Ahval ve ahali...
Yazar: Haluk Işık
Bir daha kurulmayacak, kaldırdığımız sofra
Önce selam ve hatır kaçıp gidecek mektuplardan
Son kullanma tarihini çoktan dolduracak aşk
Ve bir çakıl taşında kaybolacak cümle seyyah ve kaşif,
Şeffaf ve aleni cinayet kurbanı çocuklar
Kıyamet ve cinneti silecekler sözcükler atlasından
Silecekler, çünkü bilecekler;
Çünkü yaşanıyorsa, yaşanan gerek duymaz tanımlanmaya...
Oturup, bir haziran ikindisinde sokağa bakılacak
Sokağa, ahval ve ahalinin haline, ölü dervişleri kıskandırarak
Ve sorulacak;
Her şey ne çabuk olup bitti, ne çabuk hayret!
Oysa ah keşke öğrenilebilseydi, hatırlanabilseydi
İhmali kaldırmaz, takvime ve saate bakmamak
Sorulacak, yitirilen bir ülke acısıyla...
Şimdi insanlar geçiyor, gözleri birbirine değmeden
Mecal ve gerek yok düşünmeye mevsimsizliği,
Dil kuruyor, yürek çürüyor kullanılmayan her şey gibi
Nefes alındığı bile kuşkuludur, yaprak titremiyor
El kan içinde kalıyor, dokunduğunda başka ele
Vaat ve temenni ve ihtimal hesaplarının zavallılığında,
Kimlikler vazgeçiş belgesidir artık, aymazlık ya da suç ortaklığı
Orasını da tarih yazacak...
İşte bunlar anlatılacak
Ve sorulacak;
Bütün bunlar olduğunda
Kimse yok muydu, sokakta
Ahvalin tanığıyım, ahalinin son haliyim diyecek biri,
Tek başına, bir çığlık gibi kalmış olsa da
Biri...
Bu şiire 2 Haziranda Alsancakta bir kahvede başladım, sevgili Zeynep ve Cengiz ve Umutbarışın Karşıyakadaki evlerinde sürdürdüm, 4 Haziranda Üçkuyularda Aslının, Adanın, Ayşe annemin tanıklığında bitirdim. 13 Haziranda bir büyük yanılgı ve bayram sevinci içinde, Bak, umudu kesmemek gerekiyormuş halkından ve ülkenden özeleştirisi ile kahkahalarla yırtıp atmak isterim. Halkım, ne olur bu sevinci yaşat, bana ve cümle çocuklarına...