Haziran...
Yazar: Haluk Işık
Bademler’de Mayıs’ın son günü, erkenden kalkıp, Patika’yı yazmaya niyetlendim. Bu hafta, özellikle Nazım Hikmet’i anma etkinlikleri nedeniyle, oldukça yoğun geçecek, bir an önce yazıyı göndermeliyim. Televizyonu açtım. İskenderun’daki deniz birliğine yapılan saldırı ve yedi şehit haberine; Gazze açıklarında uluslararası sularda, insani yardım taşıdığı söylenen gemilere, İsrail tarafından saldırıldığı haberi eklendi. Ölü ve yaralı sayısı konusunda, alt yazı halinde bilgiler akıyor ekrandan. Belli ki, giderek artacak ulusal ve uluslar arası bir bilgi kirliliği bizi bekliyor. Haziran, kötü başlıyor...
Durup, paragrafı okudum. Bir pazartesi sabahının ilk on dakikasının özeti, işte bu. Anında haber alacak, sanki oradaymışım gibi herşeyi derinden hissettirecek teknoloji harikası olanaklarla, gördüklerimin - işittiklerimin içerdiği ilkellik, kederimi daha da yoğunlaştırıyor. Bu yazı yayınlandığında, nedenler, sonuçlar, saldırılar, tehditler, tezahürler... Hepsi hakkında daha geniş bilgilere ulaşmış ya da ulaşamamış, inanmak ve inkar etmekle yetinmiş, nasıl ve nereden beslendiği belli olmayan öfkelerin birer parçası olacağız.
Şimdi yaşadığım duyguların adını nasıl koymalı? Tiksinme, dehşet, korku, utanç, öfke... Haziran, gerçekten kötü başladı. Katırtırnaklarının, şu limon ağacında şakıyan kuşun, biçilmiş çimen kokularının, uzaklarda birbirlerine seslenen köpeklerin ne değeri var? Oysa yaz başlıyor işte. Ben bunlarla başlayacak bir yazı tasarlamıştım. Olmadı, olmuyor, olamıyor...
Talip Özkan’ı yitirdik, Nazım Hikmet’i anıyoruz, bakın dünyanın en önemli emekçi hareketlerinden biridir 15 - 16 Haziran... Desem ne olacak ki? Zamanımızı, hatıralarımızı çalmayı başardılar yine!
İnsanlık, bir mevsimden daha yoksun bırakıyor kendini, kendi elleriyle. Haydi, gel de anlat anlatabilirsen. Şimdi, bana biri kalkıp “Senin işin sanattır, kültürdür, kent kültürüdür. Haydi, yaz!” falan denmeye kalksa, sahi nasıl bir karşılık verirdim? Bilmiyorum, sakın niyetlenilmesin!
Bu saçmalığın, hiç bir biçimde parçası olamam. Emperyalizmin hiç bir aktörüne figüran olmak istemiyorum, bu mümkün değildir. Ben alt tarafı bir yazar, bir yönetmen, bütün bunları sosyalist ahlaka göre dillendirmeye çalışan bir insanım. Hiç bir politik erk beni teslim alamadı, bu yaştan sonra da mümkün değil. İçim acıyor...
Biliyorum, İsrail, inanılması güç kederlerin insanlarınca oluşturulmuş bir devlettir. O acılarda Anna Frank’lar, Ephraim Kishon’lar ve daha nice hüzünlü, neşeli, bizi kendimizle yüzleştiren insanlar, yazarlar, insanlık ibretleri vardır. Ve yine biliyorum ki, İsrail şimdi bir insanlık nimetini ve ona bahşedilen bütün insanlık iyi niyetini, kemirircesine, ihanet edercesine, mahvedercesine yok eden bir devletin, emperyalizmin Ortadoğu'daki kurşun askerinin adıdır. “Öldürmeyeceksin!” Hangi kitap, bununla başlar, bilir misiniz?
Peki, Filistin için ne söyleyeceksiniz? Bir halkın var oluş kavgasına katkı mı, bir imanın “anlamı hayatta yok” itirazından kuracağınız tümceler mi? Saat kaç oldu, nerede şeriatla halklarını, işlerine geldiğince hayatlarını kurgulayan, çölde zambak açtıran - breh breh... - “devletler”? Hayır, şeriatçı çığlıklara da eklenemem, reddederim.
Şimdi haberleri izlerken, bir Allah'ın kulundan “Yurtta barış, dünyada barış” sözünü işitmeyen bir yurttaşım.
Nazım kadar yurtsever ve evrensel olmaya çalışarak, haykırıyorum;
Kahrolsun emperyalizm!