Bir Basmane, bin Basmane...
Yazar: Haluk Işık
17 Mayısta Altınpark Tarihi Kıraathanesi'ndeydim. Sancar Maruflu, Mustafa Olpak, Yaşar Ürük, Kemal Ustaoğlu, Mehmet Gülaylarla birlikte, Orhan Beşikçinin yürütücülüğünde, Basmaneden söz ettik. Bu kadar kent sevdalısı ve araştırmacısı içinde, açık söyleyeyim, başlangıçta neyi nasıl anlatacağıma dair epey telaşlandım. Ama öyle hoş kapılar açıp, bir kentin neden ve nasıl sevileceğini, sevilmesi gerektiğini, öyle güzel gösterdiler ki, dostlarımla bir daha gurur ve onur duydum. Dinleyicilerimizin coşkulu katılımı, İzmirlilerin bu tür etkinliklere ne kadar aç ve özlemli olduğunu, hepimize bir daha kanıtladı.
Basmane Günleri dolayısıyla birlikteydik. Sohbetler, sergiler, buluşmalarla dolu bir hafta yaşandı. Bence, bu örnek etkinlik basında yeterince anılmadı, anlatılmadı. Oysa kentlilik ve kent kültürü açısından, çok önemliydi. Öyle ya, sen İzmiri tanımazsan, tanıtmazsan; elin oğlu İzmiri nereden tanısın, niye tanıtsın? 17 Mayısa döneyim... Öteki arkadaşlarım gibi, Basmaneden söz ettim ve Beşikçinin tarih bilincine dair sorusuna yanıt vermeye çalıştım.
Benim Basmanemde, üniversiteyi okurken, o sokaklarda pazarlamacılık yapan, ütü, saç kurutma makinası falan satan bir delikanlı vardır. Sabahçı kahvelerinde, yalnızlığı ve kimsesizliği yaşayanlarla kurulan arkadaşlıklar, son çay parasını paylaşmalar vardır. Babaannesinin aldığı Cincibir gazozuyla bindiği, Fuar'daki minyatür trenle dünyaları dolaşan bir çocuk vardır. Benim Basmanemde, gara, otobüs şirketlerinin yazıhanelerine sinmiş hasretlere, gurbet şaşkınlıklarına tanık olmalar, bizzat yaşamaklar vardır. Benim Basmanem, Beni ne zaman yazacaksın? diyen, şiirli bir hüzün biriktirmiştir, o çocukta yedi yaşından bugüne. Anlatmakla bitmez. Özetle, semt olarak bir tane Basmane vardır, ama herkesin bir de kendi Basmanesi vardır. Keşke gelebilseydiniz de, dostlarımın Basmanelerini de dinleseydiniz. Mutlaka kitaplaştırılmalıdır. Sözlü tarihten, yazılı tarihe ne güzel bir aktarma olurdu...
Tarihe dair, şöyle bir tanım vardır; insan yapıyor olduklarıyla şimdide, anmasıyla geçmişte, umut etmesiyle gelecekte yaşar. Bir başka deyişle tarih bilinci, bu tanıma uygun bir algı zenginliğine ve olgunluğuna bağlıdır. Geçmişi sislere, söylentilere ya da bilinmezliğe emanet etmek, sistemli ve gerici politikaların birey ve toplumdaki sonucudur. Bu politikayla biçimlenmiş bugünü yaşayan insan, geçmişi merak etmez. Merak, çağdaşlık ölçütüdür ki; dünü merak edip, bugünü değerlendirir ve geleceği tasarlamaya, düşlemeye ve buna uygun duruşlar oluşturmaya çalışır.
O nedenle çağdaş toplumlarda müzeler, belgelikler, geçmişten kalan yapıtlar çok önemlidir. Böylesi toplumlarda, ören yerleri mutlaka altın vardır diye mahvedilmez, 10 bin yıl öncesinden kalan yapıtların üstüne, Osman, Fadimeyi istiyor yazılmaz, lahitler tuvalet olarak kullanılmaz. Bizde taş çok denip, kaçırılmalarına kayıtsız kalınmaz. Müzelik, Antika sözcükleri de, herhalde hakaret olarak kullanılmaz. O toplumlarda geçmiş de merak edilir, gelecek de. Elbette, gençlerini de bu bilinçle yetiştirir o toplumlar.
İzmirde son dönemlerde gözlemlenen olumlu çalışmaların önsözünü; kentimize müzecilik anlayışını getiren Aziz Ogan, ilk müze müdürümüz Selahattin Kantar ve unutulmaz valimiz Kazım Dirik yazmıştır. Saygıyla analım, unutturmayalım.
Basmane Sohbetlerinde bunlardan söz ederken;
Sevgilim İzmire bir daha aşık oldum...
Not: Yazarın bu yazısı 21 Mayıs 2010 tarihli Cumhuriyet Ege'de, "Patika" köşesinde yayımlanmıştır.