Sadaka / yalaka ekonomisinin sonuçları
Yazar: Mustafa Kirman
İki yıldır bu sutündan Türkiyede olan bitenlere ilişkin derğerlendirmelerimi sizlerle paylaşıyorum. Zaman zaman gelen yorumlardan, dostane uyarılardan mahkum edilmeye çalışıldığımız korku imparatorluğunun izlerini görebiliyorum. Yargının her geçen gün giderek daha siyasal bir hale gelmesi, AKP hükümetinin muhaliflerini yok etmek, susturmak için her türlü yolu denediğine tanık olmamız, haliyle pek çok insanı endişelendiriyor. Adaletin, kişilik haklarının, insan haklarının herkes için lazım olacağı bir günün geleceğine dair inancımızı korumakla birlikte; ülkenin geleceğinin nasıl ipotek altına alındığı eski istihbaratçı Hanefi Avcının kitabıyla bir kez daha gözler önüne serildi.
Hanefi Avcı, yöneltilen sorular nedeniyle medyada hayli tartışılan, NTVde Ruşen Çakır ile Mirgün Cabasın Yazıişleri programında, 90 dakika boyunca kitabıyla ilgili açıklamalar yaptı. Kitaptaki iddialar bu memleketi sınıfsal karekteri ile analiz eden pek çok insan için yeni bir şey ifade etmiyor. 12 Eylül darbesinden bu yana cemaatlerle kolkola yürüyen başta Milli Güvenlik Konseyinin darbeci paşaları ve devamındaki sivil uygulayıcısı ANAP ve Turgut Özaldan bu yana pek çok iktidarın yeşil merakını biliyoruz. Pek çok yazıda bunlara değindim. Pek çoğumuz yakın bu olayları biliyoruz.
Hanefi Avcı, avcıyken av mı olur, okyanus ötesi sakinine verdiği mesajlar yerini bulur mu; bilmiyorum. Fakat Avcının NTVdeki programın sonunda kullandığı şu ifadeler sadaka/yalaka ekonomisinin memleketi getirdiği hali çok iyi anlatıyor:
Türkiyede bugün ben de dahil birçok insan , başına bir iftira gelmeyeceğinden emin değil ama, herkesin emin olması lazım. Bu inanç Türkiyede yok. Herkes demeli ki Türkiyede adalet vardır, ne olursa olsun benim başıma bir şey gelmez Ama ben de dahil kimse böyle düşünmüyor, komploya uğrayabilirim düşüncesi var herkeste...
Cemaatlerin, uluslararası sermayenin emrindeki iktidar partisinin, başını kuma gömmekten vazgeçmeyen liberallerin, yandaş gazete ve gazetecilerin, televizyoncuların, döneklerin, darbe heveslisi emekli generaller başta olmak üzere darbeleriyle memleketi her seferinde 30 yıl geriye götüren cunta meraklılarının, kapalı kapılar ardında mezara kadar sırlaşanların ülkeyi getirdiği yer işte burası.
Yukardakiler bunları yaparken aşağıdakiler ne yapıyordu peki? Yazın ortasında, 45 derecelik sıcakta; kapısına bırakılan kömürü, kömürlüğüne taşımakla meşguldu. Yolsuzluk ve yoksulluk kıskacına alınırken,bunları umursamadan kar ortasında dağıtılan buzdolabını bekliyordu. Yerli ve yabancı sermaye için yedek işgücü olarak bir kenarda tutulan işsizler ordusuna her geçen gün katılanların sayısı artarken; üretmeden, çalışmadan geçinmenin yolunu iktidar partisinin, cemaatlerin, fenercilerin, iyilik meleklerinin dağıttığı kumanyalarda bulanlar, neden işsiz güçsüz bırakıldıklarına aldırmadan şükür, bugüne de kurtartık, yarına Allah kerim!.. diyor.
Biraz olsun onuruyla ayakta kalmaya çalışanları küçümseyemeyi benim memurum işini bilir diyenlerden öğrenip bugünlere gelenler, yukarıdaki işbitiricileri örnek alıp üretmeden tüketmenin yarattığı ilüzyon içinde yaşamını sürdürürken, zaten ne komploya ne iftiraya uğrama tehlikesi yaşıyorlar. Bu ilüzyonun geleceğini nasıl ipotek altına aldığını farketmeyen, farketmek istemeyen, farketmeye direnenler; din bezirganlarının yarattığı mistik hava içinde mutlu-mesut, efendilerine duacı; idare edip gidiyorlar.
Gerçekte memleketteki asıl kamplaşma da buradan çıkıyor. Bir avuç insan sadaka/yalaka ekonomisine yüz vermeden düşündüğü için her an bir zindanda kendisini bulması sıradan bir olay haline getirilmesine rağmen aydınlık geleceğe dair umudunu korumaya çalışırken, diğer tarafta yerli-yabancı bezirganlar ile cemaatlerin güdümlü oy orduları haline getirilenler, içerisine hapsedildikleri kıskacın sahiplerini avuçları patlayıncaya kadar alkışlamayı sürdürüyor.
İşte Büyük düşünen Türkiye!..