İmza günü...
Yazar: Yaşar Ürük
Kitap Fuarının açılmasına bir gün kala sevdiğim yazar dostlarımdan biri aradı:
- Yaşarcım senin fuardaki imza günün hangi tarihte?
- Neden sordun?
- Yayınevi bana Salı gününü vermiş. O nedenle sordum.
- Benim imza işi hemen her gün.
- Ne demek o?
- Biliyorsun farklı yayınevlerinden çıkan kitaplarım var. Yoğun ilgi olacağını düşündüklerinden hemen her gün orada olmamı istiyorlar. O nedenle senin imza gününde de birlikte oluruz.
- Gerçekten iyi olur. Sevinirim.
(Kısa bir sessizlik)
- Bu arada bir şey sorabilir miyim?
- Ne demek? Elbette!
- İmza gününde gelen kişinin adını bilmiyorsan, ne yaparsın?
- Sanırım... Kimin adına imzalayayım? diye sorarım...
- A, güzel bir düşünce... Sağol...
***
Derken fuar başladı, yeni kitaplar henüz mürekkep kokuları kurumadan yayınevi stantlarında yerlerini aldı.
Açılış günü Heyamola Yayınevinin İzmirim dizisi ile ilgili olarak hoş bir kokteyli vardı. Açılış töreninden çıkan Başkan Kocaoğlu ve beraberindekiler de o alana geldi.
Oldukça renkli anlar yaşandı.
Bir ara ilerideki bir çift gözün elimdeki çerez kasesindeki fındıklara baktığını fark ettim. Bakışlar adeta fındıklara kilitlenmiş gibiydi. Hemen yanına giderek kaseyi uzattım. Hoşnut bir ifadeyle birkaç fındık aldı.
Sevgili milletvekili adayımızın kent ve kentliyle pek ilgisi olmadığı konusunda yoğun eleştiri aldığını biliyordum. Ne yapsam da bunu kendisine söylesem diye fırsat kollarken, o fırsat kendiliğinden oluştu.
Tam önünde durduğumuz afişteki kitap adı Dibekbaşıydı.
Kaseden birkaç fındık daha alıp afişe döndü... Biraz daha çiğnedikten sonra da dayanamayıp sordu:
- Dibekbaşı neresi?
- Sayın milletvekilim, Mezarlıkbaşı katlı otoparkı biliyorsunuz değil mi?
- Orası neresi?
Hadiii! Buyurun bakalım! Gel de anlat şimdi...
- Tilkiliki biliyor musunuz? Hani... Namazgah taraflarını?
- Galiba duydum ama... emin de değilim...
Hay Allah! Nasıl tarif ederim ki?
- Eşrefpaşayı biliyor musunuz?
- A, elbette biliyorum. Oranın eski adı mı?
- Yok değil, oranın eskiden bu yana adı Eşrefpaşadır.
- Öyle mi? Ne kadar ilginç!
- Ya, öyle, ilginçtir... İşte o Eşrefpaşadan aşağıya doğru inen bir yokuş cadde vardır. O caddenin inişte sağ tarafında, biraz içeride kalan semttir Dibekbaşı.
- Yaa... Bilmiyordum...
Bu sözü duyunca tüm cesaretimi topladım.
- Zaten bütün İzmirliler sizin şehri pek bilmediğinizi düşünüyor.
Birden kaşları gerildi...
- Bence bu söylentiyi ortadan kaldırmalısınız...
- Hay allah! Öyle mi diyorlar?
- Evet, hatta daha beterlerini de söylüyorlar ama siz de biraz dolaşın şu şehri... Bir kaç semt öğrenin...
Kaşların gerilmesine yüzündeki kırmızı ifade de eklenince hiç yorum yapmadan yanımdan ayrıldı adayımız.
Şimdi adlarını ilk defa duyduğu semtlerdeki insanların oylarını bekleyecek...
***
Derken açılış töreni tamamlandı ve öğle saatlerinde İzmirliler akın akın fuara gelmeye başladılar.
Derken önümde bir hanımefendi belirdi. Sağdaki soldaki kitapları şöyle bir kurcaladı ve elini İğne Deliğinden İzmire attı. Eline aldığı kitabımın sayfalarını şöyle bir çevirdi. Sonra arka kapağı okumaya başladı.
İçimden Tamam... Şimdi uzatacak kitabı imza için... derken, kitabı uzatıp tezgahtaki yerine koydu...
Ve gitti...
Ben de öylece kalakaldım...
İmza atmayı bekleyip de atamamış hevesli yazar gibi...
***
Bir kadın... Altmış yaşlarında...
Ürkek bir tavırla kitabı uzatıyor...
- Buyurun parasını da...
- Parayı arkadaşlar alıyor hanımefendi... Ben sadece imza atıyorum...
- İyi o zaman benimkine de atın.
- Memnuniyetle... Kime diyeyim?
- Ne diyeceksiniz anlamadım?
- Kitabı diyorum... Kimin adına imzalayayım?
- Bilmem... Yazın birisini işte...
- Ama kime yazacağımı bilmem gerek...
- Kime istiyorsanız!
- Benim istemem olmaz... Sizin istemeniz gerek.
- Sizin istemeniz neden olmasın?
- Şundan olmaz... Söz gelimi, diyelim ki bizim mahallede çok sevdiğim bir kasap İsmail var...
- A, o manav değil mi?
- Ben sizin mahallenizi bilemem hanımefendi. Mesela diyorum... Şimdi o kasap İsmaile yazsam olur mu yani?
- (Bir an düşünür) Olmaz değil mi?
- Elbette olmaz... Hadi bağışlayın adınızı da imzalayayım.
- Mukaddes!
- Memnun oldum Mukaddes hanım.
- Ama isterseniz Muko da diyebilirsiniz. Arkadaşlar öyle der.
- Peki... Madem öyle istiyorsunuz...
- Ah siz yazarlar... Bakın allem edip kallem edip kaşla göz arasında adımı öğreniverdiniz... Ah sizi gidi sizi...
***
- Abi merhaba!
- Merhaba delikanlı.
- Siz şey misiniz?
- Kim?
- Şey... Yılmaz Özdil...
- Değilim. Benim adım Yaşar!
- Tüh!
- Noldu?
- Öğretmen ödev verdi. Yılmaz Özdile kitap imzalatın, röportaj yapın diye. Sizi imza atarken görünce o sandım...
- Yok evladım, değilim...
***
- Yaşarcım... Merhaba...
- Merhabaaa... Hoşgeldiniz... (Hay allah kimdi bunlar?)
- Kitaplarını imzalatmaya geldik...
- İyi yapmışsınız! (Ah, bir anımsasam nerden tanıdığımı!)
- Bizsiz olmaz böyle günler değil mi?
- Elbette olmaz. Ne iyi ettiniz de geldiniz. (Acaba hangi günlerde bunlarla oldum ki, böyle diyor? Al işte! Her ortamda olur olmaz kadınların merhabasını alırsan böyle olur. Aklından bin tane ad geçer ama kadının yüzüne bakar durursun.)
- Aslında işlerimiz de vardı ama ablama Mutlaka imzaya gidelim. Ne zamandır görmedik Yaşarı deyip kandırıverdim... Hah haaa...
İyi etmişsiniz... He he...
- Ablam da bana Tamam Ayselcim... Hadi gidelim deyince geliverdik işte... Artık kendin gibi yakışıklı birer imza isteriz...
- Aman efendim, rica ederim...
- Bunu ablam için... Bunu da bana imzala lütfen... Ama ikisinde de aynı sözler olmasın... Ben özel istiyorum...
- Elbette... Aaa... Cep telefonum titriyor... Afedersiniz... Bir dakika lütfen...
(Kısa sessizlik)
- (Kısık sesle) Alo Evren...
- (Telefonda) Buyur abi... Sesin az geliyor!
- Daha yüksek sesle konuşamam. Standın arkasına geçtim...
- Bir şey mi var abi? Hayrola?
- Yahu, şu çatlak kızların adı neydi?
- Çatlak çok abi, hangileri?
- Yahu var ya... Hani kardeşinin adı Aysel... Uzunca boylu, dişlek bir tip...
- Nasıl dişlek? Miki fare gibi mi?
- Yok be, onunkiler düzgün dişlek... Bunun ki, sağa sola dönük!
- Hani sevgilisiyle kavga etmişlerdi de, bu adamın kolunu ısırmıştı! O mu?
- Yok yahu o ısıran değil... Bunun sevgilisi olması mümkün değil. Çünkü o dişlerle adam bunu öpemez...
- Allah Allah... Bir türlü anımsayamadım!
- Evrencim, hani birkaç ay önce sahilde bira içiyorduk da, bunlar gelip cilve yapmışlardı!
- A tamam! Anımsadım! Hani merhaba demek için uzanırken bira bardağına çarpıp senin pantolona dökmüştü.
- Tamam işte! Onlar!
- Abi ne yapacaksın o salakları? Boş ver başkasını bul!
- Yahu ne bulması? Bir şey yapacağım yok! Kitap imzalatmaya geldiler. Adlarını aklıma gelmedi. Ondan seni aradım.
- Aysel!
- Onu biliyorum... Ablasının adı neydi?
- Ablasının adıııı? Hakikaten... Neydi kızın adı?
- Hadi hatırla lütfen...
- Hah! Meşkure!
- Allah! Tamam! Hiç aklıma gelmezdi! Sağol... Öptüm...
- Sevgili Meşkure... Kitabı adınıza mı imzalayacağım?
- Ay Yaşar beyyy... Adımı unutmamışsınız... Harikasınız...
- Aman efendim, sizi unutmak olası mı? (Vallahi, şimdi çarpılacağım...)
***
- Beyefendi merhaba...
- Merhaba!
- Bir imza rica edecektim! Adım Nermin!
- Memnuniyetle... Ama bu benim kitabım değil!
- Olsun. Siz imzalayın lütfen!
- Olur mu hiç? Bunu yazarının imzalaması doğru.
- Ama bugün o yazarın imza günü yokmuş. Ben de sizi uygun gördüm. Hadi yazın bir şeyler.
- Aman hanımefendi, olmaz.
- Olur, hadi lütfen...
- Yok, yapamam. Doğru değil.
- Zaten sizin için Ters adamdır demişlerdi...
***
Aslında imza günlerinin en tehlikeli anları karşıdan size doğru gülümseyerek yaklaşan, yüzünü çok iyi anımsadığınız ama adı bir türlü aklınıza gelmeyen kitapseverlerdir.
- Merhaba dostum!
- Merhaba!
- Bir imza rica edecektim.
- Elbette. Kime olacaktı efendim?
- Bana!
- !!!
Kitapsız ve sevgisiz kalmayın...