Milano'da bir hafta...
Yazar: Konuk Yazar
Seçkin Çiğdem
Avrupa; medeniyetin kendisini hissettirdiği eski ve yaşlı kıta. İlk kez Avrupa'da bir ülkeye ayak basıyorum, İtalya'ya...
Milano'da yaşayan ablamı uzun süredir görmüyordum. Açıkçası bu seyahat hem ablamla hasret gidermek, hem de görmeyi istediğim İtalya için güzel bir neden olacaktı.
Elimde ablamın bana yazdırdığı İtalyanca birkaç kelime var. Eğer, sıkışırsam bunu kullanmam gerekecek. Havaalanından şehir merkezine gitmek için iki yol var. Birincisi terminal otobüsleri, İkincisi tren... Ben terminal otobüslerini tercih ediyorum, beni merkez istasyona götürecek... Yaklaşık 45 dakikalık bir mesafeden sonra çok eski bir binanın önündeyim. Etrafıma baktığımda gördüğüm şey beklediğimden çok daha eski bir şehirdi.
İtalya'nın birçok şehrinde olduğu gibi Milano'da da şehir içi ulaşım metro, tramvay, motor ve bisiklet ile... 1 Euro'luk bileti satın alıp tramvay ile eşyaları bırakmak üzere Porta Romona'ya geçiyorum. Tramvayın içinde birkaç bilet kutusu var; bu bilet kutularına biletleri okutmamız gerekiyormuş. Fakat bu prosedürü birçok İtalyan’ın yerine getirmediğini öğrendiğimde şaşırıyorum. O günden itibaren hemen hemen her gün en az bir kez bindiğim tramvayda pek çok kişinin bileti okutmadan seyahat ettiğini görüyorum. Çok nadir zamanlarda haftada bir kez gibi memurlar bilet kontrolü yapıyor, eğer üzerinizde okutulmamış bilet yoksa 10 Euro'luk ceza kesiyorlar.
Milano'da görülmesi gereken yerleri belirliyorum. Gidilmesi gereken ilk yer şehrin merkezinde bulunan Duomo di Milano (Milan Katedrali) Hakkında çok şey duyduğum gotik mimarisi ile ilk kez karşılaşacağım muazzam yapıt. Önüne geldiğimde gördüğüm şey karşısında gerçekten bir on saniye bakakaldım. Hayatımda böyle bir şey daha önde hiç görmedim. Düşündüğüm ilk şey bunu nasıl yaptıkları oldu. Hemen kısa bir bilgi vereyim 1300 'lü yıllarda yapımına başlanılan katedral yaklaşık 500 yılda yapımı bitirilebilmiş ve günümüzde sürekli restorasyon halinde... İçerisinde çok özel ayinlerin yapıldığı katedrale girişi ücretsiz ve altınızda şort varsa uzun bir şey giymenizi kibarca rica ediyorlar. Turist kafilelerin gittiği en önemli yer...
Aynı meydanda Duomi di Milano'nun yan tarafında ünlü bir çarşı var; Galleria Vittorio Emanuele II. Bu geçiş yeri Duomo di Milano ile Teatra Alla Scala'yı birbirine bağlar. 1877 'de yapımı biten bu çarşı birçok Avrupa merkezindeki benzerlerine ilham kaynağı olmuş. Günümüzde bu geçiş alanı birçok ünlü markanın mağazasının bulunduğu bir çarşı halini almış ve turistlerin ilgi gösterdiği yerler arasında...
Galleria Vittorio Emanuele II'den çıktığımızda dünyanın en ünlü sahnesi Teatra Alla Scala karşımızda... Bu sahne 1778 yılında Europa Riconosciuta Operası ile açılmış.
Milano'da güzel bir başka yer ise Castello Sforzesco (Sforzesco Şatosu)… 15. yüzyılda yapılan bu şato Fransız, Avusturya, İspanyol'ların eline geçmiş. Dönem dönem ikmal merkezi olarak da kullanılmış. Etrafında su hendekleri ile çevrili olan şato, günümüzde hala restore ediliyor.
Biraz Milano dışına çıkalım. Città di Como’ya (Como Gölü)... Como, Milano Parta Garibaldi istasyonundan kalkan trenlerle 50 dakikada ulaşabileceğiniz bir yer. İsviçre sınırına yakınlığı sebebiyle Avrupalı turistlerin yoğun olarak bulunduğu Como oldukça popüler...
İtalya'da görülmesi gereken pek çok yer var. Paylaştıklarımın dışında; Arco della Pace, Porta Romana (Roma Kapısı), Porta Sempione (Sempione Kapısı), Leanordo Da Vinci Müzesi ve Milano Lambrate Mezarlığı gidilip görülmesi gereken yerler arasında...
İtalyan insanlarıyla iletişim İtalyanca dışında başka bir dille mümkün değil. İngilizce bilen oranı çok çok az. Günlük konuşmalar için az da olsa İtalyanca öğrenmenizde fayda var. Polis ve havaalanı memurlarının da İngilizce bilmediklerini belirtmek isterim. Genel olarak oldukça rahat olan İtalyanlar Avrupa dışında gelişen olaylara da oldukça duyarsız. Eski sömürgeleri olan Kuzey Afrika ülkelerini ayrı takip eden İtalyanlar'ın göçmenler konusunda sıkıntı yaşadıkları belli.
Milano'da bulunduğum süre içerisinde oldukça fazla göçmenle karşılaştım. Afrika kökenliler ve Güneydoğu Asyalılar çoğunlukta. Genel yaşayışları İtalyanlara benzememekle birlikte özellikle Afrika kökenlilerin düzeni bozmaya yönelik hareketleri ve davranışları var. Yarısı anadillerini konuşuyor, yarısı İtalyanca. Bir İtalyan olsam oldukça rahatsızlık duyarım, ki gözlemlediğim kadarıyla onlar da rahatsız.
Gözüme çarpan bir diğer ayrıntı ülkemizde şu sıralar sürekli dile getirilen sivilleşme gayretleriyle ilgili... Sürekli olarak bizlere anlatılan veya aşılanmaya çalışılan görüş Avrupanın sivilleştiği, askerlerin pek etkinliğinin kalmadığı yönündeydi. Fakat Milano gezimde gördüğüm şey askerin her alanda etkinliğinin devam ettiğidir. Önemli turistlik mekanlarda askeri nöbetçiler polislerle birlikte çalışıyor ve daha da önemlisi büyükelçik gibi dış elçiliklerin önünde askeri personel 24 saat görev yapıyor... Sivilleşmeden kastın ne olduğunun herkesçe bilindiğini varsayıyorum. Tarihle iç içe yaşayan İtalyanlar kendi üretimi otomobillerinin dışında Fransız üretimi ve Alman üretimi araçları da kullanıyorlar. Evlerin hemen hepsi rezidans şeklinde restore edilmiş ve yeniden düzenlenmiş. Bir çok insan bu rezidanslarda kalıyor ve ufak yaşam alanlarını tercih ediyor. Dikkat ettiğim bir diğer şey ise tüm eski tarihi yapıtlar ve resmi daire diyebileceğimiz binaların ışıklandırma sisteminin mükemmelliği... İster istemez kendi ülkemle karşılaştırma yaptığımda turizme verdikleri önemi gördükçe fazlasıyla kafa yoruyorum. Evet, biliyorum bu topraklarda koca bir medeniyet yaşamış ve İtalyanlar kendilerini turizm açısından iyi pazarlıyorlar, ancak benim ülkemin tarihini pazarlayamayışı ve turizmin nimetlerinden yeterince faydalanamayışı beni oldukça üzüyor. Çünkü İtalya gibi, Yunanistan gibi ülkeler için turizm en önemli gelir kaynaklarından. Peki biz neden yeterince faydalanamıyoruz? Kültür ve Turizm Bakanlığı ile hükümetin bu konuya çok ciddi şekilde eğilmesi ve kültür turizmine de önem ve ağırlık vermesi gerekir...
Tarihi eserleri ve yapıtları görmek, gezmek ve yaşamak istiyorsanız mutlaka Milano'ya gitmenizi öneririm. Tabii Roma ve Venedik'e de giderek, oraları da yaşayarak çok daha güzel bir tatil geçirebilirsiniz. Bu arada turlarla gitmek yerine kendiniz gidin... Elinize bir harita alın ve bu harika yerleri kendiniz keşfedin!