Mimarlar Odası İzmir Şubesi, Mimarlık Haftası nedeniyle, Alsancak Dominik Caddesini merkez edinerek, birçok etkinlik gerçekleştirdi. Oda Başkanı Hasan Topal dostumuzu ve arkadaşlarını kutluyoruz. Ülkemizde hemen her meslek dalına dair, özel günler vardır. Ama bütün bu günlere, bir kutlama coşkusundan çok, o meslek dallarının sorunları ve bu sorunların yaşamımızdaki yansımalarına dair sıkıntılar egemendir. Örnek istiyorsanız, hiç kusura bakmayın, söze duyarsızlığımızdan başlarım. Eğitimciler, sağlıkçılar, hukukçular, kütüphaneciler, gazeteciler... Bu liste uzayıp gider. Hangisinin gününü coşkuyla ve gönül rahatlığıyla kutlayabiliyoruz, kutlayabiliriz? Bu soruya olumlu yanıt vermek, ya vahim bir vurdumduymazlıktan, ya da korkunç bir kasıt halinden beslenebilir.
Kentlilik bilincinden, geleneğe ve geleceğe saygı ve sorumluluktan, doğal ve kültürel çevreye saygıdan nasip almamışların tozu dumana kattığı bir süreçte; gidin de gerçek bir mimarın haftasını kutlamaya kalkın. Hele bir kulak verin, bakın size neler anlatacaktır.
Ama bütün bu vahamete inat, ne de olsa İzmir kardeşim, bizim mimarlar gönül aydınlatmayı da hedeflemişler ve Aydın Boysan adında bir yaşam ustasını konuk etmişler. Konak Belediyesi'nin ev sahipliğinde gerçekleşecek bu söyleşiye bir de kolaylaştırıcı arayıp bulmuşlar; ben! Mimar değilim ve mesleğin hocası bir duayenle konuşacağım, öyle mi? Kitaplarını, söyleşilerini, hakkındaki efsaneleri bilirim. Mimarlığın, yaşamlara doğrudan dokunan sanatlardan biri olduğunu, üç kuruş için vandalizme kurban edilmemesi gerektiğini de bilirim. Turgut Cansever, Cengiz Bektaş, Doğan Kuban gibi mimarlığını şiire, felsefeye taşıyan ustalarım malumumdur. Nail V. Çakırhanı bilmeden olur mu hiç? Mimar Sinanı konuk ettiğim oyunum, henüz sahne ışığı bile görmedi. Yani epey mimarla haşır neşirim. Ama şunu da bilirim, söyleşeceğin insan Aydın Boysandır. Karşısında konuşamazsan, seni sonsuz bir suskunluğa bırakıp, yürüyüp gider. İşin bütün rizikolarına rağmen Evet! dedim.
Oturanlar, geçerken durup dinleyenler, yüzlerce insan. Gazi İlkokulu çocuklarının hiç bitmeyen cıvıltısı ve onlara eşlik eden kumrular. Kentin kalbindeydik, Alsancaktaydık, sokaktaydık. Sokakta mimari konuşmak! Sokaklarımızı, kentimizi, göz zevkimizi onlar belirliyorsa, belirlemesi gerekiyorsa; mimariyi ve mimarları sokakta konuşmak, neden olmasın? Başladık ve sahneye çağrıldık ve ilk ders; bendeniz pantolon gömlek, Aydın Boysan tiril tiril takım elbise ve kravat! Bu açığı ancak, hesapsız bir içtenlik kapatabilirdi. Öyle oldu zaten. 90 yaşındaki bu delikanlı, yaşam keyfiyle öyle gürül gürül konuşuyordu ki, yalnızca benim için değil, sanıyorum herkes için zaman durdu Dominikte.
Cehalet öldürür, dedi. Komşuluk sevincini yitirdiğimiz için, keyiflerimiz birer birer çekiliyor yaşamlarımızdan, dedi. Mimar, yaşadığı coğrafyayı, doğayı, iklimi, insanı bilmiyorsa, ortaya konserve kutuları, sefertasları çıkar, dedi. Kentlerimizi öldüren, siluetlerini çalan, rantiyeciler ve işbirlikçileridir, dedi. Cehaletin seçtiği, yaşamı körleştirmekten başka bir işe yaramaz, dedi. Yaşamın çeliği ile sözün ipeği, bu çok hoş, çok sevecen ve her türlü derdini çözüp güneşe asmış insanın söyledikleriyle, küstü, barıştı, dövüştü, kavuştu...
Kavun-rakı itirazını da sordum. Suç şekerdeymiş, "Yapmayın ve saçmalamayın" dedi. Kimi sorulara niyetlendim, "Bak açtırma bana çenemi" dedi.
Mimarlık yalnızca binalar tasarlamak değil, aslında yaşamı tasarlamaktı.
Bunu bilen bütün mimarlarımıza selam olsun. Oradaydım, harikaydı...