Kendi cehennemine bakmak...
Yazar: Mustafa Kirman
İki yazı aralığında ne kadar çok şey yaşandı, değil mi? Gitmeyi bilmeyen bir zat, gitmeyi öğrendi. Hiç istemediği halde, sırça köşkünden -akıllı genel merkez binasından- ne anlama geliyor hepimizin bildiği gözyaşları arasında uğurlanmak durumunda kaldı. Hiç mi hiç istemediği halde “10 yıllık dopinge” çıkmak durumunda kaldı. Aslında şu olan biteni bir ters yüz edip okumaya çalışsak; karşımıza ne çıkıyor biliyor musunuz? Kendi cehennemine bakmak...
İnsan soyu için bundan daha derin bir anlam olamaz. Bir yandan cehennemi yaratıp öte yandan kendi cehennemini izlemek; bu cehennemin sonuçlarına katlanmak zorunda kalmak; çok ama çok yaman bir çelişki... İki tane uç var: Bir cehennemi yaratmak, öte yandan yaratılan cehennemi izlemek zorunda kalmak! En zavallısından birisine dair olanı çok ama çok yakın tarihte gördük; ötekilerini ise saymaya gerek var mı? Siyaseten yok oluşun başında dikilirken; bu dikilmeyi bir güç sanıp ardı sıra siyaset sahnesinden bir çırpıda yok olmak durumunda kalanlardan söz ediyorum. Kime ait olduğu bilinmeyen vicdanlarda aklandığını varsayıp; kendince dik durmaya kalkan, mağrur olmaya çalışanları bir yana koyuyorum. Yaşadığımız son örnek en trajik olanı... En zavallıcası!
Ne kadar vebal var değil mi bu zavallının üzerinde? “Küçük olsun, benim olsun!” deyip bugüne kadar kendisini taşıttı. Kendisini taşıyacakları tüzüğündeki her türlü unsuru kullanarak uyguladı. Bugün Başbakanlık Binası’nda oturanı da, Çankaya Köşkü’nün sakinini de bu zata borçlu değil miyiz? Kendi ihtirasları için koskoca ülkeyi kimlere teslim ettiğini görmemek elde mi?
Bireysel olarak kişinin kendi cehennemine bakması, şayet becerebilirse yarattığı cehennem ile hesaplaşmasını anlayabiliriz. Şu ya da bu gerekçeyle bireysel olarak hesabını soramayacağımız bir cehennemdir kişinin yarattığı. İnkarları da olsa, itirafları da olsa, yüzleşmekten kaçındığı durumlar da olsa; adı üzerinde bireysel... En basit hesapla kendine dönük zararlar. İç hesaplaşmalar; vicdani kaygılar...
Altından kalkar mı birey bunun? Bireyine göre değişir. Yolu insan ile kesişirse; bu kesişmeyi görürse; ne demeli? Kendi cehennemine bakar ve yarattığı cehennemin sonuçlarını görür; ona göre davranır. İtibarını yeniden kazanma yolu her zaman vardır. Yeter ki; itibarsızlığını itibarsızlıklarla perçinleyerek kendini kurtarmaya kalkmasın; bunun için çırpınışlarda bulunmasın. Akrepleşmesin!
İşte bütün mesele burada. Ve bu mesele gelip nerede düğümleniyor biliyor musunuz? Gitmeyi bilmekte... Ne kadar ayak sürürseniz o kadar zavallı olursunuz. Hele ki; ayak sürürken cehenneminizin yollarına taşları döşemişseniz; daha da zavallı hale gelirsiniz. İncelir köleleşirsiniz. Adına ne derseniz deyin; zaaflarınızın insanı olup çıkarsınız. Ve bu coğrafya darağaçlarında eğilip bükülmeyenlere de tanık oldu. Bu bile tek başına bir örnek olamaz mı?
Bireyselden genele tarihe bakmak yetiyor aslında. Ne çok var değil mi bu örneklerden? Tarihin iki yanı var; bir yanı çöplüğü bir yanı yazanı! Çöplük dağ olup patlamayı beklese de; aslolan öte yanı değil mi?
Gitmemek üzere değil; gitme zamanı üzerine bina ederseniz yaşamı; geride onurunuz kalır. Ya kendi cehenneminize bakar; bu seyriyle hayatınızı tamamlarsanız ya da hiç bir şeyle karşılaştırılmayacak kadar değerli onurunuzu geride bırakırsınız...
Tercih herkesin!