Otur, sıfır!
Yazar: Haluk Işık
“Havayı kokla, ortamı yokla,
Yüklen ve saldır,
Gelecek tepkiye göre, birkaç adım geri çekil, bekle,
Tepkinin şiddetine göre, laf ebeliğine, “yanlış anlaşıldım”lara, olmadı ağlak özürlere, hazin gözyaşlarına sığın,
Bekle,
Bırak, ortalık biraz soğusun,
Sonra herkes işiyle gücüyle, ekmeğiyle suyuyla uğraşmaya koyulmuşken, at kendini ortalıklara ve mutlaka yeni bir şeyler yaratmayı da unutma,
Filmi yeniden başlat, yeniden saldır,
Ama önce, daha önceki saldırılarının, sana ne uzunlukta yol, kaç adımlık mevzi, kaç atımlık barut ve en önemlisi kaç kullanımlık dönek kazandırdığını ölç.
Yandaş sayısını tart,
Senden yana eser gibiyse, sakın rüzgarı kaçırma, tam sırasıdır. Biraz daha sertleş, biraz da pervasızlaş, “kimin sesi yüksek çıkarsa, o haklıdır” bunu unutma, bağır bağırabildiğin kadar,
Tepkiler çoğalmaya yüz tuttuğunda, yine özürlere, gözyaşlarına sığın, mağduriyet çığlıkları atmayı ihmal etme. Demokrasi, işte tam bu sıralarda kullanılacak sihirli sözdür, sakın unutma.
Bu arada, bellek zorlatacak, beyin sersemletecek, kafa karıştıracak ne varsa ortaya dök. Bu sana zaman kazandıracaktır. Bırak akıllı uslu adamlar, seni ciddiye alsın, örneğin iki kere ikinin dört ettiğini uzun uzun anlatmaya çalışsın,
Sen kıs kıs gül,
Baktın iklim istediğin kıvama yaklaşıyor, yoğunluğunu iyice ayarla, “saldır – çekil – saldır – çekil” yöntemiyle, yüklen gitsin…
Sonra?
Sonrası ne kadar ilerlediğine, kaç mevzi kazandığına bağlı.
Nasıl, istediğin gibi olmuş mu iklim ve coğrafya?
OlmuÅŸ.
O zaman bütün bunları geride bırak, ciddiyeti vakarı falan üstüne giy, tak takıştır yürü git...”
***
Genelde aklı başında herkesin, özelde İzmirliler’in sevmediği yemeklerin başında “temcit pilavı” gelir. Hani şu ısıtılıp ısıtılıp soframıza dayatılan şey... Tamam, İzmir onu pek sevmez de, bu kentin “sürdürülebilirlik “sorunları da gözardı edilemez. Çabuk bıkar, ısrardan sıkılır, vazgeçiverir. Bu başlıbaşına bir konudur, bir gün İzmir’i bu açıdan da tartışırız, tartışmalıyız. Şimdi konuyu dağıtmayalım. Ne diyorduk? İzmir temcit pilavını sevmez.
Oysa senaryonu yazarken uyguladığın ve yukarıda özetlemeye çalıştığımız yöntemler, tümüyle temcit pilavı taktiğine dayanmaktadır. Gücünü yinelemekten, ısrardan alan bu taktiğin; birgün dirençleri nasılsa kıracağına ve seni başarıya mutlaka ulaştıracağına inanırsın.
Yaptıklarının ve yapacaklarının kaynağı budur.
Herkesin kendince tıyneti, yaşama karşı taktiği ve uyguladığı senaryosu vardır. Seninki de böyle bir şey.
Bakalım bu nice taktik, bu nasıl bir senaryodur?
***
1.Sahne
Nicedir bekliyordun. Derken seçimdir, propaganda mevsimidir geldi. Esip gürlemeye başlamışken, bir baktın haritanın batısında bir kent. Öf, yine şu İzmir!
Kalbinden geçen, dilinden çıkması gerekenin önüne geçti. Durduk yerde ne dedin:
“Gavur İzmir!”
İyi de kuzum, buna zaten kimsenin bir şey dediği yoktu ki? Türküsü bile var; “Şu İzmir’den Çekirdeksiz Nar Gelir”. En hoş nakaratı şöyleydi sanırım:
“Cavır İzmir aman, Kordon boyu efem de şen olsun...”
Muammer Ketencoğlu’dan dinle, pek güzeldir.
Sen böyle dedin ya, nasıl bir “gavurluksa” artık, koca kent dönüverdi gelincik tarlasına. Her pencerede, her balkonda bir bayrak, hem de “İzmir usulü”; Mustafa Kemal ile ay yıldız içiçe, yanyana!
Baktın göremedin, gördün anlamadın. Bunun için, galiba yaklaşık yüzde 60 dolayında oy ve kahkaha desibeli gerekiyordu. Yağıp gürledi, sırılsıklam kalıverdin. Yine.
Sonra? Sonra sessizlik. Kırık dökük beyanlarınız, arkadaşlar arasındaki hesaplaşmalarınız, bu sessizlikte kaybolup gitti. İzmir mi? Hiiç, döndü yine işine gücüne, ne yapacaktı ki?
Sen bir süre bekleyecektin.
***
2.Sahne
Fırsat, beklemediğin anda geldi. Buram buram provakasyon ve kötülük kokan bir taşlama olayı. İzmir’in onaylamadığı, haklı göremeyeceği bir saldırı! Of, senin açından, yeme de yanında yat, bu ne fevkalade bir fırsat!
Geldi mi tekrar yüklenme ve saldırma zamanı? Yumurtlayıverdin işte; “Faşist İzmir!”. Önce gavur, sonra faşist... Hımm, beter böcekleri uyandırma vakti. Uyandılar. Yazdılar, çizdiler, konuştular. Hala vıdı vıdı yapanlarına rastlanmaktadır, neyse.
Sonra?
Sonra ne olacak, seni şaşırtan “İzmir tepkisi” yine kalkıverdi ayağa. Haldun Taner’in “Keşanlı Ali Destanı”ndaki şarkıyı uyarlarsak, kentin söylediği aynen şuydu; “Haddini bil şamama, sen kimsin, İzmir’e faşist demek kim!”
Amanın ne oluyor demeye kalmadan, valisi, belediye başkanı, eşikteki beşikteki, cümle ahalisiyle İzmir yine gösterdi mi duruşunu? Gösterdi. Geçmiş olsun.
***
3.Sahne
Sonra? Yine sessizlik. Yok, bu kez tümden bir sessizlik değildi bu. Birşeyler yapmak gerekiyordu. Dur bakayım, tamam buldun; “Faşist İzmir” diyen tosuncuğu sevimli gösterebilirdin.
Bir gün bir açtık gazeteyi, aaa aynen o! Yakası bağrı açık, röportajcı kızla sarmaş dolaş. Almış kızı bacaklarının arasına, patlatmış en ucuzundan hezeyanlarını. Okumaya tahammül yetmez.
Utana sıkıla söylemeye çalıştığın şuydu; “İşte görüyorsunuz, bizim çocuk deli fişeğin tekidir. Aşmış ve de taşmıştır. Yeni nesil işte böyle, ne yapalım canım. Bakın işte görüyorsunuz, fikri hür, zikri fitne fücür. Demokrasi, fikir özgürlüğü, falan fıstık, ehi ehi ehi!”
Ama neylersin ki, İzmir değil bu taktiği, o taktikle yazılmış sayfanın üstünde, boyoz ve yumurta bile yemedi!
Sonra? Sonra ne olacak, yine sessizlik.
Garip bir kent işte, “salla domat” deyiverir. Yahu işi gücü var anlasana!
***
4.Sahne
Ama şöyle ya da böyle, taktiğinde yeni bir aşamaya geldiğini de biliyordun. Operasyon, spekülasyon, manipülasyon, dezenformasyon... Alayı yağmura dönüşmüştü, kafalar iyi karışmıştı. Sanki taşlar yerinden oynamış gibi miydi ne? Kıyıda köşede, İzmir tartışılmaya başlanmıştı. Gedik açılmış, galiba nehir yolundan sapmıştı. Sanıyordun. Yandaşlara, kandaşlara, dümen suyundaki gardaşlara sormakta yarar vardı; şimdi ne yapmalı? Bulacaktın.
***
5.Sahne
Sonra? Birden, “ne alaka, kel alaka” dedirtecek cinsten bir kamuoyu aşırtması, pardon araştırması güp diye çıkıverdi mi ortaya?
Kim yapmış, nasıl yapmış, hangi bilimsel ölçütleri kullanmış, ne beis! Terminolojiye takla attırmayı öğrenmiştin nasılsa. “Faşist” kullanılmıştı, muhafazakarlık, milliyetçilik falan da cuk oturacaktı, tam sırasıydı.
Çekiverdiler manşeti; “Milliyetçilik tırmanıyor, hem de İzmir’de!”
Sihir “hem de” sözündeydi. Ürpertici, korkutucu, dehşetengiz! “Hem de İzmir’de!” Hiiii!
Merak edenler ayrıntıları okudu;
“İzmir’e yönelik en kapsamlı (1695 kişi!) araştırmanın en çarpıcı sonuçlarından biri, “faşizmin başkenti” eleştirilerine hedef olan kentteki milliyetçiliğin giderek arttığı oldu. “Faşizmin başkenti” yakıştırmasına katılmayan İzmirliler, “Siyasi eğiliminiz nedir?” sorusuna yüzde 21 oranında milliyetçi, yüzde 3 oranında ülkücü derken, yüzde 2’si kürt milliyetçisi, yüzde 1’i de anarşist, devrimci, feminist olarak yanıt verdi”.
İnsanın, “Peki yüzde 73’e ne olmuş, bu nasıl dil ve anlatım, bu nasıl bir değerlendirme mantığı?” gibisinden basit sorular sormasına bile fırsat tanımıyordu, haberin içeriği ve anketin “dizaynı”;
“İzmirli Türk hissediyor! İzmir’deki milliyetçiliğin tırmandığını gösteren en önemli bulgu ise “kendinizi konumladığınız etnik ya da sosyal kimlik nedir?” sorusundan çıktı. İzmirliler’in yüzde 67’si soruya “Türk” diye yanıt verirken, yüzde 16’sı “Kürt” şeklinde yanıt verdi. Yörük, Türkiyeli gibi yakın yanıtlarda “Türk” seçeneği yüzde 70’lere dayandı. Yüzde birlik değerin altında kalanlar ise “diğer” seçeneği altında gösterildi. Bu seçenekte verilen yanıtlar arasında; İnsan, Dadaş, hem Türk hem Kürt, Arap, Zaza, Çerkes, Azeri, Göçmen, Muhacir, Makedon, Melez, Roman gibi tanımlamalar bulunuyor.”
Gördün mü şu faciayı? İzmir’in yüzde 70’i kendini Türk hissediyormuş. Haberdeki başlıkta aynen yazdığı gibi, “Milliyetçiliğin tırmandığı en önemli bulgu”yu yakaladın işte; “İzmirli Türk hissediyor!” (Tamam, “Gavur İzmir” suçlamasına ne oldu, diye sormayacağız!)
Eh tabii, işin aslına de gelinmişti bu “araştırma”da. Siyasi eğilimler falan filandan sonra, anketörler 1695 kişiye patlatıvermiş soruyu; “İzmir’in giderek faşist bir kent olduğuna inanıyor musunuz?” Verilere geçerken cilalandırılmış manşet şu:
“Yüzde 24’ü ‘Faşist’ buluyor...”
Okuyalım;
“İzmir’in giderek faşist bir kent olduğuna katılıyor musunuz? sorusuna katılımcıların yüzde 15’i katılıyorum, yüzde 9’u kesinlikle katılıyorum yanıtını verdi. Yüzde 62’si ise bu yakıştırmaya katılmadıklarını açıkça ifade etti.”
Faşist olduğuna inanıyor musunuz sorusunu ve “evet” diyenlerin oranını bodoslamadan ver, olmayanların sayısını ve oranını ise, “bu yakıştırmaya katılmayanlar” olarak belirt. “Yakıştırma” diyeceksin tabii. Öyle ya, ne olur ne olmaz...
Hem nalına hem mıhına... İki ters bir yüz... Bardağın yarısı dolu, hayır efendim bardağın yarısı boş! Taktik gereği, senaryo icabı, kolay mı bu işler, değil mi?
İyi de, bu 1695 kişi içinden bir Allah’ın kulu, “Kardeşim bu soruların amacı nedir? Siz bu anketi niye ve kim için yapıyorsunuz? Nerede, niye ve nasıl kullanacaksınız?” diye sormadı mı? Sahi, ankete böyle yaklaşanların oranı nedir? Yazmalıydınız.
Rakama söze fazla boğulduk. Haydi, buyrun bir fıkra arasına;
Papa, ülkelerden birini ziyaret gitmiş. Uçaktan iner inmez, anketörlerden, pardon gazetecilerden ilk soru şu; “Genelevleri de dolaşacak mısınız?” Papa bu soruyu şöyle yanıtlamış; “Burada genelev mi var?” Ertesi gün gazetelerde sekiz sütuna manşet; “Papa, ülkemizdeki genelevleri sordu!”
Nereden mi çıktı şimdi bu fıkra? Ne bileyim kardeşim, orasını da sen düşün.
Şimdi “İzmir’i mercek altına alan dev anket” neden yapıldı, amacı meramı nedir, hangi bilimsel ölçütler kullanıldı, sonuçlar kime-neye göre ve nasıl değerlendirildi gibisinden sorular sorulacaktır. Şirket yöneticisinin kendi ağzından yanıt verelim ki, haksızlık olmasın. Bakalım nasıl açıklıyor;
“... sonuçları değerlendirirken, daha önce İzmir’i bu denli ele alan araştırmaların olmamasının eksikliklerini hissettiklerini belirtti ve şöyle dedi; “Son dönem yaşanan bazı gelişmeler İzmir’de farklı yankı bulmuşa benziyor. Ancak bu sonuçları karşılaştıracak daha eski verilerden yoksun olmamız, milliyetçilik başta olmak üzere birçok konuda net değerlendirme yapmamızı engelliyor. O nedenle, bundan sonra düzenli araştırmalarla kentteki değişimleri daha net bir şekilde ortaya koyabileceğiz. Araştırmamız öncelikle veri tabanı oluşturmaya dönüktür. Durum tespiti için tamamen spontane yanıtlarla şekillendirilmiştir.”
Ne anlaşılıyor bu açıklamadan? Sorulara yanıt vermiş mi? Her açıklama ille bir şey anlatacak, sorulara yanıt verecek diye bir kural yoktur canım kardeşim! Bunlar da amma çok şey istiyor! İsterler körolasıcalar.
İzmir istediği kadar “Faşizme hayır!”, “Gericiliğe geçit yok!” falan desin, senaryonun sahneleri ilerlemektedir sana göre.
İzmir’de milliyetçilik, muhafazakarlık, faşizm ilerliyor mu ilerlemiyor mu? Soralım, sorduralım, kafa karıştırmayı başaralım yeter. Yazdığın senaryonun tırmanması buna bağlıdır.
Sıkıyorsa sana şu anket başlıklarını önersinler, araştırıp verileri ortaya koymaya kalksınlar bakalım; (Noktalı yerleri, kent-semt vs olarak sen doldur)
“Gericilik yükseliyor, hem de...”
“Cehalet yükseliyor, hem de...”
“Şiddet yükseliyor, hem de...”
“Yoksulluk yükseliyor, hem de...”
Ve daha binlerce soru...
Hele bir tekini sorup, anket yapmaya falan kalkışsınlar, basarsın çığlığı “İşte demokrasi düşmanlığı! İşte düşünce özgürlüğünü boğanlar! İşte şu, işte bu!” diye, değil mi?
Vah ki, bu anket kıyıda köşede kaldı, kimse istediğin gibi yaymadı, yaygınlaştırmadı. Anket, oldu mu sana “kafana danket”?
Hikayen ÅŸimdilik burada bitiyor...
SONUÇ
Taktiği ve senaryonu, geldiği noktaya kadar okudum. İzmir, ne beğenir, ne de oynar böyle bir senaryoda. Ama şu soruyu merak eder ve net yanıt ister; “Ne istiyorsun bizden? Açık açık söylesene kardeşim, senin İzmir’le derdin ne?”
Sonuç mu?
Bu senaryo var ya...
Olmamış, olacağı da yok.
Otur, sıfır!
(Hamiş: Olumsuzu anlatmak uzun sürüyor. Anlatmasan da olmuyor. Değerli okur, lütfen bağışla...)