. Yani “tarihteki olayları kendi teklikleri içinde anlamaya” dönük...
Cumhuriyet’in ilanından hemen sonra “ilk kadro” arasında kimi uyuşmazlıklar, anlaşmazlıklar başlamış. Karabekir Paşa ve diğerleri bunu tamamen “tufeylilere” yüklüyor. Tufeyli dediğimiz de “yalaka, dalkavuk” sürüsü... Ama bu “tufeyliler kimlerdir” diye soracak olursak iş biraz karışıyor.
İzmir Suikastı bahanesiyle girişilen “hesaplaşma” sürecinde özellikle İstiklal Mahkemesi Başkanı’nın tutumları bana, ne yalan yazayım, hep “bugünleri” çağrıştırıyor.
Tarih boyunca o “tufeyli” takımı hiç eksik olmamış...
Kendi “ikballeri” için kan döktürmeler, ara bozmalar, fitneler falan hep bunlardan çıkmış. Dünya tarihinde kim “büyük işler” yaptıysa, bir süre sonra “tufeyli takımı” türemiş ve sonunda literatüre “devrim önce kendi evlatlarını yer” yazdırmış... Devrimler ne yazık ki her çağda “tufeylilerin” etkisinden kurtulamamış.
“Ne alakası var şimdi bunların Aziz Kocaoğlu ile?” diyeceksiniz.
Haklısınız. Belki yoktur ama belki de vardır...
Ahmet Piriştina 2004’de öldüğünde seçilmişti Aziz Kocaoğlu.
Nasıl seçildi, neler etkendi falan beni ilgilendirmiyor.
Hatay’da otopark temel atma töreninde o sözleri etmeseydi Aziz Bey, ben de bunları yazmazdım.
“İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu, vatandaşlara bir uyarıda da bulunarak, son zamanlarda toplu ulaşım araçlarında İzmir’deki yerel yönetimleri karalamakla görevli bazı kişilerin görülmeye başlandığını, bunlara karşı uyanık olmaları gerektiğini söyledi.
Başkan Kocaoğlu, otobüse binip birkaç durak sonra inerek başka bir ulaşım aracına binen bu kişilerin “maaşlı eleman gibi” faaliyet gösterdiğini belirtti.”
Olay bu iÅŸte!
Ege TV’de canlı yayında bizzat dinledim bu sözleri Başkanın ağzından.
Ve o anda dalıp gittim 1999 – 2004 arasına.
Rahmetli Piriştina “etkin” adamdı. Başkanlığında İzmir’de “herkesi” etkilemişti. Medya, sivil toplumlar, iş dünyası falan hep Piriştinacıydı...
Emr-i hak vaki oldu ve Başkan öldü...
Yeni başkan da Bornova Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu oldu...
Aziz Bey Bornova başkanlığından İzmir başkanlığına geldi.
Beyaz eşyacıydı...
Müşterileri dışında tanınırlığı pek yoktu. Ama “Büyükşehir başkanı” seçilince öğrendik ki neredeyse tüm İzmir “beyaz eşyasını” ondan almış (!)
Aziz Bey 2004 ile 2009 arasında İzmir egemenlerine boyun eğmedi. Egemenler de çeşitli yollarla Aziz Bey’in tepesinde “demoklesin kılıcı” misali “Piriştina kıyaslaması” yaptı durdu.
Öyle olaylar hatırlıyorum ki, irkiliyorum.
“Bu kadar mı yani?” diyorum...
“Hafıza-i beşer bu kadar mı nisyan ile maluldür yani?” diyorum!
Bu satırların yazarı, 2009’a kadar o kadar çok “ti”ye alınmıştı ki!
Aziz Bey’e “abi” dediğimi için o kadar çok “imaya” hedef olmuştum ki!
İma edenleri, dalga geçenleri, tiye alanları tek tek hatırlıyorum...
Kim nerede ne zaman ne demiş, hepsi, hafızamda...
Mesela Aziz Bey’i yazı ve yayınlarımda desteklediğim için bir ulu kişi “muhtar bile olamayacak bir adamı neden bu kadar övüyorsun” demişti...
Mesela diğer bir kişinin, bulunduğumuz ortamda, herkesin içinde “ya abi yaaa, senin abinin .......... da roman olur yaaaa, bırak şunun peşini yaaaa” diyerek attığı kahkahaları unutamıyorum...
Mesela bir “etkin” insanın dolaylı yoldan “Aziz’i yazmayı bıraksın yoksa işinden olacak” mesajını nasıl hatırlamam?
Eski yazılarıma bakıyorum, bazı kayıtlarımı izliyorum.
Bugünden farklı değil.
Hangi nedenle olursa olsun “kişilere yaltaklanma” midemi bulandırır... Tepki alacağımı bilsem de düşüncem neyse söylüyorum bugün de...
Ama 2009 seçimlerinden sonra durum çok değişti...
Bugün Aziz Kocaoğlu da “tufeylilerin” etkisinde...
Dün benimle “alay eden” ne kadar ruhsuz, yüreksiz ve arsız varsa “bugün” Aziz Bey’in alkışçısı ve ağlayıcısı...
Aziz Başkan toplu ulaşım araçlarına “birilerinin” binip, inip kendilerini “kötülediğini” söylemiş.
Toplu ulaşımdan oldukça fazla yararlanıyorum.
Eh tanıyanlar da az değil...
Ve pek çok kez belediye hedefli tartışmalara da tanık oldum, hatta katıldım.
Ama “maaş alıp” muhalefet yapma psikolojisini inanın bilmiyorum.
Ama kendi çalışanlarının, bazı partililerin kendine yönelik türlü muhalefetini biliyorum.
2009’a kadar halkla ilişkileri en üst seviyede önemli gören Aziz Başkan, nedendir bilinmez ama tahmin ediyorum, 2009 sonrası halkla ilişkileri önemsiz saydı.
Ne yazık ki uygulamalara yönelik eleştiri yapanları da “çizdi” adeta...
Bence Sevgili Başkan 2004’den bugüne olan biteni ve özellikle de “çevresel değişimleri” düşünsün.
İzmir sokaklarına ne kadar “hâkim” incelesin...
İzmir’in 174 yıllık “kara saltanatlarının” geçici büyüsünden tez zamanda kurtulmasını sevgiyle diliyorum. Otobüslerde kendini kötüleyenler var mı bilmiyorum inanın. Ama bildiğim bir gerçek var ve yaşıyorum.
Sokaklar sahipsiz ve “eminlerinin” yine kendine dönmesini bekliyor...
“Tufeyliler” olmadan olur mu derseniz, sanmıyorum.