56 saat sonra..
Yazar: Haluk Işık
Bir önceki Sevgilim İzmiri, 24 saat kalayı bitirirken bir yanlışlık, ya da ne alaka dedirtecek bir belirleme yapmışım. İtiraf ediyorum, bitiş tümcesi, 12 Aralık değil, 12 Eylül geceyarısında bir daha okuyacağım biçiminde olacaktı. Bu yazıya başladığımda, 24 saat kalayı okuyanların sayısı, şimdilik 46. Demek pek o kadar da dikkat çekmemiş ki, hiç ses çıkmadı. Yine de, okurlara saygı gereği olarak, bir açıklama yapmalıyım.
Bilinçaltımın beni yönlendirmesinin eseridir, yanlış yazılmış o son tümce. Hani referandumda evet dememizi isteyenler, en çok 12 Eylülden dem vuruyorlardı ya, kesinlikle o nedenledir. Anımsarsınız, 12 Eylülün sağdan soldan katlettiği çocuklar üstünden iri iri laflar ediyor, yetmiyor kesmiyor, hüngür hüngür ağlıyorlardı. Bu sızlanmalara ve gözyaşlarına, önce o çocukların yakınları itiraz etti, bundan hemen vazgeçtiler. Nevzat Çelik, şiirinin kullanılmasına itiraz etti, ses çıkarmadılar. Son bir hamleyle, Ahmet Kayanın şarkısına içlenerek, kampanyayı bitirdiler.
Üstünden laf edilmeye çalışılan çocukların başında da, Erdal Eren geliyordu.
Hani 12 Eylülün faşist kudurganlıkla Şefini gördüm, referandumda titrek sırıtışlarla oy kullanıyordu-, kemik yaşını düzmece raporlarla büyütüp raporu veren ve Hipokratın suratlarına bakmayacağı hekim müsvetteleri neredelerdir, bilinmiyor-, üç hazin duruşma sonunda yaşını 18e yükselterek asılmasına karar verilen kararı veren hukukçu kılıklılar ne yapıyorlardır kimbilir?- ve katledilen Erdal Eren...
Peki, bunların 12 Aralık gecesiyle ne ilgisi var? Şu ilgisi var sevgili dostlar, yazarınızın Külrengi Sabahlar adlı oyunuyla anlatmaya çalıştığı hangi oyun bunu gereğince yapabilir?- Erdal Eren, 12 Aralığı 13 Aralığa bağlayan gece idam edilmişti.
12 Aralık gecesi yine gelecek. Zaman nedir ki, yel üfürür, su götürür. Bizi asıl ilgilendirecek olanı, ilgilendirmesi gerekeni zaten biliyoruz.
O gece geldiğinde;
12 Eylüle, şefine, hekimine, hukukçusuna ve cümle şürekasına ne yapılmış olacak?
O geceye kadar, bakalım 12 Eylül mağdurlarına dair özür dilenip, maddi-manevi tazminat ödenecek mi? (İtibar iadesinde bulunmak kimsenin hakkı ve haddi değildir ve böyle bir talep ya da jest olamaz. Umarım tümcelere böyle başlanmaz.)
Birer 12 Eylül yaratığı olan, başta YÖK olmak üzere, bütün kurumsallaşmış kepazelikler ortadan kaldırılmış olacak mı?
12 Eylülün maddi manevi destek verdiği, ortam yarattığı yoz ve yobaz yapılanmaların, yuvalanmaların giderilmesi bakalım sağlanacak mı?
Emeğin, emekçi sınıfın önündeki 12 Eylül engellemeleri, kaldırılmış olacak mı?
Örgütlenme özgürlüğü önündeki engellerin, yıkılıp geçildiğini görecek miyiz? (Sivil Toplum Kuruluşları birer aldatmacadır, aslolan Demokratik Kitle Örgütleri yapılanmasını sağlamak ve güçlendirmektir dediğimizde, yüzümüze bakıp kalanların kulakları çınlasın)
12 Eylülün el koyup gaspettiği TDK ve TTK gibi kurumlar, özgür ve özerk bir yapılanmaya kavuşmuş olacak mı?
Daha sorayım mı? Eh, siz de kendi sorularınızı ekleyin canım, hepsini bu yazar bir yazıda nasıl sıralasın?
Eylüldeyiz, yanlışlıkla 12 Aralık tarihini işaret etmişiz. Olsun, hiç olmazsa yukarıdaki sorularımızın ve sizin ekleyeceklerinizin yanıtını almak üzere, ortalama 3 aylık zaman tanımışız kendiliğinden.
Yanıtlarımızı, sorularımızın içeriğindeki samimiyete uygun samimiyetle alırsak ve görürsek, inanın ayağa kalkıp, alkışlayacağız. Önyargılısın diyenlere karşı da, özeleştirimizi vereceğiz.
Almazsak, görmezsek... Bizim duruşumuzda bir sorun olmaz da, alacağını göreceğini düşünenler, olacağını biteceğini öngörenler ve elbette du bakali nolcek?çiler açısından, vahim bir utanç ve vebal ortaklığı söz konusu olacaktır.
Kısacası, 2010un 12 Aralığı 13 Aralığa bağlayan gecesinde, soğuk bir hapisane avlusunda bir çocuk, yine çığlığını gökyüzüne haykırıp asılırken, biz bunları düşüneceğiz. Bu işin, bizim açımızdan tarihsel ve unutulmayacak boyutudur.
Bugüne bakmaya çalışarak, sürdürelim.
Referandumun üstünden 56 saat geçmişken, ortaya çıkan fotoğraf şudur;
Ülke üçe bölünmüş haldedir; Evetçiler, Yetmez ama evetçiler, Hayırcılar, Boykotçular. Bu durum ne yazık ki, demokratik bir seçimin doğal sonucu olarak görülemez. Oy dağılım haritası, bu bölünmenin vehametini işaret etmektedir; Batı Anadolu, İç ve Doğu Anadolu, Güneydoğu Anadolu... İşte bizi derin derin düşündürmesi gereken fotoğraf budur. Hayırcısı, evetçisi, boykotçusu, kafası karışığı, ruhu dalgalanmışı, duruşu dağılmışı... Kısacası, referandumda tercihi ne olursa olsun, herkesin bu fotoğrafa çok dikkatli bakması gerekmektedir. Bunun için, gözlüğe, dürbüne, teleskoba, mikroskoba falan gerek yoktur; bu toprakları bir parça sevmek, bir parça akıl, bilim ve çocuklarımıza karşı duyduğumuz duymamız gereken sorumluluk yeter.
Öte yandan, referandumun sayısal sonuç ve oranları, bizi daha derin ve daha gerçek oranlamalara bakmaya götürmelidir diye düşünüyorum.
İşsizlik,
Alt ve üst gelir,
Giyim, barınma, beslenme,
Okur Yazarlık, (Sözgelimi, İzmirde okuma yazma bilmeyen sayısının, yüz binlerle anıldığını, yakınlarda yapılmış bir araştırmayı bulup okuyarak öğrenebilirsiniz!)
Ölümlü iş kazaları, Trafik kazaları,
İntiharlar,
İşkence, kötü muamele ve İnsan Hakları ihlalleri,
AİHMde devleti mahkum eden davalar, ödenen tazminatlar,
Ülke içinde açılmış ya da sürmekte olan dava sayısı, konu dağılımı,
Dövülen, tecavüze uğrayan vb. kadın sayısı,
Toplam nüfusa göre, kadınların iş bulması, seçilmesi, vb.,
Dövülen, istismar edilen, okula giden-gidemeyen çocuk sayısı,
Kütüphane sayısı, toplam nüfusa göre buralardan yararlananlar,
Toplam nüfusa göre, kültür ve sanat kurumlarından yararlananlar,
Dünya bilim liginin toplam ölçeğinde, Türkiyedeki üniversitelerde yapılmış çalışmalara atıf, bunlardan yapılan alıntı, vb. sayısı,
Süreç içinde, toplam bütçe açısından, bilime, sanata, kültüre ayrılan payın durumu...
Bu listeyi uzatmak olası ve bu iş toplumbilimcilerin işidir. Bizim bildiğimiz ise, Evetler şu oranda, Hayırlar bu oranda çıktı deyip, sevinmek, üzülmek, hayıflanmak, suçlu aramak, kahraman yaratmak... Hepsi beyhudedir, ahmaklıktır. Asıl oranlar, hayat kalitemizi çırılçıplak ortaya döküveren gerçeğimizde sırıtmaktadır. Bu oranlar belirlemiştir, belirlemektedir, belirleyecektir, bireysel ve toplumsal hayatımızı. Bunlara bakmadan, neyi nasıl tartışabiliriz ki?
56 saat sonra... Şimdi yazarın canı, güz kokusu sinmeye başlamış Bademler dağlarında, bir başına dolaşmak istemektedir.
Umuda bir tanım arayarak...