Ölü erkek çocuklar
Yazar: Ayşe Başak Kaban
Şimdi bizler Çarşamba sabahı içimize dolan öfkeden, yüreğimizi yakan acıdan bir nebze de olsa uzaklaşmış durumdayız. İnsan olmanın, olabilmenin genel sonucudur bu... Hayat devam ederken siz duramazsınız. İstesek de istemesek de bir sonraki ölülere kadar unutacağız onları. İstediğin kadar isimlerini ezberlesen de, dilediğin kadar arkalarından gözyaşı döküp, dua etsen de; bir gün unutacaksın...
Sadece ben, sen değil; ateşin düştüğü yerde dahi acılar hafifleyecek, sönmeyecek ama ilk anda yanan o kırk mum, ardı ardına eriyecek, son mum kalacak hep ananın, babanın, evladın, eşin, sevgilinin yüreğinde; onlarda alışacak o acı ile yaşamaya, yürek yanarken de nefes alınıyor olmasına şaşıracaklar. Ağır geçecek zaman ama bir gün gelecek gülümseyecekler...
Çünkü yakınını kaybeden herkes bilir ki ölüm acısı da hafifleyebiliyor. Kaldı ki, yaklaşık 30 yıldır süren bu acımasız eylemlere katlanabilme aşısı yıllar önce yapıldı bize... İlk anda hissedilen öfke artık daha kısa bir zamanda yok oluyor. Kendimizi kandırmayalım aslında kimsenin bir şey yapmak istediği yok bu ülkede. Çünkü biz, hepimiz çözümsüzlüğün de bir çözüm olduğuna inandırdık kendimizi. Hepimiz ölü erkek çocuklarla yaşamaya alıştık.
Oysa yapabilirdik... Çok önceden; aylar ve yıllar öncesinden teröre Dur diyebilirdik. Zamanında Madrid sokaklarında ETA'ya verilen mesajın aynısını PKK için biz de verebilirdik. Yapmadık. Birlik olamadık... Onun yerine Kürt komşuya sallamak, Türk komşuya düşman gözüyle bakmak, doğudan şehre göç eden garibanı hor görmek, göç ettiğin şehirde yaşayanları kıskanıp onlara diş bilemek daha kolaydı. İnsanız ya hepimiz sırf o insanlık namına işimize gelen en kolay yolu seçtik. İntikam duyguları ile asıl canımızı yakanlara, işi çözümsüz hale getirenlere, terörü bir çeşit siyasi rant olarak kullananlara pirim verdik. PKK sempetizanı, Kürt düşmanı, 'kana kan dişe diş' isteyenlerden olduk. Barışı anımsamadık. Oysa hepimiz çok iyi biliyoruz ki barış güzel bir kelimedir...
Ve 2011 yılının Ekim ayında soğuk dağları vurmuşken 24 ölü erkek çocuk doğurduk hep beraber. Şimdi eğri oturup doğru konuşma zamanı. Büyük adamlar bugünlerde hep 'Sözün bittiği yer, ' diye başlıyor konuşmalarına ancak hepimiz çok iyi biliyoruz ki söz çoktan bitti oralarda. Milli sınırları belli, egemen ve bağımsız bir ülkenin kendi toprakları içinde bir gecede 24 çocuğu öldürülüyorsa bunun sorumlusu ne muhalefettir, ne de medya... Milli Savunma Bakanı başta olmak üzere İçişleri Bakanı ve kuvvet komutanları istifa etmeli, ettirilmelidir. Ancak bunlar da çözüm değil. Tek çözüm barışın yollarını aramaktan geçiyor. İntikam ve savaş, daha fazla kan, daha fazla gözyaşı, dolayısıyla daha fazla ölü erkek çocuk demektir.
Barış hemen şimdi
Siz bakmayın o büyük medyanın attığı manşetlere, televizyon ekranlarından akıttıkları timsah göz yaşlarına, attıkları savaş çığlıklarına... Bir tanesinin dahi; gerçekten içi gerçekten sızlasaydı, gerçekten teröre lanet etselerdi karartırlardı ekranlarını. Herkes bir silkelenip kendine gelirdi belki o zaman. Belki bir iki dizi yayınlanmasaydı ve belki hiç televizyon yayını olmasaydı ve belki perşembe sabahına uyandığımızda tüm manşetler, Yeter Artık, Barış İstiyoruz diye çıkabilseydi o zaman ölü erkek çocuklar daha zor unutulurdu. O zaman şimdiye kadar ölen binlerce evladın adı bir kez daha hatırlanırdı. Bu ülkede hakim olan güçlerin hiç biri barışı anmıyor, anımsamıyor. Çünkü en azından ben biliyorum ki barış geldiği gün onlar gidecek.
Sırf bu nedenle sadece ben olsam dahi, sadece tek başıma kalsam dahi Barış İstiyorum. Her ne pahasına olursa olsun bu ülkeye barış gelsin artık çünkü paha biçtiğiniz her ne varsa bir erkek çoğunun varlığından daha değerli değildir. Çünkü ben şunu biliyorum hangi etnik kimliğe sahip olursa olsun, hangi amaç için çalışıyor olursa olsun bu topraklarda yaşayan hiç bir anne ölü erkek çocuk istemiyor artık...