Her yasakçının içinde, bir zavallı kıvranır!
Yazar: Haluk Işık
Yasaklamak, engellemek, yani adı neyse; o seninle anıldı mı, kalbim kırılıyor. Yasakçılığa soyunan sen olamazsın, değil mi öğretmen delikanlı? O yasaklamaların altına imza atan, sen olamazsın değil mi mülki amir kardeşim? Siz değilsiniz, siz olamazsınız değil mi, Cumhuriyet aydınlanmasının yoldaşları eğitimciler, yöneticiler? Sizden söz edilmiyor değil mi, bir sanat yapıtı yasaklandı, yasaklayan da şuydu denilirken?
Çünkü hepiniz bilirsiniz, Mustafa Kemal Atatürkün Muallimler, yeni nesil sizden... diye başlayan sözlerini. Ahmet Vefik Paşalar, Hasan Ali Yüceller kimdir, bize anlatmak sizin görevinizken, şimdi size anlatmak bize düşer mi? Sizin o yasakçı özürlüler arasında, elbette yeriniz olamaz, olmamalı. Yoksunuz değil mi, adınız geçmiyor değil mi şu yasakçıların, sansürcülerin arasında?
İşte bu yüzden öğretmen kardeşler, yönetici arkadaşlar, şu aşağıda yazacaklarımız, elbette sizi ilgilendirmiyor, ilgilendirmemeli.
Siz, bu yazının bundan sonrasında yoksunuz, rahat olunuz; çağdaş Türkiyenin, Atatürkün öğretmeni, müdürü, kaymakamı, valisi olmanın bilincinde, ayrımında olan cümle çocukları. Sözlerimiz başkalarınadır. Bu sözleri birilerinin, biraz da sizin adınıza söylemesi gerekiyorsa; payımıza düşeni dillendirmek görevimizdir. Buraya kadar anlaştık mı? Giriş yeterliyse, esasa geçelim.
Zaten vardı, bu kez kantarın topuzu iyice kaçacağa benziyor. Oradan buradan yağan haber sağanağı altındayız. Şurada oyun yasaklandı! Buranın tiyatrosu kapandı! Kültür sanat binalarının yıkılmasına karar verildi! Kitapların, dergilerin, gazetelerin okullara, öğretmenevlerine, hapisanelere sokulması, sakıncalı görüldü! Sokakta oyun oynayan tiyatrocular gözaltına alındı! Vesaire vesaire... Bunlar, basına yansıyabilenler, duyabildiklerimiz, görebildiklerimiz. Varın dahasını siz düşünün. Bir gün de, okullarda çocuklarını tiyatroyla tanıştırmak, onlarla oyun çalışmak isteyen öğretmenlerin yaşadıklarına bakarız. Mobbing nedir, o zaman anlarız. Bütün bunlar, hepimizin fotoğrafıdır.
Neylersiniz sevgili okurlar, elin oğlu, yazarının yaşadığı sokağın girişine Sessiz olunuz, burada bir yazar çalışıyor diye levha çakar, bizimkine benzer iklimlerdeyse sanatçının kafasına yasaklar, tehditler çakmaya kalkışılır. Ne üzücü, ne yaman, ne hazin bir çelişki.
Oyunları saçma sapan gerekçelerle, sayısız kez yasaklanmış bir yazar olarak, bunun bir yazar açısından ne anlama geldiğini, ne gibi sonuçlara yol açtığını ileride anlatırım. Şimdilik sonuçlardan yalnızca birini söyleyeyim; yasaklanmak midenizi bulandırır, yasaklama gerekçelerini okumaya kalksanız kusacak gibi olursunuz. Dedim ya, yasaklananın neler yaşadığını ayrı bir yazıda anlatırız. Şimdi yasaklayanın haline bakalım.
Geçenlerde Mersinde bir çocuk oyunu daha yasaklandı. Ödül almış, Devlet Tiyatrolarında sahnelenmiş bir oyun nasıl yasaklanır? dendi. Hoş, bunlar da olmayabilirdi. Yani ödül almasaydı, Devlet Tiyatroları tarafından sahnelenmeseydi, yasaklanması hoş mu görülecekti? Bir oyunun yasaklanmasına gösterilecek tepkilerde, neredeyse tek savunma argümanı, kuşkusuz bunlar olamazdı, olmamalıydı.
Evet, Milli Eğitim Komisyonunda oyunu değerlendirmişler, sahnelenmesini uygun görmemişler, çocukların izlemesini sakıncalı bulmuşlar ve yasaklama belgesini, kaymakamlığa göndermişler. Kaymakam kardeşim de, aynen budur deyip, basmış imzayı! Elbette tepkisiz kalmamış bu muamele; meslek örgütleri, sanatçılar, duyarlı insanlar yasaklamak çağdışılıktır deyip, tepki göstermiş. Kaymakam kardeşim tepkilere, bir düzeltmeyle yanıt vermiş; Yasaklanmamış, sadece oynanması uygun görülmemiştir!
Bu açıklamayla nasıl rahatladım, nasıl mutlu oldum anlatamam. Öyle ya, oyun metnini asit kazanına atmaya, dekorlarını kentin ortasında yakmaya, yazarına sopa çekmeye, sahneleyen topluluğu haritadan silmeye de karar verilebilirdi. Yasaklamadık, sadece uygun görmedik... Güler misin, ağlar mısın?
Geçtiğimiz yıllarda bir vali yardımcısı efendiye, Altında imzan var, oyunumu neden yasakladığınızı açıklar mısın? diye sorduğumda, şu özlü yanıtı almıştım; Günde beşyüz imza atıyorum, hepsinde ne yazdığını nereden bileyim? Bence bu yanıt daha masum, daha içtendi. En azından, karşısındaki insan saf yerine koymuyordu. Peki, ne yerine koyuyordu? Yanıtı siz bulun.
Anlattığımız olay özelinde, yasaklama kalktı. Bir rahatlama oldu, kuşkusuz bu sonuçta gösterilen tepkilerin önemli payı vardır. Herkes birbirini kutladı, hepimizin hakkıdır. Meslek örgütlerimizin performansıysa, ilerisi için umutlarımızı tazelemiştir.
Henüz izleyemedim ama dilerim ki, yasağı savuşturan sözkonusu oyun; Çocuk Tiyatrosunun gerektirdiği pedagojik, psikolojik, estetik, düşünsel yetkinlik içinde sahneleniyordu, bundan sonra da aynı çizgide sahnelenmeyi sürdürecektir. Çünkü bir oyunun, hele çocuk oyununun ömrünü, encamını, ancak ve ancak bu ölçütler belirler, belirlemelidir ve biri bile eksik, kötü ve yanlış ise, evet o oyun hemen ve derhal kaldırılmalıdır. Buna dair kararı da, işine saygıyla, çocuklara özen ve kaygıyla yaklaşan tiyatrocular vermelidir.
İnanın bu iş, o kadar zor değildir. Ruhsal bir rahatsızlığınız yoksa yaptığınız işin ne olduğunu, nerelerinin çamaşıra denk geldiğini, hangi bölümlerinin laf ola beri gele yazılıp sahnelendiğini, en iyi siz bilirsiniz. Bunlar için, doktora tezleri yazmaya, beşyüz sayfa eleştiri okumaya falan gerek yoktur. Bir parça zeka, sorumluluk, mesleki etik ve onur yeter.
Yıllarını çocuk oyunu yazmaya yönetmeye vermiş, yazdıklarının önemli bir bölümünü kötü olduklarından dolayı bugün çekmecesine hapsetmiş biriyim. Yıllarca, İzmir İl Milli Eğitim Müdürlüğü Oyun Değerlendirme Komisyon üyeliği yaptım. Oyun nasıl değerlendirilir konusuna dair sayfalarca rapor yazıp, gereği için verdim. Kuşkusuz ve elbette sayısız düşman kazandım, aleni ya da gizli tehditler aldım. Kimden mi? Çocuk tiyatrosu yaptığını sanan korsanlardan, çocukların estetik-düşünsel haklarını gasp eden soygunculardan... Yazım, yönetim, tasarım açısından işlenen taammüden cinayetler yanında, çocuk tiyatrosunun iğrenç bir sömürü sektörüne dönüştüğüne dair tanıklığım; bütün bunları tiyatrocu kimliğim ve deneyimimle, söyleme hakkını bana tanımaktadır. Evet, bir oyunun ömrünü o oyunun kendisi belirler. Dahası yasaklanmış falan olması bile, o oyunun iyi bir oyun olduğunu göstermez. Bu özet, bilmem derdimi ve bu yazıya egemen olan yaklaşımı anlatabilmiş midir?
Kısaca, genelde sanatın, özelde tiyatronun tek değerlendirme ölçütü vardır; kendisi. Zaptiye, komisyon, tamim mamim falan değildir. O yüzden, buralarda görevli şahsiyetlerin kendilerini fazla kasmalarına gerek yoktur.
Oyun değerlendirme komisyonu üyesi muhteremler, onların raporlarına imzayı çakan amir efendiler; şu sorulara yanıt vermenizi talep ediyorum;
Sizi bu görevlere, dramatik sanatlara dair hangi bilgi, birikim ve deneyiminizden dolayı seçtiler? Genellikle edebiyat öğretmenleri arasından seçildiğinizi bilirim. Ama edebiyat ile dramatik sanatlar arasındaki benzerlikler ve farklar nedir, bilir misiniz? Eğer bunlara dair fikriniz, birikiminiz, donanımınız yoksa siz oralarda nasıl görev yapabiliyorsunuz? Bu durum, yalnızca cesaretle, emirle, ya da ne bileyim ne iş olsa yaparım diyerek açıklanabilir mi? Sizi oralara kimlerin ve neden seçtiği sorularına girmek bile istemiyorum. Çünkü bilmediklerini ya da bu konuda düşünmediklerini, konuya dair hiçbir fikre sahip olmadıklarını iyi biliyorum. Yanlış, abartılı düşündüğümü kanıtlasınlar, özür dileyeyim.
Yasak vesikalarının altında imzası olan sayın üyeler ve uygundur deyip imzalayanlar; lütfen birbirinize sorar mısınız, içinizden en son kim ve ne zaman bir oyun izledi? Müsamerelerinizden, eş dost arasında yaptığınız taklitlerden, kendinizi göstermek için yazdığınız alt alta yazılmış tümcelerden ve onları oyun zannedenlerden, alkışlayıp çiçek veren, üstüne nutkun en cafcaflısını patlatanlardan söz etmiyorum.
Birer pedagoji ve psikoloji faciası olan gösterileri yapsın diye çocuklara; onlara o saçma sapan kıyafetleri yaptırsın diye velilere yaptığınız baskılardan; gösteri sonrasında acaba benden söz edecek mi? diye, nutuk parlatan zatıalilerin gözlerine bakmanızdan falan da söz etmiyorum. Soru basit; hayatınızda kaç oyun izlediniz? Aklıma nedense, Aziz Nesinin Şimdiki Çocuklar Harikası aklıma geldi, sahi okudunuz mu? Okuyun, sizi anlatıyor.
Oralarda görevlendirenler, sizi herhangi bir eğitime, kursa falan gönderdi mi? Sahi, Milli Eğitim bünyesinde, buna dair bir hizmet içi eğitim var mı? Varsa, o eğitimi kimler ve nasıl veriyor? Yazın, hepsini burada anlatacak, bilgisizliğime dair özeleştiri vereceğim.
Bir oyun metnini okuyup, tiyatro hakkında hüküm veriyorsunuz ya, size tiyatronun unsurlarını anlatın demeyeceğim. Ama o 3040 sayfalık metne verilen emeği hissetmeniz için, oyun değil, yalnızca 10 sayfa adınızı alt alta yazmanızı salık vereceğim. Sonra, ne bileyim çocuğunuzun eline bir bardak su verin ve yazdıklarınızın üstüne dökmesini isteyin. İşte o anda ne hissedecekseniz, onu binle çarpın ve oyun yazarının neler hissettiğini bir parça yaşayın. İnanın iyi gelecektir, elbette betonarme koşullanmalar içinde değilseniz...
Muhteremler, sözü uzatttık. Gerisini de yazacağız ve bundan asla vazgeçmeyeceğiz. Ama şimdilik bir eğitimci, baba, çocuklara ve gençlere duyarlı bir Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı olarak; ben size asıl yasaklamanız, engellemeniz gereken bir iki noktayı anımsatmak isterim:
Çocuklarımızın okul seçme sınavlarında sapır sapır dökülmelerini engelleyin. Dünyanın eğitim, kitap okuma, araştırma liglerinde, kümede kalabilmek için yaşadığımız garibanlıkları engelleyin. Çocuklarımızın birer şiddet makinası olarak yetişmelerini, öfke girdaplarında kaybolup gitmelerini engelleyin. Bunun için, öncelikle içinizdeki şiddeti, faşizmi engelelleyin.
Engelleyin ki, gün aşırı öğretmeni tarafından kulağı yırtılmış, gözü patlatılmış, kafası kolu kırılmış, suratında cam bardak parçalanmış öğrenci haberi okumayalım. Çocuklarımızın foseptik çukurlarından birer ölü olarak çıkmalarını, emanet edildikleri yurtlardan sokaklara düşmelerini, o yurtların bir deprem fiskesiyle yıkılmasını ve çocuklarımızın ölümünü, Tanrı verdi, Tanrı aldıdan başka yorumlayamayan cehaleti, çocuklarımızın başına gelen türlü melanetleri engelleyin. Çocuklarımızın ırkçı, gerici, yobaz, sömürgen, kolaycı, ucuz, yavan bireyler olmasını engelleyin.
Engelleyin ki, çağdaş demokratik laik bir ülkenin çocukları olmanın coşkusuyla yetişsinler. Yaşama sevinciyle yürüsünler geleceğe.
Çocuklarımızın doğaya düşman, dünyaya duyarsız, kaba saba ilkeller olarak yetişmesini engelleyin. Bakın, okul dağılma saatlerinde biz onlarla birlikte biniyoruz otobüslere. Ağızlarından küfür ve hakaretten başka söz çıkmıyor. Ellerinde bir gazete ya da kitap görmüyoruz. Bu yozlaşmayı engelleyin. Engelleyin ki, başta ana babaları olmak üzere, hepimize örnek olsunlar...
Peki, sıkıldınız. O zaman tiyatroya dönelim.
Yoz, yobaz, düzeysiz şaklabanlıklarla, sözüm ona tiyatroyum diye okullarınıza gelenleri engelleyin. Üç kuruş komisyon alacağım diye, önünüze gelen herzeyi çocuklarınıza tiyatro diye izletmeyin.
İlle bir şey mi yasaklamak istiyorsunuz, çocuklarınıza sanatsız bir hayatı yasaklayın.
Siz neyseniz, çocuklarımız öyle olacak. Üstünüzdeki vebali, sorumluluğu anlatın birbirinize.
Biz o yüzden öğretmenlerimizi her anımsadığımızda, saygıyla ayağa kalkıyor, önümüzü ilikliyoruz. Yasakçı ilkeller bunları nereden bilsin, değil mi öğretmenim? Bizim sizden başka kimimiz var, a sevgili öğretmenim?
Unutma, sanatı yasaklamak, onulmaz bir zavallılıktan medet ummaktır.