Kevin Carter, Afrika'da meşhur “Akbaba ve Bebek" fotoğrafını çektiğinde henüz 34 yaşındaydı. Fotoğraf Sudan'da çekilmişti ki sanırım hepinizin görsel hafızasında yer edinmiştir. Neredeyse dertop olmuş bir halde duran Afrikalı küçük çocuk ve onu izleyen, izlerken ölmesini bekleyen akbaba... Carter, olay yerinde tesadüfen bulunuyordu, kompozisyon mükemmeldi ve bir fotomuhabiri olarak mesleki reflekslerini kullandı; deklanşöre bastı.
Açlıktan dolayısıyla zayıflıktan ölmek üzere olan küçük kara kız çocuğu ve onun ölümünü izleyen akbaba fotoğrafı ajanslar tarafından tüm dünyaya geçildiğinde Carter'ın adını duymayan kalmadı. Bu ün ona genç yaşında bir Pulitzer ödülünü de getirdi. Ancak aynı zamanda Carter'ın insanlığı da masaya yatırıldı. Tahminlere göre küçük kız bir kaç kilometre ötede bulunan Birleşmiş Milletler Kampı'na gitmeye çalışıyordu ve Carter fotoğrafı çektikten sonra arkasına dönüp bakmadan oradan uzaklaşmıştı.
![](http://www.kentyasam.com.tr/Konuk/18082011abk01.jpg)
O dönemde vicdansızlıkla suçlanan Carter kendisini, fotoğrafçı olduğunu, yardım görevlisi olmadığını söyleyerek savunmaya çalıştı. Açıklamalarında; akbabanın kendinden korkup kaçtığını ancak kıza ne olduğunu bilmediğini de söyledi. Küçük kızın akıbetinin ne olduğu hiç öğrenilemedi ancak fotoğraf sayesinde yardım örgütlerine büyük miktarda maddi kaynak sağlandı ve dünyanın dikkati bir kez daha Afrika'daki açlığa çekilebildi.
Ancak Carter, o meşhur fotoğrafı çektikten sonra sadece üç ay yaşayabildi. Bir gece Johannesburg'da arabasının içine egzoz gazını basarak intihar etti.
Carter, ölümünden yüzyıl sonra bile tarihe geçen o fotoğrafı ile hatırlanacak;bir gazetecinin meslek hayatı içerisinde bundan daha büyük bir onur yoktur.
Ama hepiniz bilirsiniz ki onur, vicdanın yanında zayıf kalır. Onursuz olmak vicdansız olmaktan yeğdir. Carter'ın intiharı üzerine yapılan yorumlar ağırlıklı olarak yaşadığı olaydan kaynaklandığı yönünde. Vicdanın yükü taşınamayacak kadar ağırdır...
Ne yazık ki günümüzde vicdan kelimesi de değer verdiğimiz diğerleri gibi içi boşaltılmaya başlanmıştır.
Afrika son zamanların en korkunç kuraklığını yaşarken, Türkiye'de müthiş bir vicdan pazarı başladı. Aylardan Ramazan, aylardan Ağustos... Yılın en kavurucu günlerini yaşarken Afrika'daki aç ve ölümle kucak kucağa olan insanlara bu halkın el uzatmaması mümkün değil. Yapılacak şey çok basit; yerinizden bile kıpırdamadan bir kaç rakam tuşlayarak dilediğiniz kadar yardımı gönderip, vicdanınızı rahatlatabilirsiniz. Siz iftarınızı gönül rahatlığıyla açarken bir şişe kapağı kadar suya muhtaç Afrikalı çocuk size minnettar kalacak.
Oysa kapitalist akbabalar, Afrikayı hele ki Somali'yi çoktan dünyanın fahişesi yaptılar. “Ben sömürdüm, al sen de sömür" mantığıyla yüzyıllardır kemirdikleri Afrika insanı birkaç milyon yardım severin iyi niyetli bağışları ile belki biraz daha idare edebilir, ama fazla umutlanmayın, 150 milyon lira değil, katrilyonlarca para toplansa da Afrika'da çocuklar ciğerleri kavrularak ölmeye devam edecek. Afrika için tek umut siyasi düzenin dengelenmesinden ve alt yapısının yeniden şekillenmesinden geçiyor. Üstelik o çok klişe olan ve her yerde karşınıza çıkan ünlü, “balık vermek değil, balık tutmayı öğretmek gerek" kelamına oranın insanın hiç ihtiyacı yok. Henüz 30 yıl önce kendi kendine yeten bir ülke olan Somali örneği bunun için yeterli. Onlar balık tutmayı gayet iyi biliyorlar, tek ihtiyaçları olan oltalarının üzerinden beyaz adamın elini çekmesi.
Tüm bunların dışında Afrika'da yaşanan dram da sadece Somali ile kısıtlı değil. Sudan, Darfur, Ruanda ve daha pek çok yerde yoksulluk, açlık ve soykırım var. Orası dünyanın cehennemi, yüreklerden atılan çığlıkların işitilmediği yer. (Bu arada Darfur ve Sudan denilince aklıma Ömer el-Beşir geliyor. İnsan kasabı, soykırım üstadı, savaş suçlusu bu şahsın bir kaç yıl önce Çankaya'da ağırlandığını inatla hatırlatırım.) Üç, beş ay sonra kimsenin hatırlamayacağı kara bölge. O nedenle vicdanının sesini dinleyip, “Ne olursa olsun, bir küçük katkım olsun" diyen güzel insanlardan biriyseniz yardımlarınızı UNICEF aracılığı ile yapın. UNICEF, çok uzun yıllardır bölgede çalışmalarını sürdürüyor. Güven ve huzur içerisinde gönlünüzden geçeni onlar aracılığı ile yollayabilirsiniz.
Bu konuda kafası karışık çok arkadaşım var. Herkeste bir panik, bir endişe hakim. İstemsiz bir düşünce ile “Ya yardımlar başka amaçlar için kullanılırsa, ya iç edilirse, ya malum Deniz Feneri gibi olursa?" şeklinde pek çok soru dönüyor ortalıkta.
Yazık...
Sonunda bunu da yapmışlar bize... Kocaman tavşanlara dönmüşüz, yıllardır koyun gibi güdüldüğümüzden şikayetçi olurduk, oysa tavşan gibi yabanıl ve ürkek olmuşuz. Kimseye güvenimiz yok. En küçük insani davranış karşısında dahi kazıklanacağımızı düşünmek bizi nereye götürecek?
Ama asıl korkunç olan, “Yardım falan etmeyin, kendi ülkemizde de çok sayıda aç insan var, onlara bakın" diyen grup. Sen yapma yardımı, yardım edene de engel olma kardeşim. Bu ülkenin aç ve fakir insanları ile onların durumunu aynı kefeye koymak en zayıf tabiri ile insafsızlık. İşsizlik, parasızlık nedeniyle aç kalmak, yoksunluk çekmek çok farklı, sömürge olup yıllardır kuraklık ile mücadele edip, üstüne üstlük siyasi dengesi olmayan bir ülkede kıtlıktan ölmek çok farklı.
Madem ki lafı dünya çapında ünlü Güney Afrikalı bir gazeteci ile açtık, kapanışı da bizden biri ile bitirelim.
Anadolu Ajansı fotomuhabirlerinden Abdurrahman Antakyalı'nın tek kelime etmeye ihtiyaç duyulmayan fotoğraf kareleri ile gerçekleştirdiği “Duyun Sesimi" adlı bir çalışması var. Foto röportaj olarak hazırlanmış bu çalışmada Ankaralı, 36 yaşında, üç cocuk annesi, diyabet hastası Elif Biçer'in öyküsü bulunuyor. Sıfırı tüketmiş, hayatın savurduğu, bir yerlere tutunmaya ve aslında hayatın içerisinde var olmaya çalışan Elif'in ailesinin öyküsü...
Afrika'yı çok uzak gören vatanperver yardım severler buyrun Elif Kız'a destek verin.
Son söz olarak; çocuklarınızı insan olarak yetiştirin. Onları vicdanları ile bir an önce tanıştırın çünkü vicdanı ile tanışamayan ne olursa olsun bir türlü insan olamıyor. Bizim kuşak gibi vicdan muhasebesi yaparak, kurak coğrafyasında kavrulmaya mahkum oluyor.
Abdurrahman Antakyalı'nın röportajı için;
http://www.fotomuhabiri.com
http://www.facebook.com